Öne Çıkan Yayın

Tüp Babayım "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu"

Tüp Babayım  "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu" 9 Şubat'ta çıkıyor

Lilypie - Personal pictureLilypie Angel and Memorial tickers
Tuğkan Tepiltepe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tuğkan Tepiltepe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ocak 2015 Perşembe

TÜP BABAYIM "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu..."

Çok yakında kitap raflarında ki yerini alacak... 

Bu kitapta bir baba Dünya’da ilk defa nasıl tüp bebek babası olduğunu, samimi bir üslupla ayrıntılı olarak anlatıyor. Kitap her şeyden önce tüp bebeği denemek isteyenlere, birinci ağızdan bilgi verir, rehberlik yapar niteliktedir. Tepiltepe’nin bu uzun soluklu gözleminin psikolojinin çeşitli alanlarında, örneğin iletişim psikolojisinde araştırmacılara kaynak da olabileceği görüşündeyim.

Prof. Dr. Üstün DÖKMEN

18 Şubat 2014 Salı

BABA OLMAK

Bir erkek için herhalde en güzel duygudur baba olmak. Bir çok erkek kendini babalığa hazır hissetmeyebilir. Gerçekten zor olabilir baba olmak ama olduktan sonra ise hayatın en güzel duygusu olduğunu anlar erkek.

Bebek için hayatının ilk anlarında en önemli unsur, kendine en yakın hissettiği kişi annedir doğal olarak. Ama bu demek değildir ki baba hep arka plânda kalacak, etkisiz eleman gibi olacak. Aksine neredeyse anne kadar önemlidir babanın varlığı bir bebek için.

Baba, emzirmek haricinde annenin yaptığı her şeyi yapabilir bebeği için. Altını değiştirebilir, uyutabilir, oyunlar oynayabilir, banyosunu yaptırabilir, gezdirebilir. Babanın en aktif ve doğal olarak bebeğiyle ilgilenmesi baba – bebek arasında ki ilişkininde çok daha sağlam, sıcak ve yakın olmasını sağlar. Bir bebek her zaman, büyüdüğü süre boyunca babasının yakınlığına ve ilgisine ihtiyaç duyar.

Bir zamanlar Türk toplumunun özelliğinden dolayı ataerkil olan babalarda çocuklarına fazla ilgi göstermek, ona sevgisini belli etmek yanlış bir davranış olarak görülürdü. Çünkü baba böyle yaptığında çocuğun şımaracağını, otoritesinin kaybolacağını düşünürdü. Aslında ne kadar yanlış bir düşünce. Bir bebek için baba sevgisi, sıcaklığı, ilgisi çok çok önemlidir. Bebek kendini bu sayede çok daha güvende hisseder, sevgi ortamında olduğu için daha pozitif hazırlanır hayata.

Bir baba, bebeğini her zaman kucağına almalı, ona sevgisi belli etmeli hatta gerekirse defalarca, içinden ne kadar geliyorsa “seni seviyorum” demeli.

Ama babaların bir yanlış düşüncesi de “Ben çocuğumla arkadaş gibi olacağım” mantığıdır. Neden ki? Niye çocuğunla arkadaş gibi olsun bir baba? O çocuğun zaten hayatı boyunca onlarca arkadaşı olacak ama sadece bir tane babası olacak. Bir baba çocuğuyla arkadaş gibi değil baba gibi olmalı. Çocuğun hayatının her döneminde “baba”ya ihtiyacı olacak.

Baba, en başında bebeğinin altını değiştirerek, ona banyosunu yaptırarak onu hayata hazırlamaya başlar ve bu o bebeğin ömrü boyunca çeşitli şekillerde devam eder. Erkek çocuk için  baba bir rol model, kız çocukları için hayatının ilk aşık olduğu erkeği olacaktır.

Baba, çocuğunun kendisine “bağımlı” olmasını değil “bağlı” olmasını sağlamalıdır. Onun için engelleyici değil, doğruları veya yanlışları göstererek yol gösterici olmalıdır baba. Aslında gerçekten baba olmak gerçekten çok kolay değil ama tarifi imkânsız büyük bir mutluluk ve hazdır. Bu mutluluk ve hazzı her baba, bebeğine doğduğu andan itibaren hissettirmeli ve yaşatmalıdır.

Herkesin babasının mutlaka bir kez bile olsa söylediği bir laf vardır: “Sende baba olunca anlarsın”. Bunu duyan her erkek fazla umursamamış, kulağının birinden girip diğerinden çıkmıştır mutlaka ama o erkek baba olduğunda bu lafın ne kadar doğru olduğunu mutlaka anlamıştır.


14 Şubat 2014 Cuma

BİR KIZI OLMALI İNSANIN


Canını emanet ettiğin,elin,ayağın,gözün,kulağın,her şeyin.
Bir kızı olmalı insanın.
Bir hata yaptığnda,gözlerinin içine baktığın,bakar bakmaz masumiyetiyle saniyeler içinde eridiğin,vefasına taptığın.
Bir kızı olmalı insanın.
Evinde babasına,annesine karşı nazlı niyazlı,
Sokakta cadılığından ve hışmından korktuğun.
Bir kızı olmalı insanın.
Herkes terkettiğinde seni,varlığında da,yokluğunda da,evliyken de,bekarken de
babacığım ya da anneciğim diye kucak açtığında,gözyaşlarıyla bağrına bastığın.
Bir kızı olmalı insanın.
Demlediği çayı süzülerek getirdiğini seyrettiğin,
Pişirdiği kahvenin tadına gizlediğin,özenle bezediğin.
Bir kızı olmalı insanın.
Canıyla canlandığın,varlığıyla anlamlandığın,
Özlemiyle ve iç çekişlerinle dağ dağ efkarlandığın.
Bir kızı olmalı insanın.
"Dünya bir yana,kızım bir yana" diyebildiğin


S.Aksoy






10 Şubat 2014 Pazartesi

Anne Sütünün Antibiyotik Kullanımı Gerektiren Hastalıkları Azalttıgını Biliyor Muydunuz?

Sevgili anneler, anne sütü mucizedir, bebeğiniz ilk doğduğu andan itibaren büyüme ve gelişme için gerekli olan tüm sıvı, enerji ve besin ögelerini içerir. Eşsiz içeriği ile bağışıklık sistemi gelişimini destekler, antibiyotik kullanımı gerektiren hastalıkları azaltır.


Bebeğinizin bağışıklığını guclendirmek için onu 2 yaşına kadar anne sütü ile besleyin. Anne sütü alımı azaldığındaysa bebeğinizin bağışıklığını Aptamil ile desteklemeye devam edebilirsiniz.










Detaylı bilgi için tıklayınız.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

29 Ocak 2014 Çarşamba

İLK BABALAR GÜNÜM

Baba olarak ilk babalar günümü yaşadığım 2012 senesinde yazdığım bir yazıydı..... 

İlk babalar günümü yaşıyorum kızım Lâl sayesinde. Babasız olarak da 10. babalar gününü yaşıyorum. Anneler günü, sevgililer günü, babalar günü falan sevmem aslında. Hep öyle dedim bugüne kadar. Tamam şimdide hiç sevmiyorum. Hele ki babasız geçen babalar günlerinden sonra… Ama ne olursa olsun sevmediğim halde ilk kez babalar günü yaşamak değişik bir duygu oldu benim için.

Tam 8 ay önce baba oldum. Hemde 39 yaşımın sonlarında yani geç sayılabilecek bir yaşta. 17 Ekim 2011 tarihinde. İlk babalar günümde yani 17 Haziran 2012 tarihinde kızımda tam 8. ayını bitiriyor. Üç gün sonrada yani 20 Haziran’da da babamı kaybedişimin 10. yılı.

