Öne Çıkan Yayın

Tüp Babayım "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu"

Tüp Babayım  "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu" 9 Şubat'ta çıkıyor

Lilypie - Personal pictureLilypie Angel and Memorial tickers
tüp bebek hamile kalanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tüp bebek hamile kalanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2014 Salı

BABA OLMAK

Bir erkek için herhalde en güzel duygudur baba olmak. Bir çok erkek kendini babalığa hazır hissetmeyebilir. Gerçekten zor olabilir baba olmak ama olduktan sonra ise hayatın en güzel duygusu olduğunu anlar erkek.

Bebek için hayatının ilk anlarında en önemli unsur, kendine en yakın hissettiği kişi annedir doğal olarak. Ama bu demek değildir ki baba hep arka plânda kalacak, etkisiz eleman gibi olacak. Aksine neredeyse anne kadar önemlidir babanın varlığı bir bebek için.

Baba, emzirmek haricinde annenin yaptığı her şeyi yapabilir bebeği için. Altını değiştirebilir, uyutabilir, oyunlar oynayabilir, banyosunu yaptırabilir, gezdirebilir. Babanın en aktif ve doğal olarak bebeğiyle ilgilenmesi baba – bebek arasında ki ilişkininde çok daha sağlam, sıcak ve yakın olmasını sağlar. Bir bebek her zaman, büyüdüğü süre boyunca babasının yakınlığına ve ilgisine ihtiyaç duyar.

Bir zamanlar Türk toplumunun özelliğinden dolayı ataerkil olan babalarda çocuklarına fazla ilgi göstermek, ona sevgisini belli etmek yanlış bir davranış olarak görülürdü. Çünkü baba böyle yaptığında çocuğun şımaracağını, otoritesinin kaybolacağını düşünürdü. Aslında ne kadar yanlış bir düşünce. Bir bebek için baba sevgisi, sıcaklığı, ilgisi çok çok önemlidir. Bebek kendini bu sayede çok daha güvende hisseder, sevgi ortamında olduğu için daha pozitif hazırlanır hayata.

Bir baba, bebeğini her zaman kucağına almalı, ona sevgisi belli etmeli hatta gerekirse defalarca, içinden ne kadar geliyorsa “seni seviyorum” demeli.

Ama babaların bir yanlış düşüncesi de “Ben çocuğumla arkadaş gibi olacağım” mantığıdır. Neden ki? Niye çocuğunla arkadaş gibi olsun bir baba? O çocuğun zaten hayatı boyunca onlarca arkadaşı olacak ama sadece bir tane babası olacak. Bir baba çocuğuyla arkadaş gibi değil baba gibi olmalı. Çocuğun hayatının her döneminde “baba”ya ihtiyacı olacak.

Baba, en başında bebeğinin altını değiştirerek, ona banyosunu yaptırarak onu hayata hazırlamaya başlar ve bu o bebeğin ömrü boyunca çeşitli şekillerde devam eder. Erkek çocuk için  baba bir rol model, kız çocukları için hayatının ilk aşık olduğu erkeği olacaktır.

Baba, çocuğunun kendisine “bağımlı” olmasını değil “bağlı” olmasını sağlamalıdır. Onun için engelleyici değil, doğruları veya yanlışları göstererek yol gösterici olmalıdır baba. Aslında gerçekten baba olmak gerçekten çok kolay değil ama tarifi imkânsız büyük bir mutluluk ve hazdır. Bu mutluluk ve hazzı her baba, bebeğine doğduğu andan itibaren hissettirmeli ve yaşatmalıdır.

Herkesin babasının mutlaka bir kez bile olsa söylediği bir laf vardır: “Sende baba olunca anlarsın”. Bunu duyan her erkek fazla umursamamış, kulağının birinden girip diğerinden çıkmıştır mutlaka ama o erkek baba olduğunda bu lafın ne kadar doğru olduğunu mutlaka anlamıştır.


