Öne Çıkan Yayın

Tüp Babayım "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu"

Tüp Babayım  "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu" 9 Şubat'ta çıkıyor

Lilypie - Personal pictureLilypie Angel and Memorial tickers

21 Kasım 2014 Cuma

Çocuk Hakları Evrensel Beyannamesi

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü

Çocuklarımız, bizim hayatımız ve geleceğimiz.. Bugünümüz onlarla var ve geleceğimiz onlarla var olacak..

UNICEF Kaynaklarından Çocuk Hakları Sözleşmesinden Kısaltılarak Alınan ve Çocukların Diliyle İfade Edilen Özeti...

Madde 1: Ben çocuğum. On sekiz yaşına kadar bir çocuk olarak vazgeçilmez haklara sahibim.

 
Madde 2: Bu sözleşmedeki haklar bütün çocuklar içindir; beyaz çocuk, kara çocuk, kız çocuk, erkek çocuk fark etmez. Doğduğumuz yer, konuştuğumuz dil de fark etmez. Büyüklerimizin inançlarının, görüşlerinin farklı olması yüzünden çocuklara ayrım yapılmaz. Bu haklara sahip olmak için çocuk olmak yeterlidir. 

Madde 3: Büyükler, çocuklarla ilgili bütün yasalarda, bütün girişimlerde önce çocukların yararlarını düşünürler. Büyüklerimiz bu ödevlerini yapamıyorsa devlet çocuklara bakar ve korur. 

Madde 4: Haklarımızın uygulanması için gereken her türlü çaba gösterilir. Haklarımdan yararlanmam bütün devletlerin güvencesi altındadır. 

Madde 5: Bizi büyüten, yol gösteren büyüklere bizi daha iyi yetiştirsinler diye yardım edilir. 

Madde 6: Çocukların yaşamını korumak herkesin ilk görevidir.Yaşamak her çocuğun en temel hakkıdır. 

Madde 7: Her çocuğa doğduğunda bir isim konur. Devlet bu ismi kaydeder. Çocuğa kimlik verir. Artık çocuk o devletin vatandaşı olur. 

Madde 8: Konan ismim, kazandığım vatandaşlık hakkım ve aile bağlarım korunur. Bunları değiştirmek için baskı uygulanmaz. Bunlar benden alınırsa bütün devletler ona karşı çıkar. 

Madde 9: Çocuğu ailesinden kimse koparıp alamaz. Ama bazen de anne baba çocuğa bakamaz durumda olabilir. Çocuk bu durumdan zarar görebilir. Çocuk zarar görmesin diye çocuğa başka bir bakım sağlanır.Bu bakım sırasında çocuk anne babasıyla düzenli görüşebilir. 

Madde 10: Ayrı ülkelerde yaşayan anne baba ve çocukların birlikte yaşamaları için her türlü kolaylık gösterilir. 

Madde 11: Çocuklar anne babalarının birlikte izni ve haberi olmadan başka ülkelere götürülmezler, oralarda bırakılmazlar. Bunu yapanlara karşı mücadele edilir. 

Madde 12: Beni ilgilendiren konularda benim de görüşlerim alınır. Büyükler beni dinlerler. Düşüncemi öğrenmeye özen gösterirler. Çok küçüksem bir büyük de benim adıma konuşabilir. 

Madde 13: İsteklerimi ve düşüncelerimi seçtiğim bir yolla açıklayabilirim, resmini çizebilirim ya da yazabilirim. Ama bazı konularda başka kişiler ve toplum zarar görecekse o konudaki kurallara da uymam gerekir. 

Madde 14: Biz çocukların düşüncelerini geliştirmeleri ve istedikleri dini seçmeleri hakkına saygı gösterilir. Bu konuda bizi yetiştirmekle yükümlü olan büyüklerimizin de bize yol gösterme hakları ve görevleri vardır. Onlara da saygı gösterilir. 


Madde 15: Arkadaşlarımla barış içinde toplanabilirim. Dernekler kurabilirim. Kurulu derneklere üye olabilirim. 

Madde 16: Çocuklar onurlu ve saygın birer insandır. Hiç kimse onların onurlarını kıramaz, onları küçük düşüremez, yaşadığı konut ve kurumdaki özel yaşantısına karışamaz. Bu haklarımız yasalarla korunur. 

Madde 17: Kitle iletişim araçları önemlidir, her türlü iletişim aracını kullanarak kendim için bilgi alabilirim. 

Madde 18: Yetiştirilmemizden en başta anne babamız ya da onların görevini üstlenmiş büyüklerimiz sorumludur. Onların bu görevlerini en iyi biçimde yapabilmeleri için her türlü kolaylık sağlanır, gerekiyorsa yardım edilir. 

Madde 19: Yetişmemizden sorumlu olanlar bu haklarını çocuklara zarar verecek şekilde kullanmazlar. Çocukların bu tür zararlara uğramaması için her türlü önlemi almak devletin görevidir. 

Madde 20: Çocuklar ailelerinden yoksun kalabilirler. Bazı aile ortamları ise çocuklar için yararlı olmayabilir. İşte o zaman çocukların devletten özel koruma ve yardım alma hakları vardır. Devlet bu görevini çocuk için uygun aile bularak ya da onlara bakacak kuruluşlara yerleştirerek yapar. 

Madde 21: Anne babasıyla olamayacak çocukların aile yoksunluğu çekmemesi için onlara iyi aileler bulunur. Bunun için çok dikkatli bir araştırma yapılır. 

Madde 22: Çocuklar başka ülkeye gitmek zorunda kalırlarsa o ülke de çocukları korur. Birbirinden ayrı kalan anne ve baba birleştirilmeye çalışılır. 

Madde 23: Özürlü çocuklar özel olarak korunurlar. Kendilerine yeten saygın birer insan olmaları sağlanır. Devlet onların bakımları, eğitimleri ve iş sahibi olmaları için gerekli kurumları oluşturur. Ailelerine her türlü yardımı yapar. 

Madde 24: Sağlığım ve hastalıklardan korunmam, devletin ve toplumun güvencesi altındadır. Bunun için beslenmeme, aşılarımın yapılmasına, çevrenin temizliğine dikkat edilir. Hastalanırsam tedavi edilirim. 

Madde 25: Kreşler, çocuk yuvaları, yurtlar, okullar, çocuk hastaneleri çocukların haklarına uygun olarak, çocuklara daha iyi bakmak için yeniden düzenlenirler. 

Madde 26: Bütün çocukların sağlıkları, eğitim hakları, beslenme ve bakımları güvence altına alınır. 

Madde 27: Bana bakmakla yükümlü olanlara bana daha iyi bir yaşam sağlamaları için gerekirse giyim, barınma ve beslenme konularında yardım edilir, destek olunur. 