Hep derdi babam. Bir çoğumuzun babası da mutlaka evlatlarına demiştir. Klişe bir laf vardır hani. Babalarımız bize söylediğinde “Amaaaan.. Hee öyle olur mutlaka” diye geçiştirdiğimiz, pek önem vermediğimiz bir laf; “Sende baba olunca anlarsın”.

Zamanında o laf kulağımızın birinden girip, hatta girmeden teğet geçip öbür kulağımıza şöyle bir dokunup giden laf meğer ne kadar doğruymuş. Gerçekten baba olunca anladım “Baba” olmanın ne olduğunu. Hatta daha kızım 5-6 haftalık cenin iken ilk kalp atışlarını duyamadığımız zaman anladım. Çok farklı bir duyguymuş babalık meğerse.

Şu sekiz ay içinde hatta üzerine dokuz aylık hamilelik sürecini de katarsak 17 ay içinde yaşadıklarım, kızımın bana yaşattırdıkları babamın zamanında benim için neler düşündüğünü, neler hissettiğini daha iyi anlamamı sağladı. Ben o zamanlar hiç öyle görmüyorum tabii ki. Meğerse ne zormuş baba olmak.

Babam benim için “Baba” idi. Konuşurduk, dertleşirdik, şakalaşırdık, tartışırdık ama hep “baba – oğul” olarak. Hiçbir zaman arkadaş gibi, arkadaş olarak değil. Bazı babalar öyle der “Ben çocuğumla arkadaş gibi olacağım”.

Niye ki? Ne gerek var? Sen babasın ve çocuğuna “baba” ol. Evladının arkadaşa ihtiyacı yok. Nasıl olsa bir çok arkadaşı olacak. Onun “baba”ya ihtiyacı var sadece bir tane babası olabilecek.

Sen çocuğunun dünyaya gelmesine sebep oldun ve bundan sonrasında da onu hayata hazırlaman lazım. Onun için bir öğretici, bir rol model olman lazım ki evladın bir gün senin ellerinin arasından çıkıp dışarıda ki hayata adım attığında güçlü olsun, dirayetli olsun, ayakta kalabilsin.

Sen ona baba değil “arkadaş” gibi davranırsan o çocuk dışarıda ki hayatta nasıl ayakta kalabilir? Baba olarak size bağımlı olmasını değil, özgür ama bağlı olmasını sağlamalısınız. Onun için engelleyici değil, doğruları veya yanlışları göstererek yol gösterici olmalısınız. Şımaracak diye sevginizi saklamaya çalışmayın. İçinizden geldiği gibi sevginizi, şefkatinizi gösterin ki o da sevgi ve şefkatin ne olduğunu öğrensin.

Sanırım baba olmak hiç kolay bir iş değilmiş. Ama çok çok güzel, tarifi imkansız, büyük bir mutlulukmuş.

Lâl, sayende ilk babalar günümü yaşıyorum. Dünyaya gelip, hayatımıza girdiğin için, annen ve bana yaşam kaynağı olduğun için, annenle aşkımızın bir meyvesi olmayı kabul ettiğin için, geleceğimiz, hayallerimiz, umudumuz olduğun için sana çok teşekkür ederiz çiy damlam benim.


24 Aralık 2013 Salı

Geri Döndüm

Uzun zamandır blogumla ilgilenmedim. Ara sıra şöyle bir bakıyordum ama ne yazıyorum ne de herhangi bir şey yapıyordum. Ama artık geri dönmeye karar verdim.
Bu süre içinde sakın boş boş oturdum sanmayın. Aksine çok verimli günler geçirdim blogumla ilgili. Bir çok gaza getirmelere, ısrarlara dayanamadım ve kitabım üzerinde çalıştım.

Evet babaolacagimoluyorumoldum.blogspot.com artık kitap oluyor. Bu yüzden yazılarıma ara verdim. Aslında yazmaya devam ettim ama eklemeye ara verdim desem daha doğru olur. Hikâyem bitti. Lâl doğdu, kucağıma aldım ve bitirdim. Ama tabii ki bunları artık birkaç sonra çıkacak olan kitabımda okuyacaksınız.

Peki bundan sonra blog ne olacak?

Kapanacak mı?

Tabii ki HAYIR.
Bundan sonra günlük yaşadıklarımı anlatacağım. Tabii Lâl ile ilgili olanları ve bunlara bağlı olarak naçizane tecrübelerimi, fikirlerimi yazacağım.
Lâl doğduğundan beri birçok anı birikti, bir çok güzellikler yaşadım, üzücü, sinirlendiren şeylerde yaşadım. Aklıma geldikçe yazacağım bunları. Kim bilir belki bunlarda ileride bir kitap daha çıkartmama sebep olur.

Bu arada kitabım ile ilgili bilgileri de paylaşacağım. Ne durumda? Ne zaman çıkacak? Çıktığında nerelerde bulabilirsiniz gibi…
Hatta ilk bilgileri verebilirim;

Kitabımı basacak kişi taa liseden arka sıramda oturan sınıf arkadaşım. Bir gün bana bir e-posta yazdı ve “senin kitabını ben basmak istiyorum” dedi.. Ben bu sıralarda kitap olması amacıyla yazmaya ve düzeltmelere devam ediyorum ama ne yayınevi, ne nasıl basılacağı konusunda hiç fikrim yoktu. Araştırma falan yapmamıştım. Arkadaşımdan böyle bir davet gelince hemen atladım ve “Tamam!” dedim. Şu anda ilk düzeltmelerini yapıp tekrar gönderdim arkadaşıma ve bekliyorum. Kitabımın adı da belli ama henüz söylemek istemiyorum. Hatta hiç söylemeyeceğim. Çıktığında öğrenin.

İşte böylee

Bundan sonra bu blogda daha sık ve değişik yazılarla görüşeceğiz.. Tabii ki arada gene tüp bebek ile ilgili birşeyler yazarım ama sadece arada sırada.


5 Nisan 2013 Cuma

TRT Radyo 1 - Paylaştıkça


4 Nisan 2013 günü canlı yayın konuğu olduğum TRT Radyo 1'de yayınlanan "Paylaştıkça" programının kaydı. Blogumla ilgili çok keyifli bir sohbetimiz oldu.


30 Mart 2013 Cumartesi

Hürriyet Cumartesi 30/03/2013 - Ben de Hamileyim

Bugün 30 Mart 2013.... 

Sabah Nursen'in heyecanlı haykırışı ile irkildim..

"Aşkım Hürriyet'in Cumhuriyet ekinde biz varız" diye bağırdı...
"Hürriyet'in Cumhuriyet eki ne yaaa" dedim şaşırarak...
"Aman işte Cumartesi eki" dedi..

Önce biz varız deyince galiba kız arkadaşları ile falan bir yerde bir şekilde çekilmiş fotoğrafları yayımlandı diye düşündüm ilk anda. Gerçi Nursen de fotoğrafımızı görünce ilk bir iki saniye "Yaa bu simalar hiç yabancı değil sanki" diye düşünmüş..

Hemen sonra dank etti ki haberimiz yapılmış... Bir süre önce Hürriyet Gazetesi'nden Mesude (Erşan) Hanım ile telefonda konuşmuştuk ve "sizi mutlaka haber yapmak istiyorum" demişti... Hemen e-posta yolu ile bir röportaj yaptık ve haberin çıkmasını bekliyorduk.

Bugün çıktı sonunda.. Gerçekten çok sevindik ve duygulandık.. Bizim için çok değişik bir durum oldu bu... Uzun zamandır yazdığım blogum haber olma niteliğine bile kavuşmuş artık meğerse..

http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/22928397.asp

İşte haberin linki burada... Bunu blogumu takip eden, okuyan herkesle paylaşmak istedim... Çok teşekkür ederim..

