Kızlar Ağası
Han’ına gelmişken Türk Kahvesi içmeden olmaz tabii ki. Alçak, küçük tabureleri
olan bir yere oturduk ve ben sade, oturaklı bir kahve söyledim. Seren’de
kahvede bana eşlik etti. Gerçekten çok güzel yapıyorlar Türk kahvesini. Nursen
gene ayranını içti. Hamile olduğundan kahve içmemesi daha iyi olur tabii.
Orada
otururken Seren bir işinin olduğunu, hemen geleceğini söyleyerek kalktı. Hazır
buradayken babası için bir şey bakacakmış hemen ilerideki bir dükkândan. Biz
Nursen’le oturmaya devam ettik. Bir yandan da Lâl ile konuşuyorduk. Çok
geçmeden Seren geldi yanımıza. Aradığını bulamamış ama çok daha güzel başka bir
şey bulup almış Lâl’in halası. Çengelli iğneye takılmış küçük bir lâl taşı.
Kızımızın adını aldığı taşa ilk kez sahip oluyorduk. Seren Hala’sı hediye etti
bize. O taş hâlâ Lâl’in başucunda duruyor.
Biraz daha
oturup dolaşmaya devam ettik. Gümüşçüleri gezerken bir yerde lâl taşını sorduk
gene. Satıcı bayan bize çok hoş bir gümüş üzerine lâl taşından yapılmış yüzük
gösterdi. Nursen çok beğendi yüzüğü. Hemen almak istedim ama engelledi Nursen.
Peki dedim ve uzaklaştık oradan. Sonra ben bir bahane bulup geri döndüm ve o
yüzüğü aldım Nursen’e. Madem adı Lâl olacak bebeğimizi karnında taşıyor bunun
anlamlandıracak bir aksesuarı da olsun istiyordum. Gerçekten de çok sevindi ve
yüzük çok yakıştı eline.
İzmir’de
gündüz saatleri dışarı çıkmak sıcaktan dolayı çok zor olduğundan evde
geçiyordu. ‘Bunalgül’ Nursen o sıcaklara dayanamıyordu. Seren işe gitmek zorunda
oluyordu ve bizi bırakıp gidiyordu. Bizde zaten dışarı çıkamayacağımız için evde
klimayı açıp serin serin oturuyorduk. Daha da iyi oluyordu. Hem de dinlenmiş
oluyorduk. Aslında esas Nursen dinleniyordu ama bende durumdan istifade ederek biraz
tembellik yapıyordum. Nursen eve bile ancak klima ile dayanabiliyordu sıcaklara.
Sanırım Seren’e bizim yüzümüzden yüklü bir elektrik faturası gelmiştir.
Diğer
zamanlarda hem Nursen’e keyifli zaman geçirtmek hem de gezmek için mutlaka bir
yerlere gidiyorduk. Ankara’ya döneceğimiz sabah bir balıkçı limanına gittik.
Nevalemizi alıp kahvaltıyı orada yapacaktır. İzmir’de efsaneleşen peynir –
simit ikilisi ve boyoz. Peynir de öyle sıradan peynir değil meşhur İzmir
tulumu. Deniz kenarında, denizin ve balıkçı teknelerinin mis gibi kokuları
içinde, denizde pelikanları, martıları seyrederek kahvaltı yapacaktık. Sıcaktı
tabii ki ama orası biraz esintili olduğu için çok sorun olmayacaktı. Soframızı
kurup içeceklerimizi balıkçıların çay ocağından isteyip keyifli bir kahvaltı
yaptıktan sonra dönüş hazırlıklarına başladık. Uçağımız öğleden sonraydı. Eve
gidip hazırlandık ve Seren bizi havalimanına bıraktı.
Aynı
gelirken olduğu gibi havalimanında hamilelere tanınan önceliklerden
yararlandık. Bunu ekstra bir şey olarak söylemiyorum. Ya da biz uyanıklık
yaptık gibi söylemiyorum. Olması gereken gibi davrandık sadece. Yalnız
kontrolden geçerken detektör kapıya geldiğimizde görevli Nursen’in o kapıdan geçmesi
gerektiğini söyledi. Dediğine göre zararı yokmuş. Sanırım biraz eksik
bilgilendirilmiş bu konuda. O cihazın bir hamile için zararlı olmaması mümkün
değil. Biz görevlinin söylediklerini reddettik ve Nursen cihazın yanından
geçti. Belki sonrasında o görevli kişi işin doğrusunu öğrenmiştir sayemizde.
Havaalanında gene Nursen’den uçağa binmesi için rapor istediler. Gerçi dönüşte de gerek yoktu rapora. Henüz 27 haftalık
hamileydi Nursen. Bu yüzden rapora gerek yoktu gerçi ama biz gene de tedbirli davranıp
Ankara’dan rapor istemiştik ve tüp bebek tedavimizi yaptırdığımız merkezden kargo
ile raporumuzu göndermişlerdi. Bizde istediklerinde kapı gibi raporumuzu gösterdik
görevliye göğsümüzü gere gere.