Madde 28: Eğitimimi eksiksiz yapabilmem için desteklenir ve korunurum. İlköğretim herkes için parasızdır, kız olsun erkek olsun her çocuk için zorunludur. 

Madde 29: Devlet, benim tüm insanlar arasında dostluk ruhuyla, özgür bir toplumda, sorumluluk üstlenecek şekilde yaşamamı sağlar. 

Madde 30: Azınlık grubun çocuklarına da herhangi bir ayrım yapılmaz, devlet azınlık gruplardan gelen çocukların haklarını da korur. 

Madde 31: Boş zamanlarımı değerlendirmem, oynamam, eğlenmem için çocuk bahçeleri, çocuk kulüpleri, kitaplıklar, spor okulları açılır. Her çocuk böyle faaliyetlere özendirilir. Bunlardan yararlanmak hepimizin hakkıdır. 

Madde 32: Ben çocuğum. Büyükler gibi bir işte çalışamam. Ben okula gider ve oynarım. Eğer çalışmak zorunda kalırsam yapacağım iş eğitimime engel olmamalı, sağlığımı bozmamalı, bende zararlı alışkanlıklar yaratmamalıdır. 

Madde 33: Çocuklar zararlı maddelere karşı korunurlar. Bunları üretenler ve çocuklara verenlere cezalandırılırlar. 

Madde 34: Bedenim bana aittir. Beni bedensel ve ruhsal yönden örseleyecek hiçbir yaklaşıma izin verilmez. 

Madde 35: Çocukları kaçırıp kötü kişilere satan, onları uygunsuz şekilde çalıştırmak isteyenlerle tüm devletler mücadele ederler. Çocukları korurlar. 

Madde 36: Büyükler kendi çıkarları için çocukları kullanamazlar. 

Madde 37: Hiçbir çocuk insanlık dışı yöntemlerle ya da aşağılanarak cezalandırılamaz. Çocuklar suç işlemişse uygulanacak cezalar yaşına uygun gelişmelerini engellemeyecek şekilde ve eğitsel olmalıdır. 

Madde 38: İnsanların birbirlerini öldürmesi kötüdür. Savaş insanların birbirlerini öldürmesidir. Çocuklar savaştan korunmalıdır. On beş yaşından küçük hiçbir çocuk askere alınmaz. 

Madde 39: Eğer çocuklar çeşitli nedenlerle zarar görmüşlerse bedensel ve ruhsal sağlıklarına yeniden kavuşmaları için tüm önlemler alınır. Yeniden topluma kazandırılırlar. 

Madde 40: Çocuklar suçun ne olduğunu bilmezler. Bilerek ve isteyerek kimseye zarar vermezler. Suç işleyen çocukların yeniden topluma kazandırılması için özel yasalar çıkarılır, özel kuruluşlar oluşturulur. 

Madde 41: Eğer bir ülkenin yasaları bu çocuk hakları sözleşmesine uygunsa değiştirilmez. Değilse değiştirilir. 

Madde 42: Çocukların haklarına ilişkin tüm bu ilkeleri hem çocuklar hem de büyükler öğrenmeli ve öğretmelidir.


19 Kasım 2014 Çarşamba

ÇOCUĞUMA DOKUNMA - HER ANNE BABA MUTLAKA OKUMALI

Çocuk yetiştiren her anne babanın mutlaka okuması ve uygulaması gereken çok önemli maddeler..

1) Dudaklarından öpmeyin kuzularınızı,


2) Garson amca kızar şimdi , bak teyze kızacak şimdi diye herkes sana kızabilir bağırabilir imajı yaratmayın
3) Kalabalık araçlarda otur teyzenin kucağına, sıkış amcanın yanına diyerek yabancılar ile arasında bağı kuvvetlendirmeyin.
4) Akraba dahi olsa çocuğunuzu kimse ile tuvalete yollamayın.
5) Kendini öptürmek istemiyor ise "öpsün bir kere" demeyin ona kızmayın.
6) Utana sıkıla modern olacağım diye çocuğunuz ile banyo yapmaya çalışmayın. (dikkat bebeğiniz ile demiyorum)
7) Vücuduna o istemedikçe kimse dokunamaz bunu ona öğretin
8) Yol boş diye kırmızı ışıkta çocuğunuz yanında karşıdan karşıya geçmeyin
9) Yol boş diye üst geçit yerine trafiğin arasından karşıdan karşıya geçmeyin
10) Litre litre kola içip kola çok zararlı demeyin (inandırıcılığınız ölüyor)
11) Kitap , dergi, gazete okumuyor iseniz çocuğunuz okumuyor diye onu aşağılamayın. 
Gökten inmiyor okuma alışkanlığı.
12) Sen yapamazsın değil, denemek ister misin deyin...
13) Anne- baba olun arkadaş değil...
14) Cıssssss demeyin, ona olabilecek zararı anlatın. Anlayacağı cümleler ile bilimsel gerçekler ile değil
15) Göz teması kurun
16) Bolca sarılın (unutmayın sizden ihtiyacı olan sevgiyi alan çocuk dışarıya daha az 
yönelecektir.)
17) Aşağılamayın, yargılamayın, utandırmayın ve asla kıyaslamayın (unutmayın her çocuk özeldir. Tektir.)
18) Korkutarak değil açıklayarak öğretici olun.
19)Sorduğu kadarına yanıt verin destan yazmayın
20) Çocuğunuzu etiketlemeyin, olumlu-olumsuz etiketler baskı yaratır. Ona isim takmayın, el şakası yapmayın ...

11 Kasım 2014 Salı

DELİ YENGEÇ; KALİTELİ BİR ANKARA MEKÂNI

Ankara, iç anadolu şehri olmasına rağmen balıkçıları ve balık restoranları ile ünlüdür. İstanbullular bile der ki; Türkiye’de ki en taze balık Ankara’da bulunur. Bir Ankara’lı olarak bende böyle düşünüyorum aslında. Kızılay veya Ulus’da ki balıkçılara gittiğinizde her zaman günlük ve taze balık bulabiliyorsunuz.

E hâl böyle iken, bu kadar taze balık ve deniz ürünü varken balık restoranları da Ankara’nın olmazsa olmazı. Bu restoranların en kalitelilerinden birisi de Deli Yengeç…

Deli Yengeç, kendine özgü tarzı olan Ankara’nın nadide mekânlarından birisi.. Her daim kaliteli ve taze deniz ürünleri bulabiliyorsunuz. Balık çeşitlerinden tutunda diğer deniz ürünleri olan ahtapotu, yengeci, ıstakozu ne isterseniz mevsimine göre en taze şekilde müşterilerini bekliyor. Restoranın adına yakışır şekilde yengeç zaten mekânın favorisi.