14 Mart 2013 Perşembe

Lâl, Babasının Yorganını Kullanacak


Artık doğuma sayılı zaman kalmıştı. Hazırlıklarımız tüm hızıyla devam ediyordu ve satın aldığımız oda takımının teslim zamanı gelmişti.  Bu sıralarda internette bir siteden Lâl’in odasının duvarlarına yapıştırmak için çok güzel çıkartmalar almıştık. Walt Disney kahramanları ve ceylanlı, kuşlu, sincaplı, kuşlu, ağaçlar falan olan çıkartmalar. Bir gün Nursen, ben, annem, teyzem, tesadüfen o zamanda Ankara’da olan dayım, anneannem hep birlikte Lâl’in odasına aldığımız çıkartmaları yapıştırdık. Biraz uğraştırıcı oldu ama çok güzel ve şirin bir oda oluyordu Lâl için. Daha öncede söylemiştim; Lâl doğmadan odası dahil her şeyin hazır olmasını istiyorduk. Çıkartmaları yapıştırınca oda tam bir bebek odası olmaya başladı.

Daha önceden de odada bulunan eşyaları dışarı atıp uçuk pembe bir tona boyatmıştık odayı. Aslında önce ben giriştim boyama işine ama tecrübesizliğimden ve acemiliğimden dolayı boyama işi pek başarılı gitmeyince işin ustası olan birini çağırdık ve ona yaptırdık. Boya rengini tutturabilmek için de bayağı bir uğraştık. Beyaz boyaya pembe renk karıştırarak uçuk bir pembe elde etmeye çalıştık ama bir türlü istediğimiz pembeyi elde edemedik. Boya ustası da “yeter artık bi karar verin” dercesine bakmaya başladı bize. Sonunda tutturabildik istediğimiz tonu.

Lâl’de annesinin karnında bize katılıyordu hareketleri ile. Sanki görüyormuş gibi tepkiler veriyordu hareket ederek. E tabii sonuçta onun odası olacak ve onun zevkine göre yapmamız lâzım.

Artık sadece mobilyaların gelmesi kalmıştı ki onlarda zaten 2 gün sonra tam söz verdikleri tarihte geldi. Bembeyaz, pembe topuzlu çok şirin bebek mobilyaları. Onları da yerleştirince Lâl’in odası tam olarak hazır oldu. Artık sadece dolaplarının içinin  yerleştirilmesi, yatağı, yatak takımları gibi ince detaylar kalmıştı. Ama artık bunlar kadın işi olduğundan Nursen, annem ve teyzem yapacaklardı. Babaannesi haftalar öncesinden dolaplar için örtüler dikmişti, yatak takımları hazırlamıştı. Esas güzel olan bir şey benim bebekliğimde kullandığım yorganı Lâl’in de kullanacak olmasıydı. Annem senelerdir saklamış o yorganı ve üstüne bir kılıf dikmiş ve Lâl için hazırlamıştı. Babasının 40 sene önce kullandığı yorganı artık Lâl kullanacaktı. Doğum zamanı tam havaların soğuduğu mevsime denk geldiği için yorgan için çok uygun zamandı. 

Lâl için bizim beğenerek aldığımız kıyafetler, tülbentler, annemin diktiği bezler, kuzeninden ve arkadaşlarımızın çocuklarından gelen daha yepyeni kıyafetler, eşyalar dolaplara yerleştirilmek üzere bekliyordu. Nursen, annem ve teyzem bir gün bir araya gelip tüm eşyaları ince ince uğraşarak dolaplara yerleştirdiler. Bayağı uğraştılar ama değdi.

Gerçi tüm bunları yaptık ama Lâl tabii ki doğar doğmaz kendi odasını kullanmayacaktı. Ama olsun gene de hazır olsun her şeyiyle istiyorduk. İlk etapta, en azından ilk 6 ay Lâl bizim odamızda yatacaktı. Üçümüz aynı odayı paylaşacaktık. Böyle olması özellikle Nursen için daha sonrada benim için çok daha iyi olacaktı. Hem Lâl devamlı kontrolümüz altında olacaktı hem de 2-3 saatte bir kalkıp meme emeceği için Nursen'e daha kolay olacaktı.

Bizim odaya da gerekli olan tüm ekipmanı hazırlamaya başlamıştık. Bir park yatağımız vardı. Ona gidip hamak da denilen ek kat aldık. Park yatak derin olduğundan Lâl’i içine bırakıp almak zor olacaktı çünkü. Ek kat sayesinde daha yüksekte kalacağı için bu iş daha kolay olacaktı bizim için. Ek katı takıp üzerine de bebek için uygun bir yatak koyduk. Bunların yanı sıra uyurken müzik dinlemesi için cd çaları ve sonradan satın aldığımız minik hoparlörleri, soğuklara karşı ve banyodan çıktıktan sonra ısınması için minik elektrikli sobasını, altını değiştirmek için bezlerini, kremlerini, losyonunu, gece uyurken rahat nefes alması için buhar makinasını kısaca her şeyi yerleştirdik bizim odaya. Sonuçta birkaç ay bile olsa üçümüzün odası olacaktı. Hatta loş ışık olması için aldığımız düşük ışık veren ampulü abajura taktık. Lâl’in park yatağı dışarıya bakan duvara baktığı için o duvarı da ısı yalıtımını sağlaması ve dışarıdan soğuk gelmemesi için bu amaç için üretilen bir malzeme ile kapladık.

Lâl doğup eve geldiğinde her şey hazırdı artık. Tabii bunları öyle bir anlattım ki sanki 2-3 günde hepsini yapmışız gibi oldu. Yavaş yavaş yaptık ama doğumdan 2 gün önce her şey hazırdı. 



10 Aralık 2012 Pazartesi

Doğmamış Bebeğe Müzik Dinletmek


Daha bebek anne karnında iken müzik dinlemesinin çok iyi olduğunu öğrendik bir yerlerden. Uygulayan bir iki arkadaşımızla da konuştuk ve gerçekten doğduktan sonra müzik dinleyen bebeğin daha sakin, uysal olduğunu söylediler. Bunu bizde uygulamaya karar verdik. Benim bir tane cd çalarım vardı. Evde bir tanede büyükçe bir kulaklık bulduk. Sonra gidip birkaç tane bebekler için hazırlanmış olan klasik müzik cd’leri aldık. Bebekler için olmasının özelliği çok bas ve yüksek tonların müziğe verilmeden daha yumuşak şekilde çalınmış olmasıydı.

Evde televizyon karşısında falan otururken Nursen kulaklığı göbeğine takıyordu ve Lâl’e müzik dinletiyordu. Gerçi komik bir görüntü oluyordu Nursen’in karnında kocaman bir kulaklık takılı olması. Ama Lâl hayatından memnun görünüyordu.  Bazen müzik ile hareketleniyor bazen de sakin sakin duruyordu, belki de uyuyordu. Ama müzik dinlemenin iyi geldiği kesindi. Müziğin etkisinin ne kadar iyi olduğunu Lâl doğduktan sonra gerçekten gördük.

Ama Lâl’in tarzı sadece klasik müzik değilmiş meğerse. Bir gün efsane rock grubu Rolling Stones ile ilgili belgesel film seyrederken konser görüntüleri çıkıp müzikler başladığında Lâl’de müthiş bir hareketlilik oldu. Demek ki rock müzik de sevecekti. Buna bir rock sever olarak ben çok sevindim. İleride cd arşivim Lâl için büyük bir müzik kaynağı olacak sanırım.