14 Şubat 2014 Cuma

BİR KIZI OLMALI İNSANIN


Canını emanet ettiğin,elin,ayağın,gözün,kulağın,her şeyin.
Bir kızı olmalı insanın.
Bir hata yaptığnda,gözlerinin içine baktığın,bakar bakmaz masumiyetiyle saniyeler içinde eridiğin,vefasına taptığın.
Bir kızı olmalı insanın.
Evinde babasına,annesine karşı nazlı niyazlı,
Sokakta cadılığından ve hışmından korktuğun.
Bir kızı olmalı insanın.
Herkes terkettiğinde seni,varlığında da,yokluğunda da,evliyken de,bekarken de
babacığım ya da anneciğim diye kucak açtığında,gözyaşlarıyla bağrına bastığın.
Bir kızı olmalı insanın.
Demlediği çayı süzülerek getirdiğini seyrettiğin,
Pişirdiği kahvenin tadına gizlediğin,özenle bezediğin.
Bir kızı olmalı insanın.
Canıyla canlandığın,varlığıyla anlamlandığın,
Özlemiyle ve iç çekişlerinle dağ dağ efkarlandığın.
Bir kızı olmalı insanın.
"Dünya bir yana,kızım bir yana" diyebildiğin


S.Aksoy






10 Şubat 2014 Pazartesi

Anne Sütünün Antibiyotik Kullanımı Gerektiren Hastalıkları Azalttıgını Biliyor Muydunuz?

Sevgili anneler, anne sütü mucizedir, bebeğiniz ilk doğduğu andan itibaren büyüme ve gelişme için gerekli olan tüm sıvı, enerji ve besin ögelerini içerir. Eşsiz içeriği ile bağışıklık sistemi gelişimini destekler, antibiyotik kullanımı gerektiren hastalıkları azaltır.


Bebeğinizin bağışıklığını guclendirmek için onu 2 yaşına kadar anne sütü ile besleyin. Anne sütü alımı azaldığındaysa bebeğinizin bağışıklığını Aptamil ile desteklemeye devam edebilirsiniz.










Detaylı bilgi için tıklayınız.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

29 Ocak 2014 Çarşamba

İLK BABALAR GÜNÜM

Baba olarak ilk babalar günümü yaşadığım 2012 senesinde yazdığım bir yazıydı..... 

İlk babalar günümü yaşıyorum kızım Lâl sayesinde. Babasız olarak da 10. babalar gününü yaşıyorum. Anneler günü, sevgililer günü, babalar günü falan sevmem aslında. Hep öyle dedim bugüne kadar. Tamam şimdide hiç sevmiyorum. Hele ki babasız geçen babalar günlerinden sonra… Ama ne olursa olsun sevmediğim halde ilk kez babalar günü yaşamak değişik bir duygu oldu benim için.

Tam 8 ay önce baba oldum. Hemde 39 yaşımın sonlarında yani geç sayılabilecek bir yaşta. 17 Ekim 2011 tarihinde. İlk babalar günümde yani 17 Haziran 2012 tarihinde kızımda tam 8. ayını bitiriyor. Üç gün sonrada yani 20 Haziran’da da babamı kaybedişimin 10. yılı.

Hep derdi babam. Bir çoğumuzun babası da mutlaka evlatlarına demiştir. Klişe bir laf vardır hani. Babalarımız bize söylediğinde “Amaaaan.. Hee öyle olur mutlaka” diye geçiştirdiğimiz, pek önem vermediğimiz bir laf; “Sende baba olunca anlarsın”.

Zamanında o laf kulağımızın birinden girip, hatta girmeden teğet geçip öbür kulağımıza şöyle bir dokunup giden laf meğer ne kadar doğruymuş. Gerçekten baba olunca anladım “Baba” olmanın ne olduğunu. Hatta daha kızım 5-6 haftalık cenin iken ilk kalp atışlarını duyamadığımız zaman anladım. Çok farklı bir duyguymuş babalık meğerse.

Şu sekiz ay içinde hatta üzerine dokuz aylık hamilelik sürecini de katarsak 17 ay içinde yaşadıklarım, kızımın bana yaşattırdıkları babamın zamanında benim için neler düşündüğünü, neler hissettiğini daha iyi anlamamı sağladı. Ben o zamanlar hiç öyle görmüyorum tabii ki. Meğerse ne zormuş baba olmak.