İstediğiniz balığı dolaptan kendiniz seçip nasıl pişmesini istiyorsanız belirttikten sonra masanıza geçip şahane şekilde servisini bekliyorsunuz. Ya da dolaptan o güne özgü deniz ürünlerini gözünüzle seçip sipariş edebiliyorsunuz. Hani “Denizden babam çıksa yerim” derler ya… İşte Deli Yengeç tam bu düşüncede olan balık severler için..


Tabii ki balık ve deniz ürünlerinin yanı sıra sofranızı renklendirecek taze ve çok lezzetli mezeleri de her gün yenilenerek size servis edilmeyi bekliyor. Lezzetli ve sıra dışı mezelerden de tatmak gerekiyor yemeğinizin yanında.

Lezzeti destekleyen en önemli unsur önce göze hitap eden sunumudur. Sipariş ettiğiniz balık ve deniz ürünleri öyle güzel bir sunumla sofranıza geliyor ki eliniz çatal bıçağa gitmiyor bile… O tabaktaki sunumu bozmaya kıyamıyorsunuz… Önce biraz seyredip gözünüze, sonra o enfes kokusunu içinize çekip burnunuza, sonra nazik ve yumuşak hareketlerle tatmak üzere ellediğinizde doku duyunuza, bir lokma alıp yavaşça ağzınıza atıp şöyle bir dilinizle damağınız arasında ezdiğinizde de tat alma duygunuza hitap ediyor. İşte bu şekilde yediğinizin zevkine varıyorsunuz.

Deli Yengeç’in böyle lezzetli yemekleri yanında en önem verdiği ve çok da başarılı şekilde uyguladığı unsur ise müşteri memnuniyeti. Kapısından içeri girerken mekânın dekorasyonu, renkleri, aydınlatması, müziği direkt sizi içeri çekiyor. Size en önemli müşteri olduğunuzu hissettirecek karşılama ise cabası. Masanıza oturduktan sonrada size sunulan servis hizmeti ise sizin kendinizi rahat hissetmenizi, keyifle yemek yemenizi, sofranızı paylaştığınız kişilerle sohbet etmenizi sağlıyor.
Sofranızı taçlandıracak içecek seçimi de size kalmış. İster alkollü ister alkolsüz kaliteli ve çeşitli içeceklerden dilediğinizi seçebilirsiniz.

Deli Yengeç’in profesyonel, yenilikçi ve modern işletmesi de misafirlerinin memnuniyetini sağlamak için elinden gelenin en iyisini yapmak için çalışıyor. Onlar için önemli olan misafirlerinin bir seferlik değil her zaman Deli Yengeç’i ziyaret etmeleri.

Hatta şu anda ziyaretiniz için sizi heyecanla bekliyorlar….

https://www.facebook.com/pages/Deli-Yenge%C3%A7/390668697694409?fref=ts

6 Kasım 2014 Perşembe

Aquafresh - Küçük ağızların uzmanı

Anne ya da baba olarak, çocuğunuzun hayat boyu daha sağlıklı ve daha temiz dişlere sahip olması için ihtiyacı olan doğru diş fırçalama ve yeme alışkanlıklarını

en iyi siz kazandırabilirsiniz. 

Çocuğunuzun dişleri yüzde 50 daha incedir. Bu yüzden uzman korumamıza ihtiyaçları vardır. Çocuğunuzun yaşına uygun hazırlanmış Aquafresh Kids ile çocuklarınızın dişlerini rahatlıkla koruyabilirsiniz. 


Daha fazla bilgi için lütfen Facebook sayfamızı ziyaret edin: https://www.facebook.com/aquafreshtr


Bir boomads advertorial içeriğidir.

17 Ekim 2014 Cuma

Çiy Damlam, 3 Yaşında Oldun Bile…

Bir tanecik çiy damlam benim… Göz açıp kapayıncaya kadar geçti 3 sene. Bugün tam 3 yaşındasın artık. Tam üç sene önce bugün dünyaya geldin. Annen, ben ve sevdiğin bir çok yakının bu saatlerde hastanede heyecanla senin gelmen için saat sayıyorduk. Şimdi ise hayatımıza girdiğin günden beri artık seneleri saymaya başladık.

Çiy damlam, üç senemiz seninle dolu dolu geçti. Her anımızı seninle paylaştık, her anımızda yanımızda olmanı istedik. Gittiğimiz yer, yaptığımız iş fark etmedi, hep seninle beraber paylaştık o anları. Ama itiraf ediyorum, ara sıra annenle beraber baş başa bir yerlere giderek kaçamak yaptığımız zamanlar oldu. Ama inan ki tek amacımız, sadece senin biraz bizsiz kalıp kafanı dinlemen içindi J

Gayet sakin, rahat, sıcak kanlı, olumlu bir bebek oldun sen. Bebek diyorum çünkü artık kocaman oldun ve ‘çocuk’ sınıfına girdin. Ara sıra arızaya geçip huysuzlandığın zamanlar da oldu tabii ki ama ne de olsa sen bebeksin, bunlar olmazsa bir gariplik var demektir. Ama biz senden hiç şikayetçi olmadık. Bebekliğinden kaynaklanan her huysuzluğunda, her sorunda sakin ve mantıklı şekilde çözüme gitmeye çalıştık. Genelde de başarılı olduk. Tamam ara sıra annenin ve benimde çıldırdığımız zamanlarımız oldu ama sende bize biraz hak ver, biz de 40 yaşı devirmiş durumdayız. Bazen tahammül sınırımız düşük olabiliyor.

Sakin ve rahat bir bebek olmanda ki en büyük etken ise 2 yaşına kadar seni annenin büyütmesi oldu. Seninle o kadar güzel ve sakince ilgilendi ki sende bu sakinliği karakterinde, kişiliğinde yansıttın. 2 yaşından sonra ne mi oldu? Merak etme gene çok iyiydin. Yaklaşık 1 sene bıdıbıdı’cığın (babaannen) sana baktı ve sonrada kreşe başladın. (Babaanne’ne ilk konuşmaya başlamandan itibaren ‘bıdıbıdı’ dedin. Umarım bu mektubu okuduğun yaşlarında da bıdıbıdı demeye devam ediyor olursun. Ha bu arada annene de ‘Hua’ diyordun ama 3 yaşından 2 ay kadar önce sadece anne demeye başladın.)

Ben neredeyse hastalık derecesinde sana düşkün oldum. Seni, sensiz geçen her anda çok özlüyorum, aklıma geldiğin anda burnumun direği sızlıyor. Baba olmak ve özellikle de kız babası olmak çok değişik ve müthiş güzel bir duyguymuş meğerse. Sayende yaşadım bu güzelliği.

Zaten duygusal bir adamım ama seninle daha da duygusal oldum. Sen uyurken, oyun oynarken, yemek yerken hiçbir şey düşünmeden seni seyrettim. Kucağımda uyurken sana baktığımda gözlerim yaşardı. Sana olan sevgimden, mutluluğumdan ağladım.