Lâl iyice hareketlenmişti ve dışarıdaki olaylara ve müziklere de tepkiler vermeye başlamıştı aynı Rolling Stones’un şarkılarını duyunca hareketlenmesi gibi. Arkadaşlarımızla birlikteyken sohbet ortamlarında konuşmaları, gülmeleri duyunca o da hareketleniyor, sanki bizimle aynı ortamı yaşıyordu. Sosyal bir çocuk olacak diye düşünmeye başladık. Hatta Nursen ile ben sohbet ederken de tepkiler veriyordu.

Nursen zaten devamlı Lâl ile konuşuyordu ama bende sık sık Nursen’in göbeğine doğru yaklaşıp Lâl’e daha yakın olarak konuşuyordum. Benim konuşmalarıma da tepkiler vermeye başlamıştı artık. Bir seferinde Lâl öpmek amacı ile Nursen’in karnını öperken ya eli ya da ayağı ile öyle bir hareket yaptı ki suratımın ortasından bir şey bastırarak geçti. Hani şu masaj koltuklarında olduğu gibi. Bu çok hoşuma gitti. Bu tip tepkiler almak gerçekten çok güzel ve tarifi imkânsız bir mutluluktu. Hem benim için hem de Nursen için.

20 Kasım 2012 Salı

Lâl’i Görmek İçin Bahane Buluyorduk


Bu sıralarda Nursen’in uyku düzeni de tamamen bozulmuştu. Geceleri hiç rahat uyuyamıyordu ve sık sık uyanıyordu. Böyle olunca da uykusu kaçıyordu tabii ki. Lâl özellikle geceleri kıpır kıpır oluyordu. Bu da Nursen’i uyutmuyordu. Bir çok gece uyandığımda Nursen’in yanımda olmadığını görüyordum. Kalkıp baktığımda televizyon karşısında film seyrederken buluyordum. Hemde büyük bir heyecanla ve sanki normal bir zamanmış gibi. Hani bu saatte uyku kaçar ama televizyon karşısında mayışık, uykulu halde olur insan normalde. Nursen tam aksine cin gibi oluyordu. Bir yandan da Lâl hareketli ise onunla konuşuyordu.

Gece uyumayınca gündüz uyuyordu tabii. Ama bu uykularda Lâl izin verdiği sürece. Lâl uyursa Nursen de uyuyabiliyordu. Son 1,5 ay böyle düzensiz geçti Nursen için. Ama her gün yürüyüşlerimizi ihmal etmiyorduk. Akşamüzeri ben eve geldiğimde çıkıp yürüyüş yapıyorduk. El ele dolaşıp devamlı Lâl hakkında konuşuyorduk. Kendimizce plânlar yapıyorduk, hayâller kuruyorduk. Bazen Nursen’in canı değişik bir şey yemek istediğinde gidip yiyorduk, Nursen ne isterse onu yapıyorduk. Bende elimden geldiğince Nursen’in istediklerini yerine getirmeye çalışıyordum. Yeter ki morali iyi olsun, sağlıklı olsun.

Yürüyüşler sayesinde bel ağrıları da çok fazla olmuyordu. Hiç olmaması mümkün değildi tabii ki ama hareket çok iyi geliyordu. Bir de Nursen aşırı kilo almadığı için de biraz daha rahattı. Ama hareketleri, oturup kalkması çok yavaşlamıştı ve zorlaşmıştı. Çok normaldi bu durumlar. Karnında doğmaya hazır bir bebek vardı ve hızla büyüyordu. Doğuma kadar bu şekilde idare edecektik artık. Ben Nursen’in etrafında pervane oluyordum. Gak dese su guk dese ekmek getiriyordum. Kendini yormaması için, rahat etmesi için elimden geleni yapıyordum. Ama hamileliğin son zamanları olduğundan dolayı doğal olarak Nursen’in huysuzlukları da biraz artmıştı. Hiç önemli değildi benim için. Hep alttan alıp, sakin olmayı başararak her şeyine olumlu bakıyordum.

Bu son zamanlarda Lâl’in hareketlerinde bazen azalmalar oluyordu. Bu bizi telaşlandırıyordu. Bu yaşta anne – baba adayı olunca ve tüp bebek olunca daha pimpirikli oluyorduk. Böyle durumlarda hemen doktorumuzu arıyorduk. Daha öncede bahsettiğim gibi cevap veremese bile en geç 1 saat içinde bize geri dönüyordu. Durumu söylediğimizde endişelenmememizi söylüyor ve hemen “Hadi kalkın gelin bir bakayım” diye çağırıyordu bizi. Muayenehane evimize çok yakın olduğundan 15 dakika sonra doktorumuzun yanında buluyorduk kendimizi. Hemen bizi randevulu hastaların arasına sıkıştırıp ultrason odasına alıp duruma bakıyordu. Her seferinde de hiçbir sorun olmadığını, merak etmememiz gerektiğini söyleyip bizi rahatlatıyordu. Artık büyüdüğü için ve doğum pozisyonuna geldiği için hareketlerde yavaşlama olabilirmiş. Lâl’in hareketlerini bizde ekranda görüyorduk ve bu bizi daha çok rahatlatıyordu.

Bu durumu 3-4 defa yaşadık. Her seferinde bir koşu doktorumuza gidip kontrolden geçtik. Neyse ki her seferinde de endişelerimizin boşa olduğunu gördük. Ama biraz da iyi oluyordu bu kontroller. Bu sayede Lâl’i daha sık görmeye başlamıştık. Belki de Lâl’i daha sık görebilmek için böyle bahaneler buluyorduk, psikolojik olarak hareketlerinin azaldığını düşünüyorduk. Ne olursa olsun aklımızda kalacağına, kafamızı kurcalayacağına doktorumuza giderek bu sıkıntıları yaşamıyorduk.

Bu zamanlarda doktorumuzun yakın ve sıcak ilgisi de bize moral ve güç veriyordu. Aynı zamanda yüzsüzlük yapmamızı da sağlıyordu. Aklımıza takıldıkça arıyorduk ve yanına gidiyorduk. En baştan bize bu imkânı vermişti zaten. “Ne zaman kafanıza bir şey takılırsa, bir sorun olursa hemen arayın. Çıkıp gelin kontrol edelim. Ne olacak ki? Altı üstü 5 dakikamızı alır. Sizin endişelenmenizden daha mı önemli?” demişti. Biz de sanki bunu sonuna kadar kullandık. Tabii ki suiistimal etmeden.

6 Kasım 2012 Salı

Hamile Bir Kadına Gösterilen Duyarsızlık


Gündüz ben işe gidiyordum. Nursen evde dinleniyordu veya ara sıra dışarı çıkıp işlerini hallediyordu veya arkadaşlarıyla buluşuyordu. Hamile haliyle, karnı burnunda yapması gereken işlerinin peşinde koşturuyordu ama bu durumuna rağmen zorluklar da yaşıyordu. Gerçi Nursen için iyi oluyor denilebilir dışarıda bir şeylerle uğraşması. Devamlı evde oturmaktan sıkılıyor doğal olarak. Dışarı çıkmak, hareket etmek iyi geliyordu.

Hani daha önce anlatmıştım Güzelçamlı’da yaşadıklarımızı. Nursen’e hamile olduğu için nasıl güzel ilgi gösteriyorlardı, yardım ediyorlardı. Ankara’da bunların neredeyse hiç birini göremedik. Tabii ki ara sıra gene insanlarımız duyarlı davranıyordu ama geneli duyarsız ve umursamaz oluyordu.