Doğal olarak annene çok düşkün oldun. Bunu kıskanmıyor da değilim açıkçası. Ama bana olan sevginin de farkındayım. Bana ‘baba’ diye her seslendiğinde içim eriyerek yanına koştum, elimi tuttuğunda, başını göğsüme yasladığında, senin için çok konforlu olan göbeğime yattığında hissettiğim mutluluğumun, huzurumun tarifini yapamam. En ufak bir rahatsızlığında, en ufak bir şekilde canın acıdığında benimde içim sızladı. O acıyı, rahatsızlığı bende hissettim. Sen benim bir parçamsın ve hayatımsın, canımsın, her şeyimsin.

Son zamanlarda bana biraz daha düşkün olmaya başladın ve bu beni çok mutlu ediyor. Hani derler ya “kız çocukları babalarına düşkün olur” diye, işte bende bunu bekliyorum heyecanla. Seninle oyun oynamak, birlikte bir şeyler yapmak, beraber zaman geçirmek, seninle herhangi bir zamanı paylaşmak benim için en büyük mutluluk. Bazen bir işi yaparken bana yardım bile ediyorsun ya hani işte o zamanlarda işim bir kolaylaşıyor ve keyifli hale geliyor ki sorma gitsin. Mesela elimde tornavida bir şeyleri vidalarken bana yardım edip o vidaları senin vermen, yaptığım bir şeyin ucundan tutman seninle geçirdiğim en güzel zamanlardan birisi oluyor. Her ne yaparsam yapayım, eğer senin içinde tehlikesiz ve uygunsa o işi seninle yapmak benim için ayrı bir mutluluk oluyor. Tabii aynı şekilde annene de mutfakta, çamaşırda, temizlikte yardımlarını esirgemiyorsun ve annen de eminim benim kadar mutlu oluyordur. Ha o durumda da ikinizi seyretmek çok keyifli oluyor.

Bu üç senedir senin gelişimini, büyümeni izlemek ve takip etmek gerçekten çok şaşırtıcı oldu. Hemen her gün yeni bir gelişim gösteriyorsun, yeni bir şey yapıyorsun, hiç umulmadık zamanda bir şey söylüyorsun veya bir hareket, mimik yapıyorsun. Tüm bunları gün be gün yaşamak, görmek çok çok keyifli ve şaşırtıcı.

Ben, senin hayatımıza girdiğin andan şu ana kadar çok mutlu oldum ve bundan sonrada bana bu mutluluğu arttırarak yaşatacağına eminim. Sen benim hayatım oldun ve artık hayatımda senden başka bir şey düşünemiyorum. Seni kendimden de çok seviyorum ve seveceğim Çiy Damlam.

Benim ‘baba’ olmamı sağlayıp, bana bu duyguyu yaşattığın için sana çok teşekkür ederim. Seni inanamayacağın kadar çok seviyorum...

3. yaş günün kutlu olsun ve daha nice mutlu, sağlıklı, başarılı, huzurlu yaşların olsun Çiy Damlam... 

2 Ekim 2014 Perşembe

Baba ilgisiyle büyüyen çocuk daha sosyal


Yapılan araştırmalara göre babanın yakın ilgisi, çocuğun sosyal ve duygusal gelişimini olumlu etkiliyor. Babanın ilgisiyle büyüyen çocuk kendini ifade etme ve iletişim kurmada daha becerikli.

İlk aylarda baba tarafından yoğun ilgi ve bakım gören bebeklerin çevreleriyle iletişim kurmada daha istekli olduğu belirtilmektedir.

Babanın çocuğun bakımıyla yakından ilgili olması özellikle erkek çocuklarda, ileriki yaşlarda karşı cinsel şiddet uygulama eğilimini düşürmektedir. Tek başına bir anne tarafından yetiştirilen çocuklar büyüme süreçlerinde sadece anneyle beraber oldukları için en ufak mutsuzluklarını ya da sorunlarını bile direk anneye bağlayabilir ve ileriki yaşlarda anneye, dolayısıyla karşı cinse karşı olumsuz tepkiler geliştirebilirler. Babanın çocuğun büyüme sürecindeki aktif rolü ise bu olasılığı düşürmektedir.

baba-cocuk-dag-deniz-71

Baba ilgisi çocuğun kendini ifade etme becerisini geliştiriyor

Yapılan araştırmalar babalarının yakın ilgisiyle büyüyen çocukların genelde kendilerini ifade etme ve iletişim kurabilme konusunda daha becerikli olduğunu göstermiştir.

Babanın, çocuğun bireyselleşmeyi öğrenmesi üzerinde rolü büyüktür. Çünkü anneler çocuk bakımında çok daha korumacı, denetleyici bir yaklaşım sergilerken babalar çocuğun çevreyi ve hayatı keşfetme aşamasında ona daha fazla özgür alan bırakmayı tercih eder.

Örneğin çocuk hayatında ilk kez yabancı bir varlıkla (bir köpek, yeni bir oyuncak gibi) karşılaştığında anne çocuğa mümkün olduğunca yakın durarak onun rahatlamasını, güvende hissetmesini sağlar. Oysa babalar genellikle daha geri planda kalarak çocuğun bu yeniliği tek başına keşfetmesine olanak sağlar. Böylelikle çocuk ebeveynlerden ayrılmak durumunda kaldığında ya da yabancı kişilerin yanındayken de rahat olmayı, ağlamamayı öğrenir.

Yetişme sürecinde babanın aktif rol oynadığı çocukların içgüdülerini kontrol etmede ve sosyal adaptasyonda daha başarılı oldukları bilinmektedir.

11 Haziran 2014 Çarşamba

BABA OLUNCA ANLADIM!!..

-        -  Tamam babacığım iyiyim ben. Bir şey olmadı ki. Alt tarafı düştüm. Niye panik yapıyorsun?
-        -  Baba olunca anlarsın!

-         -  Babacığım gece saat 3’de eve geldim. Sen hâlâ uyumamışsın. Ne gerek var? Niye bekledin ki bu kadar?
-         -  Baba olunca anlarsın!

-         -  Babacığım tamam ben iyiyim buralarda. Merak etmene gerek yok. Okul da iyi gidiyor. Her gün merak edip   aramana gerek yok ki!
-         -  Ben arayıp sesini duyayım yeter. Baba olunca anlarsın!

Bir çoğumuzun hayatında babalarımızla aramızda geçen bunlara benzer bir çok diyalog yaşanmıştır. 

Zamanında gerçekten çok anlamsız belki de boş gelir babalarımızdan duyduğumuz “Baba olunca anlarsın!” cevabı.