Nursen, tapu dairesine bir iş halletmek için gittiğinde uzun bir sıra olduğunu görmüş ve sıradakilerden görevli bayana yaptıracağı iş ile ilgili bir şey sormak için izin isteyip geçmiş. Yaptıracağı işlemin nereden ve nasıl olduğunu öğrenmiş. Görevli olan bayan ise Nursen’in hamile olduğunu görünce bu halde sıra beklemesine gerek olmadığını söyleyerek işini hemen halletmek istemiş. Türk insanının doğasından kaynaklanan, normal olarak gösterdiği bir duyarlılık aslında bu. Ama sıradaki diğer kişiler bu duruma isyan ederek bağırıp çağırmaya başlamışlar. Resmen Nursen’in üzerine yürümeye başlamışlar ve güvenlik görevlisi önlemiş bu insanları. İşin garip tarafı bu duruma en çok isyan edenler ise orta yaş üstü iki kadın. Hadi erkekler toplumumuzda biraz daha duyarsız olabiliyor. Genellemek istemiyorum ama Türk erkekleri gerçekten böyle. Ama kadınlar nasıl bu kadar duyarsız olabiliyor? Muhtemelen o iki kadın da annedir. Hamileliğin ne olduğunu, nasıl olduğunu, böyle durumlarda durumun ne kadar zor olduğunu biliyor olmalılar. Anne olmasalar bile kadın iç güdüleri ile bilmeleri lazım sanırım. Ama onlar bu duyarlılığı göstermemişler.

Her şeye rağmen görevli bayan Nursen’in işini halletmiş ve bir an önce oradan çıkmasını sağlamış.

Bir örnek daha vereceğim. Gene Nursen kendisinin halletmesi gereken bir iş için postaneye gitmiş. Doğal olarak orada da kalabalık bir sıra var. Nursen’de sıraya geçmiş ve beklemeye başlamış. Hiç kimse “Sen hamilesin. Bekleme buralarda. Geç işini hallet” dememiş. Hatta oturarak bekleyenler bile kalkıp yer vermemiş.

İşte büyük şehirde insanlarımızın duyarlılığı bu kadar. Küçük yerleşim yerlerindeki insanlar kesinlikle daha duyarlı ve yardımsever.

Bir arkadaşımın eşinden de bir örnek vermek istiyorum bu duyarsızlıklara. Çok sevdiğim bir arkadaşımın eşi 8 aylık hamile haliyle arkadaşımın iş yerine gelmek üzere otobüse biniyor. Otobüste bayağı dolu, herkes ayakta ve sıkış sıkış. Hemen hepsi de öğrenci. Yani gencecik insanlar. O kadıncağız hamile hali ile yarım saatlik yolu ayakta gelmiş. O genç insanlardan hiç biri kalkıp yer vermemiş. Özellikle genç insanlarımız nasıl bu kadar vurdum duymaz, umursamaz, duyarsız olabiliyor?

Tabii ki kimse yardımcı olmak zorunda değil. Böyle bir kural yok. Ama burada vurgulamak istediğim biraz duyarlılık göstermek. Hepimizin eşi hamile olmuştur veya olabilir, bir çok kadın hamileliği yaşamıştır ve neyin nasıl olduğunu, zorluklarını çok iyi biliyordur. Bunu bile bile başka bir hamile kadınında bu zorlukları yaşayacağını düşünerek, onunla empati kurarak biraz duyarlılık göstermesi gerekir diye düşünüyorum.

1 Kasım 2012 Perşembe

Lâl Şimdi Doğsa Gayet Sağlıklı Yaşar


Bu arada kontrol zamanımız gelmişti. Gene gidip Lâl’imizi görecektik. Her seferinde aynı heyecanı yaşıyordum ben Lâl’i görmek için. Nursen daha serin kanlı görünüyordu ama heyecanlı olduğu belli oluyordu. Hele ki muayene esnasında ekranda Lâl’i gördüğünde bambaşka bir heyecan yaşıyordu Nursen. Kendimi söylememe bile gerek yok sanırım.

Doktorumuzla her kontrolde olduğu gibi şakalarla karışık bir muayene geçirdik. Her seferinde aynı sıcaklığı ve yakınlığı gösteriyordu bize. Şakalar havada uçuşuyordu ama gayet de güzel bir muayene geçiriyorduk. Tabii ki muayeneden sonra Lâl’in ultrason fotoğraflarını saklamak üzere aldık. Hem saklıyorduk hem de arada çıkartıp bakıyorduk. Aynı zamanda video çekimini de yapmıştım. Onu da aklımıza estikçe açıp seyrediyorduk.

32. haftaya gelmiştik artık. Lâl’in büyümesi normal ve sağlıklı şekilde devam ediyordu. Her kontrolde olduğu gibi sanki bizi görüyormuşçasına kafasını çevirip bize doğru baktı. Ama genelde elleriyle yüzünün büyük kısmını kapatıyordu. Böyle olunca yüzünü tam olarak göremiyorduk. Şansımıza ellerini indirirse ancak görüyorduk o da yetiyordu bize. Aman sağlıklı olsun da ne pozisyonda olursa olsun. Bu arada pozisyon demişken; artık iyice aşağıya doğru inmiş Lâl. Yani doğmaya hazırlıyor kendini. Hadi gel desek gelecek gibi sanki. Daha önceki kontrollerde olduğu gibi normalden bir hafta kadar önde gelişim gösterdiğini söyledi doktor.
Muayeneden sonra doktorumuzla konuşmamızda bebeğin şimdi doğsa gayet sağlıklı yaşayabileceğini, her şeyin normal seyrinde devam ettiğini, herhangi bir ekstra durum olmadıkça son haftaya kadar bekleyeceğini, içeride gelişimini ne kadar sürdürürse o kadar iyi olacağını söyledi.

Biz mutlu ve moralli şekilde muayenehaneden ayrılıp kendimizi sokaklara attık adetimiz olduğu üzere. Gidip Lâl’i tekrar görmemizi kutladık. Bu arada her kontrole gittiğimizde Lâl için bir tane veya iki tane milli piyango bileti alıyorduk. Hani “Bebek kısmetiyle gelir” derler ya bizde “Lâl’in kısmetine ya çıkarsa” diyerek biletimizi alıyorduk. Ama her seferinde en fazla amortiden başka bir şey çıkmıyordu. Şöyle adam akıllı bir şeyler çıksa hiç değilse Lâl için geleceğine bir yatırım olur diye hevesleniyorduk.

9 Ekim 2012 Salı

Artık Lâl İçin Alış Veriş Zamanı Geldi


Artık alış veriş yapmaya başlamamız lazımdı. Bayağı araştırma yapmıştık. Daha önce de dediğim gibi internet bu konuda bize çok yardımcı oldu. Alış verişimizin ilk kalemleri küçük listeler oldu. Nursen’le beraber hastaneye giderken doğum çantasında neler olacağını, Nursen’in çantasında neler olacağını, nelere ihtiyacımız olacağını teker teker listeler halinde hazırladık. Gene küçük bir not defteri edindik ve tüm yaptıklarımızı, araştırmalarımızı, yapacaklarımızı o deftere not ettik. Alış verişlerimizin her aşamasında bu notlarımızın faydasını çok gördük.

Önce Lâl’in doğum çantası ve  Nursen’in çantası için alacaklarımızı listeledik. Sonra odasına nereden ve nasıl mobilya alacağımızı düşünüp not aldık. Bunların yanında diğer ihtiyaçları da not ettik. Kesinlikle gerekecek ve gerekebilecek ihtiyaçlarımızdı bunlar. Lâl doğduktan sonra da kullanacağımız eşyaları şimdiden almamız gerektiğini düşündük. Çünkü doğumdan sonra alış veriş yapmak zor olabilirdi veya geç kalmış olabilirdik. Bu yüzden her şeyi önceden hazırlamak daha iyi olacaktı. Hiçbir şeyi riske atmamak için, “Tüh ya keşke bunu da alsaydık. Bak lâzım oldu” dememek için çok ince eleyip sık dokuyorduk. Gerçi tüm bunlara rağmen doğumdan sonra almamız gereken bazı şeyler oldu. Bunları genelde internetten satın aldık. İyi ki internet varmış. Olmasa ne yapacaktık bilmiyorum!