Aman neyi anlayacağım?” diye düşünürüz. “Bu benim hayatım. Tamam o benim ‘babam’ ama bir yere kadar” diye düşünürüz. Hele ki ergenlik zamanımızda bu düşünce artmaya başlar, yirmili yaşların ortalarına kadar en üst seviyeye ulaşır ve babalarımızın söyledikleri, anlattığı bir çok şey, bize nasihatleri çok anlamsız gelir.

Ne gerek var ki babalarımızın bunları söylemesine? Aramızda kuşak farkı var bir kere.. Ben zaten her şeyi gayet iyi biliyorum, babam ne biliyor ki?” diye düşünürüz o zamanlarda.

Otuzlu yaşlara yaklaşıldığında ve o yaşlar yaşanmaya başlandığında ‘Baba’nın değeri anlaşılmaya başlanır, sözlerine daha fazla değer verilir ve bir çok durumda ‘baba’nın fikirlerine ihtiyaç duyulur.

Gün gelip de ‘baba’ olunduğunda ise işte o ömrümüz boyunca duyduğumuz “Baba olunca anlarsın!” cümlesi hayatımıza yerleşmeye başlar. Artık ‘baba’sın ve bir evladın var. ‘Baba’ olarak evladına karşı büyük bir sorumluluk altına girmişsindir. Evladını en güzel şekilde yetiştirmeye çalışırken onu düşünmeden bir an bile geçiremezsin. Bir çok durumda kendini frenlemeye çalışırsın. Çok fazla müdahaleci olmamaya çalışırsın. Evladın doğduğu günden itibaren işte bu ‘babalık’ duygusu başlıyor.

Dünyaya gelmesi, ufak tepkiler vermesi, gülmesi, emeklemesi, yürümesi, konuşması, ufacık bir resim yapması, bir takım beceriler kazanıp bunları göstermesi, okuması ve evladında gördüğün daha bir çok yeni gelişim ufacık bile olsa ‘baba’yı inanılmaz mutlu eder.

Başkası için hatta kendin için bile üşeneceğin, yapmak istemeyip erteleyeceğin, kendini zora sokmayacağın şeyleri evladın için hiç gocunmadan, üşenmeden, yorulmadan yapmaya başlarsın. Sütü bittiyse yağmur, kar dinlemeden, saate bakmadan çıkıp süt ararsın.  Evladını bir yere götürmek gerekiyorsa bütün işlerini ona göre ayarlar götürürsün. Bütün hayatın, yaşamın, olanakların, üzüntün, sevincin sadece evladının olur.

Yeri gelir evladına sessizce bakarken hayâllere dalarsın, geleceğini düşünürsün, onun için daha ne yapabileceğini düşünürsün. Yeri gelir o uyurken saçını okşayarak duygulanır birkaç damla göz yaşı dökersin evladın için. O senin bir parçandır.

Hayatında en çok endişelendiğin, düşündüğün, değer verdiğin kişi evladın olur. İşte bunlar ancak ‘baba olunca’ anlaşılıyor.

Babam ne kadar haklıymış meğerse. “Baba olunca anladım!”

30 Mayıs 2014 Cuma

KIZ BABASI OLDUM

Aslında annesinin karnında cinsiyetini öğrendiğim anda başladı kız babası olma heyecanım.

Tabii ki kız ya da erkek hiç fark etmeyecekti ama bebeğimizin kız olduğunu öğrenince bambaşka oldu…

Hep sağdan soldan duyardım;

“Kız evlat çok farklı”

“Kız çocuğu baba için ayrıdır”

“Kız çocuğu babasına düşkün olur”

Gerçekten kız evlat çok farklıymış. 2,5 senede bunu bayağı öğrendim ama çok iyi öğrendim diyemiyorum çünkü daha görüp yaşayacağım çok şeyler var. Başka bir deyişle kızımın bana gösterip yaşatacağı da olabilir.

Doğar doğmaz başladı aramızdaki sihirli baba / kız ilişkisi. Kokusu, yarım yamalak bakışı, minik hareketleri, dokunduğumda hissettiğim bambaşka bir duyguydu. Hayatımda hiç yaşamadığım ve yaşayabileceğimi de hiç sanmadığım duygular. Hani ikinci olursa gene yaşanır diye düşünülebilir ama o ilk duygularla aynı yoğunlukta olacağını sanmıyorum.

Dünyadaki ikinci gününde emmesi için annesine vermek üzere kucağıma aldığımda, önce sessizce yüzüne bakıp sonra kokusunu içime çektim ve ilk defa O’nun için ağladım. Mutluluktan ve tarifi imkânsız o sevgiden… Erkekler ağlamaz diye bir şey yoktur ve özellikle kız babası ağlamaz diye bir şey kesinlikle yoktur…

Daha doğmadan aylar önce, bundan sonraki tüm hayatımı kızıma göre plânlamaya başladım. Bir kere kendimi taaa o zaman kral olarak görmeye başladım. Çünkü kızım, benim prensesim olacaktı. Eşim bunu kıskanabilir ama öyle..

Doğduğu gün sigarayı bırakacağım diye kendi kendimi şartladım ve gerçekten de dediğimi yaptım ama sadece 3 ay sürdü. Sonra gene başladım maalesef.. Fakat kızım beni bir kere bile sigara içerken görmedi. Daha sonra, kızım 23 aylıkken büyük oranda O’nun için ve tabii ki karım için sigara içmemeye başladım. İçmemeye başladım diyorum çünkü ilk gün kızımla baş başa iken “hadi içmeyeyim” dedim ve o gün içmedim… Ertesi günde aynı şekilde “hadi bugün de içmeyeyim” dedim ve böyle diye diye aradan 8 ay geçti… Artık kızım, kucağıma geldiğinde veya beni öpmek istediğinde (kırk yılda bir oluyor ama olsun!) iğrenç şekilde sigara kokmuyorum..

Hiç kimseden çekmediğim, umurumda olmayacak nazı, kaprisi, şımarıklığı kızımdan çekiyorum. Hem de seve seve ve inanılmaz bir sabırla. Çünkü O’nu koşulsuz, şartsız delicesine seviyorum. Aşk falan demiyorum ve çocuğum için “aşkım”, “sevgilim” gibi tabirler kullanmayı kesinlikle sevmiyorum.. Bu bambaşka ve çok değişik bir sevgi.. Tarifi imkânsız…

Bu sevgim gün geçtikçe büyüyor, ama kızım sanırım benim gözümde hiç büyümeyecek. O hep benim küçük prensesim olarak kalacak. Elimden geldiğince arkasında olduğumu bilmesini sağlayarak ayaklarının üzerinde sağlam bir şekilde durmasını sağlayacağım tabii ki. Hayatı boyunca benden bir şeyler, bazı izler taşıyacak ister istemez. Çünkü bütün kız babalarında olduğu gibi ben onun hayatını ilk aşkı olacağım. Hatta sanırım beni dünyanın en yakışıklı erkeği olarak gören tek dişi olacak. Karımın bile azıcık olsa da beni böyle gördüğünü hiç sanmıyorum.