Bu sıralarda aldığımız anne – bebek dergileri de işimize çok yaradı. Aldığımız sayılarında tesadüfen “doğum çantası”, “anne çantası”, “hastane çantası” gibi başlıklar altında alınacak ihtiyaç listeleri yayımlanmıştı. Bu listeleri de not edip alış veriş listemize ekledik.
Alış veriş dönemimiz çok güzel bir zamana denk gelmişti. İş açısından çok rahattım. Üniversitede çalışıyorum ve okul yaz tatilinde olduğu için dersler başlamamıştı. Öğrencide olmayınca işe gitmeme gibi bir rahatlığım vardı. Aynı zamanda kuzenimin arabası bizdeydi. Böyle olunca Nursen ile birlikte “tabii Nursen’in karnında Lâl ile birlikte” rahat rahat arabaya atlayıp gitmemiz gereken yerlere gidebiliyorduk.

Kendimize çok güzel programlar yapıyorduk. Hem gezip nerelerde neler var, nereden neyi ucuza alabiliriz diye dolaşıyorduk hem de bizim için eğlenceli zaman geçirme fırsatı oluyordu. Nursen ile birlikte böyle gezmeler ve alış veriş çok keyifli oluyor. Birlikte çok eğleniyoruz ve güzel zaman geçiriyoruz.

Alış veriş işlerini bu kadar erken yapmamızın bir sebebi de Lâl doğmadan en az 15- 20 gün önce her şeyi hazırlamış olmayı istememizdi. Ne olur ne olmaz? Küt diye içeride sıkılıp erken geleceği tutabilir. Biz öncesinde hazırlayalım da Lâl Hanım ne zaman gelirse gelsin hazır olsun.

24 Eylül 2012 Pazartesi

Yeni Doktorumuz.. Doktor Dediğin Böyle Olmalı !..


Muayene bittikten sonra doktorumuz odasına gitti ve bizi beklediğini söyledi. Nursen’e hazırlanmasına yardım ettim ve bizde odasına geçtik doktorumuzun. Gene karşısına oturduk ve konuşmaya başladık. Bize Lâl’in gelişiminin çok güzel olduğunu, boy ve kilo olarak normalden 1 – 1,5 hafta ileride olduğunu söyledi. Merak edeceğimiz hiçbir şey yokmuş.

Bütün samimiyeti ile bize “Telefonum 7 gün 24 saat açık. İstediğiniz zaman beni arayabilirsiniz. Kafanıza bir şey takılırsa hemen gelin. Kendinizi sıkmayın. Ne olacak şurada 5 dakika da kontrol ederiz” dedi. Bu söyledikleri bizi gerçekten çok rahatlattı.

İlk doktorumuzda buna benzer şeyler söylemişti ama hiç de dediği gibi olmamıştı. Bu yüzden o doktordan vazgeçmiştik zaten. Ama bu doktorumuzda daha sonradan gördük ki her aradığımızda telefonumuza çıktı. Cevap veremediği zamanlarda da en kısa sürede bize geri döndü. Hatta bu durumda en fazla 1 saat beklediğimizi hatırlıyorum. Hiçbir zaman bizi boş vermedi, ilgisini kesmedi ve her türlü kolaylığı sağladı.

Daha önceki doktorumuz ile ilgili biraz olumsuz şeyler yazmıştım ama bu doktorumuzla da ilgili gerçekten çok olumlu noktaları yazacağım. Gerçekten doktor böyle olmalı. Hastasıyla böyle yakın olmalı ve ilgilenmeli. Böyle olması şart, olmazsa olmaz, biz doktoru satın aldık, o kadar para veriyoruz tabii ki yapacak anlamında söylemiyorum bunları. Bahsettiklerim sadece doktor – hasta ilişkisinin olması gereken hâlleri. Özellikle bizim gibi riskli hamilelik grubunda olan, morale ve desteğe çok ihtiyacı olanlar için. Zaten hamilelikten dolayı oluşabilecek, yaşanacak her konuda çok hassas olunuyor. Ne yapılacağı, nasıl yapılacağı bilinmiyor. Bu durumda doktorumuzdan başka bilgi alabileceğimiz, destek alabileceğimiz, kafamıza takılanları sorabileceğimiz, bize moral verecek, güç verecek kim olabilir ki?

Olabilecek sorunlar karşısında eğer doktorumuza danışamazsak o hamileliğin seyri tehlikeye girebilir. Hadi tamam hiçbir önemli sorun olmasa bile anne – baba adayı yaşanan durumun önemli bir sorun olup olmadığını bilemez ki. Bu sorunlara ve sorulara cevap alınamazsa daha büyük bir stres olabilir ve hiçbir şey yokken daha vahim sonuçlara yol açabilir. Veya bir sorun karşısında doktora ulaşamayıp tahminlerle, sağdan soldan gelen yalan yanlış bilgilerle kendi kendimize çözüm bulmaya çalışmak da ciddi başka sorunlara yol açabilir. Hatta kendi doktorumuz haricinde başka bir uzman jinekoloğa danışmak bile riskli olabilir çünkü hamileliğin nasıl devam ettiğini kendi doktorunuzdan başkası daha iyi bilemez.

Eğer Nursen’in hamileliği bu kadar güzel ve sağlıklı olduysa, moralimiz bu kadar iyi ve yüksek olduysa, doğum bu kadar güzel ve rahat olduysa bunun en büyük sebebi doktorumuz oldu. Onun yakınlığı, sıcaklığı, bilgisi, tecrübesi. İlerleyen kısımlarda doktorumuzla ilgili anlatacağım daha çok konular olacak.

Kendi doktorumuzla ilgili memnuniyetimizden dolayı hakkında isim vermeden bu kadar güzel ve olumlu bahsediyorum ama eminim ki daha nice böyle iyi ve hassas doktorlarımız vardır mutlaka.

19 Eylül 2012 Çarşamba

Lâl’in Uzuvları Gelişmiş


Doktorumuz muayenesini, her gördüğünü “Bak annesi bu ayağı. Babası sende gördün mü?” diye bizle de iletişim halinde olarak sürdürüyordu. “Bakın bu ayağı. Bu diğer ayağı. Bunlar ayak parmakları. İki tane ayağı var merak etmeyin” dedi. Sonra “Bu da göz bebeği. Gözleri hareket halinde. Bu midesi, bu böbreği. İki tane gayet normal böbreği var. Bu ana atar damarı ve çok güzel görünüyor. Bu kulağı ve kulak kenarı. Normal boyutlarda. Burası burnu, burası ağzı” diye her şeyi en detaylı şekilde bize gösteriyordu doktorumuz. Bunları 2 ay önce detaylı ultrasona gittiğimizde de görmüştük ama Lâl bu kadar büyümemişti. Şimdi ise doktorumuz sayesinde tekrar daha belirgin şekilde görüyorduk. Hem de detaylı ultrasonun yapıldığı kadar gelişmiş olmayan bir ultrason cihazında. Belki en başından itibaren bu doktora gelsek detaylı ultrasona bile gerek kalmayacaktı. Sanırım bunları görmek ve yorumlamak birazda tecrübe ile doğru orantılı.

Bunları yazarken cep telefonumla çektiğim başarısız videolar çok işe yaradı. O videoları seyrederek yazdım bu detayları. Yoksa normalde video olmasa veya not alınmasa hatırlaması gerçekten çok zor. O videolar hem bunları yazmak için işimize yaradı, hem de ilerde Lâl’e bir hatıra olacak. Belki büyüdüğünde ilgisini çeker ve seyreder.

Daha öncede dediğim gibi biz baksak bunları seçebilmemiz çok zor olurdu ama doktorumuz söyleyince ve biraz dikkatli bakında ne olduğunu bizde anlayabiliyorduk. Her gösterdiği uzvunda da “Bak annesi, bak babası” diyerek bizim de dikkatimi çekiyordu doktorumuz. Arada da bana “Bak bak bu kafası. Çekiyorsun değil mi babası? Bunları kaçırma” diye sohbetten eksik kalmıyordu. “Bunların hepsini çekip sonra facebook’da yayınla. Görmemişin bebeği olmuş facebook’a koymuş” diye aralarda bize takılmadan da edemiyordu.

Sonra Lâl’in üç boyutlu görüntüsünü gösterdi bize. Bu görüntüde yüzü gayet net belli oluyordu. Bayağı şekillenmişti artık yüz hatları ve uzuvları. Gerçekten burnu, gözü, ağzı, kulağı teker teker seçilebiliyordu. O anda monitöre sarılıp öpmek istedim gerçekten. Nursen’in de benimde içimiz kıpır kıpır olmuştu. İlk deva Lâl’i bu kadar net görüyorduk ve ben gerçekten duygulandım. Şöyle bir Nursen’e baktığımda onunda duygulu gözlerle monitöre baktığını gördüm.

Bu arada doktorumuz üç boyutlu görüntünün de olduğu 3-4 görüntüyü kağıda basıp bize verdi. Lâl’in ilk fotoğrafları elimizdeydi artık. Yalnız üç boyutlu görüntüde kafa kısmında kocaman siyah dairesel bir şekil vardı. Bu ilk anda bizi merak ettirdi. Doktorumuza sorduğumuzda “Bu sadece ultrason cihazında ışık gitmeyen bölge. O yüzden karaltı şeklinde çıkmış. Merak etmeyin” cevabı ile rahatladık.

14 Eylül 2012 Cuma

Ultrasonda Lâl’in Sürprizi


Konuşmaların üzerine bizi muayene odasına aldı. Ultrasona ile kontrolleri yapacaktı. Ben hemen cep telefonumu video modunda hazırladım. Gene ekrandaki Lâl’in görüntülerini videoya çekecektim. Ama önceden doktora sorup izin istedim. Hiçbir sakınca olmadığını söyleyince doktor muayeneye ben çekime başladım. Tabii ki bir yandan da doktorumuzla ve Nursen’le konuşuyordum.

Daha muayenenin başında, ilk görüntüleri gördüğümüz anda Lâl müthiş bir sürpriz yaptı bize. Daha doğrusu yapmış. Doktorumuz söyleyince biz farkına vardık. Biz görüntülere ne kadar dikkatli bakarsak bakalım detayları anlayamıyoruz. Lâl’in bize sürprizi çişini yapmasıydı. Doktorumuz “Aaa bakın çişini yapıyor!” dedi. Biraz dikkatli bakınca bizde fark ettik. İnce bir çizgi akıp gidiyordu ve dalgalanma vardı. Bu bizi çok şaşırtmıştı. Sonra Lâl dönüp bize baktı. Onu gördüğümüzü fark etmiş gibi o da bizi görmeye çalışıyordu sanki.

Doktorumuz muayene esnasında da çok sempatik ve espriliydi. Her şeyi en ayrıntılı şekilde anlatıyordu bize. “Bakın burada herhangi bir malzeme yok. Bu bebek kesin kız” dedi. Bu yorum bizim çok hoşumuza gitti. Dikkatli bakınca gösterdiği yerin direkt vajina olduğu belli oluyordu. Biz de amniyosentez sonucundan sonra kız olduğunu canlı olarak görmüş olduk.

Doktorumuz isim düşünüp düşünmediğimizi sordu. Bize Lâl olacağını söyleyince çok hoşuna gitti isim. “İyi bari kısa kolay bir isim” dedi. Bizde “Öyle olması daha iyi. Soyadı zaten uzun bari ismi kısa olsun” dedik. Doktorumuz soyadımızın Tepiltepe olduğunu öğrenince kısa isim koymamızın isabet olduğunu söyledi.

Bu tavırları ve sohbeti bizi gerçekten çok memnun ediyordu ve rahatlatıyordu. Özellikle Nursen çok neşeli ve rahattı. İşte doktor dediğin böyle olmalıydı. Daha önce gittiğimiz doktorlardan hiç böyle bir yakınlık ve sıcaklık görmemiştik.

Kilosu 1156 grammış ve gelişimi gayet güzelmiş Lâl’in. Boyu da normalden uzunmuş. Doktorumuz yan gözle bana bakıp “E normal tabii” dedi. Nursen’e boyunu sordu önce. Nursen 1,67 cm olduğunu söyledikten sonra bana sordu. Bende 1,92 cm deyince “E maşallah. Normal tabii uzun boylu olması” dedi tekrar. Boy olarak biraz bana çekecekti sanırım Lâl.

11 Eylül 2012 Salı

Şeker Yükleme Testi Gerekecek mi?


Verdiğimiz tarihlerden tahmini olarak doğumun ekim ayının 20’si gibi olacağını söyledi. Ama ekim ayının ilk haftasından itibaren de her an olabilirmiş. Gidişata bakarak o zamanlarda karar veririz dedi. Nursen tüp bebek yaptığımızdan dolayı riskli gebelik grubunda olduğundan ve belindeki disk kayması yüzünden doğumu sezaryen yapacağını söyledi. Nursen de zaten öyle istiyordu. Aslında doktor normal doğum taraftarıymış ama bu durumda o da sezaryenin daha mantıklı ve Nursen için daha kolay olacağını söyledi.

Doğum için hastane seçimini bize bıraktı. Hangi hastanede isterseniz orada yaparız dedi. Birkaç tane alternatif verdi bize. Bizde o alternatifler arasında bir seçim yapacaktık. Aslında aklımızda bir hastane vardı. Daha önceden orada doğum yapan tanıdıklarımızdan aldığımız bilgilere göre bizimde hoşumuza gitmişti o hastane. Hem de o hastane bizim ilk kontrollere gittiğimiz ve ilk doktorumuzdan vazgeçtiğimiz hastaneydi. Ama doktordaki olumsuzluğu hastaneye yüklemiyorduk tabii ki. Doktor ayrı hastanenin doğum servisi ayrı.

Doktorumuza her hangi bir tahlil veya benzeri bir şey yaptırmamızın gerekip gerekmediğini sorduk. Daha önceden amniyosentez ve detaylı ultrason yaptırdığımızdan bahsettik. İkisininde sonuçlarından kendisine gösterdik. Doktor durumun gayet güzel olduğunu başka bir tetkike gerek olmadığını söyledi. Daha önceden duyduklarımıza göre şeker yükleme testine gerek olup olmadığını sorduğumuzda da Nursen’e şöyle bir bakıp hiç gerek olmadığını söyledi.

Hamilelik döneminde kadında şeker sorunu yoksa bile hormonel değişimlerden dolayı ‘hamilelik şekeri’ denilen bir durum ortaya çıkabiliyor ve doğumdan sonra bitiyor. Özellikle Nursen gibi riskli gebelik grubundaki bir hamile için bu çok önemlidir. Sonuçta bebek glukoz ihtiyacını anneden karşıladığı için eğer ‘hamilelik şekeri’ gibi bir rahatsızlık oluşursa bu bebek için riskli bir durum oluşturabilir. Bunun için hamileliğin 24. – 28. haftalarında glukoz yüklemesi ile şeker testi yapılması gerekebilir. Bu testin yaptırılması gerek durumlar ise aşırı kilo, hamilenin 30 yaş üzerinde olması, ailede veya kadının kendisinde daha önceden şeker hastalığı olması.