Tabii tüm bunları yaşarken 40 yaşımdan sonra kızımın karşısında bir de maymun olmak var. Kimsenin ama hiç kimsenin karşısında hayatta yapmayacağım şeyleri kızımın karşısında rahatlıkla yapıp resmen “maymun” olabiliyorum. Benim bile aklıma gelmeyecek danslar, oyunlar, şaklabanlıklar yapabiliyorum. Hayatım söz konusu olsa bile başkası için yapmayacağım şeyler. Ama kızım için her şey değişiyor… Birde bunları 40 yaşından sonra, bu cüsse ile yapmak apayrı.. Bazen parmağını ağzına alıp “baba, ne yapıyorsun ya? Bu ne hâl?” dermiş gibi bakmasa aslında daha güzel olacak ama gene de O’nun ufacık bir tebessümü bile beni mutlu etmeye yetiyor.

Kuaför olmadığıma göre kimsenin saçını özene bezene taramadım, taramam.. Ama oturup ciddi ciddi uğraşarak kızımın saçlarını tarıyorum, tokasını takıyorum…

Çizgi filmin sonundaki o garip dansları benden başkası ile yapmak istemiyor, bende zaten ondan başkası ile hayatta yapmam.. Ama salonun ortasında karşılıklı yapıyoruz o animasyon hareketleri…

Banyosunu yaptıktan sonra bornozunu giydirip kucağım aldıktan sonra kafasını omuzuma koyup uzun bir süre o şekilde yatması benim için en keyifli anlardan biri…

Tamam, bazen bana uşak muamelesi de yapmıyor değil. Aslında bazen değil sık sık yapıyor bunu… Mesela sütünü annesinin kucağında içmeyi seviyor ama benim hazırlamamı istiyor. Burası gayet normal ama hazırlayıp götürünce beni kovması ne olacak? Sütünü alıyor ve konuşmaya bile gerek duymadan parmağıyla işaret ederek beni kovuyor. Ama biliyor ki nasıl olsa babasına nazı geçecek, babası onun için her şey yapar ve bu ona dokunmaz. Nasıl olsa arasında özel bir bağ var.

Arada annesini de kızdırdığımız oluyor. Ciddi olmayan ufak tefek konularda annesinden fırça yediğinde çaktırmadan göz göze gelip, sessizce gülümseyerek ve göz kırparak ”Aman boş ver” moduna geçebiliyoruz. Annesi bunu fark ettiğinde biraz kızıyor ama ne yapalım biz baba / kız ilişkisi içindeyiz.

Lâl şu anda 2,5 yaşında ve henüz o efsaneleşmiş şekilde bana anlatılan baba düşkünlüğü başlamadı. İşine geldiğinde yaklaşıyor ama birkaç ay sonra üzerimden inmeyecek, bana düşkünlüğü iyice artacak. Sabırsızlıkla o günleri bekliyorum. Annesi de bekliyor aslında.. “Artık sana düşkünlüğü başlasa da benim yakamdan biraz düşse. Devamlı tepemde, biraz da senin tepende olsun” diyor. Bence de olsun… Ben bekliyorum ve kızımla daha içli dışlı, daha sıkı fıkı olmak istiyorum. Aman yanlış anlaşılmasın.. Gene baba olarak tabii ki.. Kesinlikle arkadaş olarak değil.. O’nun arkadaşa değil ama özel şeyler paylaşabileceği, arasında özel bir bağ olacak babaya ihtiyacı var.. İstemediği kadar çok arkadaşı nasıl olsa olacak ama babası sadece ben olacağım.

Seneler sonrasını şimdiden düşünüyorum ve gerçekten çok zor geliyor bana… Bir gün gelecek ve yanımdan uçacak… Evlenecek, bambaşka bir hayatı olacak, anne olacak… Bir sürü etiket olacak üstünde.. Ama ben hep babası olarak kalacağım.. Tüm hayatı boyunca, nerede olursa olsun hep “baba” diye seslendiğinde yanında olacağımı, arkasında olduğumu, ona verdiğim güveni hep hissedecek...


O benim bir tanecik, parlak “çiy damlam”…

21 Mayıs 2014 Çarşamba

HASTALIĞIN ADI: PFAPA SENDROMU


Öncelikle belirtmek isterim ki bu konuyu ne bir uzman olarak yazıyorum ne de tıbbî ve bilimsel bir şekilde yazıyorum. Sadece bir baba olarak yaşadığım ve yeni öğrendiğim bir bilgiyi paylaşıp başka anne – babalara da fikir verebilmek, naçizane bilgilendirmek için yazıyorum. Sonra “Sen nereden ahkâm kesiyorsun?”, “Sen nereden biliyorsun ki pfapa falan yazıyorsun?” demeyin.

Bir Cuma günü akşamüzeri ben işten eve dönerken eşimden bir telefon geldi. Lâl, evde babaannesi ile oynarken boynunu tutarak ağlamaya başlamış. Sanki boynu sapmış gibi bir izlenim vermiş en başta. Fakat geçmeyince eşim işten eve gelmiş hemen ve babaannesi ile birlikte alıp hastaneye, çocuk acile götürmek üzere yola çıkmışlar. Bende direkt oraya gittim tabii. Çalıştığım üniversitesinin çocuk aciline.

Ben gidene kadar muayenesi olmuş, tahlil için kan alınmış ve sonuçlarını bekliyorlardı eşim ve annem. Tabii ki halsiz ve bitkin, aynı zamanda huysuz, arızaya geçmiş, ayarları bozulmuş kızım Lâl.

Tahlil sonuçlarında çıkan sonuç doktorun söylediğine göre lenf bezleri şişmiş ve iltihaplanmış. Emin olmak için bir de ultrason çekildi ve burada da şiştiği fakat tehlikeli boyutta büyümediği tespit edildi.

Neyse, sonuç olarak antibiyotik ve ateş düşürücü/ağrı kesici bir şurup yazılı reçeteyi şefkatle avuçlayarak çıktık hastaneden. İlaçları kullandık ve 2-3 gün sonra ateş ve ağrısı kesildi Lâl’in. Bu arada Lâl’i doğumundan beri takip eden kendi doktorunu da bilgilendirdik ve bir de ondan fikir aldık. Bizim için esas önemli olan onun söylediği. Burada söylemeden de geçemeyeceğim; her bebeğin doğumundan itibaren düzenli olarak gelişimini takip eden çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı yani kısacası çocuk doktoru olmalı bence. Lâl şu anda 2,5 yaşında ve böyle sağlıklı, düzenli bir gelişimi olmasını büyük ölçüde doktoruna borçluyuz diyebilirim.