Doktorumuz, Nursen’in kilosunun şeker yükleme testi yapılmasını gerektirecek kadar fazla olmadığını bu yüzden gerek olmayacağını söyledi. Daha önceden de şeker hastalığı yok zaten. Belki ilerleyen zamanlarda gerekir ona da o zaman bakarız dedi. Bunun üzerine üstüne basa basa kilosuna dikkat etmesini ve fazla kilo almamaya çalışmasını önerdi.

Bir tetkikten kurtulmuştuk. İşin en zor yanı bu tetkikler oluyor çünkü. Nerede yaptıracağımızı araştırmak, oraya gitmek, yaptırmak için uğraşmak gerçekten sıkıntı verici olabiliyor. Zaten bir sürü işimiz var bir de bununla uğraşamayacak olmamız çok iyi oldu aslında. 

3 Eylül 2012 Pazartesi

Yeni Doktorumuzla İlk Görüşmemiz


Hafta sonunu evde geçirdikten sonra pazartesi günü yeni doktorumuza gidecektik. Hani şu tatile gitmeden önce devamlı önünden geçip “Hadi girip Lâl’i görelim” dediğimiz, evimize çok yakın olan doktor. Gerçekten çok merak ediyorduk. Alışabilecek miyiz? Sevecek miyiz? Nasıl olacak? Çok merak ediyorduk.

Pazartesi günü işe gittim ve öğleden sonra erken kaçıp eve döndüm. Randevumuz akşam üzeriydi. Hazırlandık ve heyecanla doktorumuzun muayenehanesine doğru yola çıktık. Yavaş yavaş yürüyerek gidiyorduk. Zaten Nursen o haliyle ne kadar hızlı yürüyebilirdi ki?

Muayenehanenin olduğu apartmana geldik fakat küçük bir sorun bizi bekliyordu. Muayenehane 4. kattaydı  ve binada asansör yoktu. Yukarı çıkmak için biraz zorlandık aslında. Ama bir şey çok iyi düşünülmüş. Sanırım doktorumuz düşünmüş bunu. Bu merdivenleri hamilelerin çok kullanacağını düşünerek 2. kata oturup dinlenmek için bir bank konulmuş. Gerçekten de çok işe yaradı. Orada kısa bir mola verip 2 kat daha devam ediyorduk yukarı.

Muayenehaneye girdiğimizde sekreter tarafından çok nazik ve güler yüzlü bir şekilde karşılanıp bekleme salonuna geçtik. Keyifli ve ferah bir salondu. Özellikle sıkıntılı hamileleri boğmayacak şekilde dekore edilmiş gibiydi. Ya da biz o şekilde algılayıp yorumladık. Bekleyenler de bayağı fazlaydı. Yoğun hasta trafiği olan bir doktor demek ki. Bir yandan etrafı ve ortamı seyrederek, bir yandan kendi aramızda sohbet ederek sıramızın gelmesini bekledik.

Çok fazla zaman geçmeden sekreter bizi çağırdı. Doktorun odasına doğru gidiyorduk ki doktor bizi kapıda karşıladı ve müthiş bir güler yüzlülükle, sempatiklikle, sıcaklıkla bize hoş geldiniz dedi. Hatta hoş geldiniz de değil “welcome” diyerek bizi karşıladı. Genç denilebilecek yaşlardaydı. İlk anda benim kanım direkt ısındı doktora. Hatta birazda kaynadı. Sonradan Nursen’le konuştuğumuzda o da aynı şeyleri düşündüğünü söyledi.

İlk önce odasına geçtik ve biraz sohbet ettik. Durumumuzu daha önceden Evrim’den biraz olsun öğrenmiş. Bize bazı sorular sorarak gerekli bilgileri bilgisayarına girdi. Tüp bebek tedavisine başlangıç tarihi, son regl tarihi v.b. sorular. Bu sorulara daha önceden hazırlıklıydık. Tüm tarihler ve bilgiler notlarımızda vardı. Teker teker bilgileri verdikten sonra bu zamana kadar ki olan biteni anlattık doktorumuza. Bizi dikkatle ve ilgiyle dinliyordu. Arada öğrenmesi gereken soruları soruyordu ve hiç bizi sıkmadan, çok samimi ve sıcak davranarak rahatça şakalar yapıyordu. Onu öyle görünce bizde rahatlayıp şakalar yapmaya başladık. Çok keyifli bir ilk görüşme oluyordu. Daha da kendimize yakın bulmaya başladık doktorumuzu. 

28 Ağustos 2012 Salı

‘Minik Kelebek’ Lâl


Artık doğum hazırlıklarına başlayacaktık. Doğuma şunun şurasında 3 ay kalmıştı. Biz doğumdan en geç 1 ay önce tüm işlerimizi bitirmeyi plânlıyorduk. Ne olur ne olmaz ya erken geleceği tutarsa Lâl’in! Yeni doktorumuza gideceğiz, Lâl’in odasını boyayacağız, eşyalarını alacağız, odasını süsleyeceğiz, Nursen’e doğum çantası hazırlayacağız, Lâl’in eşyalarını hazırlayacağız.

Bir sürü işimiz var yani. 2 ay içinde bitiririz diye düşünüyoruz. Ankara henüz çok sıcak olduğundan işleri yavaş yavaş günlere yayarak yapacağız. Nursen için yorucu olmayacak şekilde ve bunalmayacağı şekilde.

Evimizde hafta sonunu dinlenerek geçirdik. Sıcaktan dolayı evdeyken anca vantilatör karşısında oturabiliyorduk. Nursen bu şekilde dayanabiliyordu sıcaklara. Gerçi benim içinde çok sıcaktı ve vantilatör iyi oluyordu.  Evde zamanımız film seyrederek, plânlar yaparak, alış veriş araştırmaları yaparak geçiyordu. Araştırmalarımızda tabii ki internet çok büyük rol oynadı.

Kendi arabamız yoktu ama kuzenim tatilde olduğu için arabasını biz almıştık. Bu bize çok büyük kolaylık sağladı. Gideceğimiz bir sürü yer vardı ve arabasız bizim için gerçekten çok zor olacaktı. Taksiyle, dolmuşla sağa sola gitmek çok zor ve maddi açıdan da ağır olacaktı.

Bu arada Lâl’in hareketleri de iyice artmaya başladı. Artık bende bayağı hissedebiliyordum Lâl’i. Hatta dışarıdan da gözle görülebiliyordu kıpırdanmaları. Hareket ettiğinde Nursen’in karnında dalgalanmalar oluyor, ayağı veya eliyle ittiğinde küçük tepecikler oluyordu. Onları seyretmek, hissetmek gerçekten müthiş bir duygu. Devamlı konuşuyorduk Lâl’le. Bir şeyler anlatıyorduk, kendimizden bahsediyorduk, onun için neler yapacağımızı anlatıyorduk. O konuşmalarımızda genelde tepki veriyordu içeriden. Sanki bizi anlıyormuş gibi. Anlamasa bile seslerimizi tanıyordu. Birbirimize alışıyorduk işte ne güzel.

Hareketler akşam daha da artıyordu. Özellikle gecenin bir vakti, uykumuzun en tatlı yerinde uyanıp kıpırdanmaya başlıyordu. Nursen beni de uyandırıyordu ve beraber takip ediyorduk hareketleri. Uykumuzdan uyanıyorduk ama değiyordu gerçekten. Nursen, Lâl’i “minik kelebeğim” diye sevmeye başlamıştı. Hareketlendiğinde “İçimde kelebek gibi hareket ediyor. Minik minik hareketler oluyor” diyordu. O günlerden sonra hep ‘minik kelebeğim’ demeye başladı Lâl’e.