Tam 4 hafta sonra bir pazar günü aynı şeyler tekrar oldu Lâl’de. Çocuklarda genelde hastalıklar hafta sonu olur ya hani nedense? Gene boynunu oynatamıyor, ateş, ağrı… Hemen doktorunu aradık ne yapalım diye. Bu sefer acile falan götürmeden önce ona sorduk. Bize sadece ateş düşürücü/ağrı kesici ilaç verip takip etmemizi ve ertesi gün sabah muayeneye getirmemizi söyledi. O gece gene ateşlendi. Ateş 38,9’a kadar çıktı. Belki daha da çıkabilirdi ama zamanında verdiğimiz ilaç sayesinde önlediğimizi düşünüyorum.

Ertesi gün muayeneye gittik. Doktorumuz muayene sonucunun gayet temiz olduğunu, tehlikeli hiçbir durumun bulunmadığını söyledi. Ve işte o bombayı patlattı; “Lâl’de pfapa sendromu var!”

Doktorluk hayatı boyunca sadece 3 – 4 hastasında görmüş bu hastalığı. Yani çok nadir ve fazla bilinmeyen bir hastalıkmış.

İlk defa duyduğumuz için dikkat çekici şekilde şaşırdığımızı gördü Lâl’in doktoru ve hemen açıklama gereği hissetti tabii ki. Onun açıklamalarından ve internette yaptığım araştırmalardan öğrendiğimi de paylaşmak istiyorum sizlerle.

Nedir bu ‘Pfapa Sendromu’?

Pfapa, İngilizce’de Periodic Fever (periyodik ateş) Aphtous stomatitis (ağız içi aftlar-yaralar) Pharyngitis (Boğaz iltihabı) Adenitis (boyun lenf bezlerinde şişme) kelimelerinin baş harflerinden oluşuyor.
İlk kez 1985 yılında adı konulmuş. Aman aman bilinen bir hastalık da değil açıkçası. Her doktor da bilmiyor sanırım. 2- 4 yaşında başlıyor ve 8 – 10 yaşına kadar sürüyor. Fakat işin avutucu tarafı, hiç değilse kalıcı bir hasar vermiyor çocuğa.

Öyle tanı koymaya yarayacak bir kan testi, görüntüleme yöntemi, muayene şekli falan yok. İlk kez görüldüğünde klasik enfeksiyona bağlı olarak lenf bezi şişmesi, boğazda kızarıklık hatta belki beyazlaşmış iltihap, bunlara bağlı olarak ateşlenme, ağızda aft ve yara. Lâl’de yemek yerken falan ağzını tutarak ağlıyordu acıdan. Bizde herhalde dilini ısırdı falan diye düşünüyorduk. Meğerse ağzında aft varmış iyi mi… Görünüşte antibiyotiği daya 2-3 güne iyileşir tanısı konulacak bir hastalık gibi. Ki ilk atakta  öyle de yapılıyor.

Yaklaşık 3 – 4 hafta sonra aynı şekilde tekrarlıyor hastalık. Gittiğiniz bir çok doktor öncesini bilse bile “Hay Allah.. Gene nüksetmiş” diyerek o okunmaz yazılarıyla antibiyotiği reçeteye yazıp “10 gün kullan gel” diyerek gönderiyor. İşin garibi antibiyotik hiçbir şekilde etki etmiyor bu hastalığa. Sadece çocuk gereksiz yere antibiyotik kullandığı ve vücudunun zarar gördüğü ile kalıyor.

Ama kendini geliştirmiş bilen doktor ise duruma uyanıp “Ahanda bu bildiğin phapa sendromu” diyor. Tedavisi ise sadece ve sadece atağın herhangi bir zamanında tek doz prednizon veya prednizolon tedavisi. Yani bildiğiniz kortizon. En son çare olarak da bademciklerin alınması gerekiyormuş. Hemen aklınıza kötü şeyler gelmesin ve korkmayın. Gerçi işin içinde kortizon olunca korkmakta ve endişelenmekte çok haklısınız. Bende bunu şiddetli şekilde yaşadım ama Lâl’in doktoru hemen beni aydınlattı. Tek doz kullanımda (ki tek doz bile değil.. ¾’ü kadar veriliyor) hiçbir yan etkisi ve olumsuz sonucu yokmuş. 5 – 6 gün düzenli kullanmadan sonra o bilinen ve hiç de hoş olmayan etkileri baş gösteriyormuş. Yani bir kez ve tek doz kullanımda, büyüme gelişme üzerine veya çocuğunuzun hormonal sistemi üzerine hiçbir yan etkisi yokmuş.

Lâl’in doktoru çok güzel şekilde ilacı nasıl kullanacağımızı da anlattı. Oral yoldan, tek seferde tamamını vermemiz gerekiyormuş. Meyve suyu, süt gibi sevdiği bir içecek ile karıştırırsak daha iyi olurmuş çünkü tadı iğrençmiş. Tabii karıştırdığımız içeceği abartmamamız gerekiyormuş. İlacın dozu kadar eklemek yeterliymiş.

İlacın uygulanmasından itibaren en erken 4 saat sonra normalde ise 8-10 saat sonra etkisini gösterirmiş. Bu süre sonunda da hemen kendisini arayıp durumdan haberdar etmemizi rica etti. Sağ olsun biraz endişemizi görünce her şeyi en ince detayına kadar anlattı ve rahatlattı bizi. Endişemiz sadece ilacın kortizon olmasından kaynaklanıyor yoksa kendisine karşı en ufak bir güvensizliğimiz veya soru işaretimiz yok. O ne derse odur bizim için Lâl’in sağlığı açısından.

Çıkıp reçetedeki ilacı aldık, nasıl uygulayacağımızı bir de eczacıdan öğrendik ve eve gittik. Akşam saatlerinde öğrendiğimiz ritüele göre ilacı Lâl’e yutturduk ve bir süre sonrada uyudu. Bütün gece neredeyse saat başı kalkıp kontrol ettim Lâl’i. Tabii eşim de benimle beraber. Sabaha karşı ateş falan kalmadı Lâl’de. Sabah uyandığında da baktık ki lenf bezlerinin şişliği bâriz şekilde azalmış, daha enerjik, çok daha iyi görünüyordu Lâl. Gözlerinde ki baygınlık falan hepsi geçmiş. O andan sonra çok ama çok rahatladım.

Böylece bir hastalığı daha işini bilen, kendini geliştirmiş ve boş vermeyen bir doktor sayesinde atlattık. En azından uzunca bir süre yeni bir atak olmayacağını umarak. Bir kez daha gördük ki çocuğumuz için doktor gerçekten çok önemli. Tek bir doktor.. Konusunda uzman, bilgili ve kendini geliştirmiş…

İşte Pfapa Sendromu denen hastalıkta buymuş ve biz de böyle yaşadık. Tabii ki her ateşlenme, enfeksiyon durumu phapa sendromu değildir. Bu kadar da basit değil durum. Bunu en iyi doktor bilir. Cahilce davranmamak ta fayda var. 



15 Nisan 2014 Salı

Anne Sütünün Antibiyotik Kullanımı Gerektiren Hastalıkları Azalttığını Biliyor Muydunuz?


Sevgili anneler, anne sütü mucizedir, bebeğiniz ilk doğduğu andan itibaren büyüme ve gelişme için gerekli olan tüm sıvı, enerji ve besin ögelerini içerir. Eşsiz içeriği ile bağışıklık sistemi gelişimini destekler, antibiyotik kullanımı gerektiren hastalıkları azaltır.


Bebeğinizin bağışıklığını guclendirmek için onu 2 yaşına kadar anne sütü ile besleyin. Anne sütü alımı azaldığındaysa bebeğinizin bağışıklığını Aptamil ile desteklemeye devam edebilirsiniz.


Detaylı bilgi için tıklayınız.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

21 Şubat 2014 Cuma

KIZIMA 1. YAŞ GÜNÜ MEKTUBUM - "ÇİY DAMLAM'A"

Lâl'in 1. yaş günü için ona yazdığım bir mektup... Uzun bir zaman sonra blogumda yayınlamak istedim..

ÇİY DAMLAM'A

İlk doğum gününe 12 gün kala sana bu mektubu yazıyorum. Acaba okuduğunda kaçıncı doğum gününü kutlamış olacağız? Gerçi bu sana ve senin için yazdığım ilk mektup veya yazı değil. Senin nasıl dünyaya geldiğini anlatan uzun bir yazıyı zaten halen yazıyorum. Sen bu mektubu okuduğunda o yazı da sana, seni anlatan bir hikâye olarak hatta belki kitap olarak odanın bir köşesinde olacak. Bir de bana yaşattığın ilk “Babalar günüm” de sana bir mektup yazmıştım.


Ben ve annen için geç sayılabilecek yaşlarımızda dünyaya geldin. Çünkü annenle birbirimizi ancak 38 yaşımızda bulup evlendik. Bu konuda ikimizde biraz tembellik yapmışız sanırım. Evlendikten hemen sonra olmasa bile 10 ay geçtikten sonra bir bebeğimiz olsun diye karar verdik. Riske atmamak ve daha fazla zaman kaybetmemek için, senin olman için tüp bebek yöntemini uygulamaya karar verdik. Yani sen benden duymuş olma ama “tüp bebek” sin. 

Dünyaya gelme sürecin annen ve benim için gerçekten çok keyifli oldu. Tabii ki arada bazı sıkıntılar yaşadık ama genelde keyifli bir süreç geçirdik. Ama daha en başından senin dünyaya geleceğine çok ama çok inanmıştık. Tüp bebek olduğun için her şey plânlı ve programlı ilerliyordu ve senin için elimizden gelenin fazlasını yapmaya çalıştık. Sonuçta sen dünyaya geldin ya hiçbir şey önemli değil.

Daha annenin hamileliğinin ilk günlerinden itibaren sana bir kişilik vermiştik. O kadar emindik ki dünyaya geleceğinden sen doğana kadar hep bu şekilde davrandık. Annenin sana hamile olduğunu öğrendiğimiz gün adın bile hazırdı. Tabii ki daha cinsiyetin belli olmadığından hem kız hem erkek ismine karar vermiştik senin için. Kız olursan adın Lâl erkek olursan Tan olacaktı. Ama cinsiyetin belli olana kadar annen ve benim şakacı tarafımızdan kaynaklanan bir fikirle sana Şadan demeye başladık. Senin zamanında belki bu isim bilinmeyecek bile hatta bizim zamanımızda bile pek bilinmiyor ama aklımıza birden geliverdi işte.  Hem kız hem erkek ismi olabildiği için sana Lâl veya Tan diyene kadar Şadan dedik hep. Yani sen bizim için ilk cenin halinden itibaren bir bireydin artık. Ve sonradan zamanı geldiğinde öğrendik ki ismin Lâl olarak dünyaya gelecekmişsin.

Annenin tüm hamilelik dönemi boyunca seni çok büyük bir heyecanla ve hevesle bekledik. Daha ilk ayından başlayarak doğduğun günden itibaren senin için yapacaklarımızı plânlamaya başladık. Bu ilk doğum gününe kadar plânlarımızın neredeyse hepsini gerçekleştirdik ve sen bu mektubu okuduğunda da umarım tamamını gerçekleştirmiş, hatta belki de daha iyisini yapmış oluruz.

Lâl’im, senin dünyaya gelmen bizim için dünyanın en büyük mutluluğu oldu. Hayatımızın en güzel ve en iyi olayı sen oldun. Daha doğrusu artık sen bizim hayatımız oldun. Sen bizim geleceğimiz oldun. Bir tanecik kızımız oldun.

Doğduğun günün ertesi günü seni evimize getirdik. Annenin karnında yaşadığın evimizde artık dünyaya gelmiş bir bebek olarak yaşamaya başladın. İkinci gününde seni yatağından alıp annenin kucağına meme emmek için kucağıma aldım ve senin o ufacık, masum, tertemiz yüzüne bakarken ağlamaya başladım. Senin için ilk ağlamam oldu bu. Hani belki duymuşsundur “erkekler ağlamaz” derler ama yok öyle bir şey. Ağlamayan erkek hele ki bir baba yoktur. Ağlama sebebim sadece sen ve senin sayende yaşadığım inanılmaz mutluluktu. Beni gören annen de dayanamadı ve ikimiz birden seni kucağımıza alıp hiçbir şey düşünmeden mutluluğumuzu ağlayarak dışa vurduk.

Büyümenin her gününü heyecanla yaşadık ve hâlâ yaşıyoruz. Yaptığın her yeni hareket, mimik, tepki, davranış bize ayrı bir mutluluk verdi. Seninle sevindik seninle üzüldük. Tamam,  bazen tahammülümüzün azaldığı zamanlar oluyor ama o kadar da olsun artık.

‘Çiy Damlam’ sen gerçekten hayatımıza bir çiy damlası gibi düşüverdin. Senin o ufacık pırıltın, canlılığın, daha annenin rahminde başlayan hayata tutunma azmin hiç azalmasın. Seninle başlayan yaşamımız sensiz geçen zamanı unutturdu ve sen bizim her şeyimiz oldun.

Bize bu duyguları yaşattığın için, bize ‘seni’ yaşattığın için, hayatımız olduğun için, canımızın bir parçası olduğun için, varlığınla varlığımıza anlam verdiğin için sana çok teşekkür ederiz.

Seni, senin bile tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyoruz ‘Çiy Damlam’.