Babam benim için “Baba” idi. Konuşurduk, dertleşirdik, şakalaşırdık, tartışırdık ama hep “baba – oğul” olarak. Hiçbir zaman arkadaş gibi, arkadaş olarak değil. Bazı babalar öyle der “Ben çocuğumla arkadaş gibi olacağım”.

Niye ki? Ne gerek var? Sen babasın ve çocuğuna “baba” ol. Evladının arkadaşa ihtiyacı yok. Nasıl olsa bir çok arkadaşı olacak. Onun “baba”ya ihtiyacı var sadece bir tane babası olabilecek.

Sen çocuğunun dünyaya gelmesine sebep oldun ve bundan sonrasında da onu hayata hazırlaman lazım. Onun için bir öğretici, bir rol model olman lazım ki evladın bir gün senin ellerinin arasından çıkıp dışarıda ki hayata adım attığında güçlü olsun, dirayetli olsun, ayakta kalabilsin.

Sen ona baba değil “arkadaş” gibi davranırsan o çocuk dışarıda ki hayatta nasıl ayakta kalabilir? Baba olarak size bağımlı olmasını değil, özgür ama bağlı olmasını sağlamalısınız. Onun için engelleyici değil, doğruları veya yanlışları göstererek yol gösterici olmalısınız. Şımaracak diye sevginizi saklamaya çalışmayın. İçinizden geldiği gibi sevginizi, şefkatinizi gösterin ki o da sevgi ve şefkatin ne olduğunu öğrensin.

Sanırım baba olmak hiç kolay bir iş değilmiş. Ama çok çok güzel, tarifi imkansız, büyük bir mutlulukmuş.

Lâl, sayende ilk babalar günümü yaşıyorum. Dünyaya gelip, hayatımıza girdiğin için, annen ve bana yaşam kaynağı olduğun için, annenle aşkımızın bir meyvesi olmayı kabul ettiğin için, geleceğimiz, hayallerimiz, umudumuz olduğun için sana çok teşekkür ederiz çiy damlam benim.


24 Aralık 2013 Salı

Geri Döndüm

Uzun zamandır blogumla ilgilenmedim. Ara sıra şöyle bir bakıyordum ama ne yazıyorum ne de herhangi bir şey yapıyordum. Ama artık geri dönmeye karar verdim.
Bu süre içinde sakın boş boş oturdum sanmayın. Aksine çok verimli günler geçirdim blogumla ilgili. Bir çok gaza getirmelere, ısrarlara dayanamadım ve kitabım üzerinde çalıştım.

Evet babaolacagimoluyorumoldum.blogspot.com artık kitap oluyor. Bu yüzden yazılarıma ara verdim. Aslında yazmaya devam ettim ama eklemeye ara verdim desem daha doğru olur. Hikâyem bitti. Lâl doğdu, kucağıma aldım ve bitirdim. Ama tabii ki bunları artık birkaç sonra çıkacak olan kitabımda okuyacaksınız.

Peki bundan sonra blog ne olacak?

Kapanacak mı?

Tabii ki HAYIR.
Bundan sonra günlük yaşadıklarımı anlatacağım. Tabii Lâl ile ilgili olanları ve bunlara bağlı olarak naçizane tecrübelerimi, fikirlerimi yazacağım.
Lâl doğduğundan beri birçok anı birikti, bir çok güzellikler yaşadım, üzücü, sinirlendiren şeylerde yaşadım. Aklıma geldikçe yazacağım bunları. Kim bilir belki bunlarda ileride bir kitap daha çıkartmama sebep olur.

Bu arada kitabım ile ilgili bilgileri de paylaşacağım. Ne durumda? Ne zaman çıkacak? Çıktığında nerelerde bulabilirsiniz gibi…
Hatta ilk bilgileri verebilirim;

Kitabımı basacak kişi taa liseden arka sıramda oturan sınıf arkadaşım. Bir gün bana bir e-posta yazdı ve “senin kitabını ben basmak istiyorum” dedi.. Ben bu sıralarda kitap olması amacıyla yazmaya ve düzeltmelere devam ediyorum ama ne yayınevi, ne nasıl basılacağı konusunda hiç fikrim yoktu. Araştırma falan yapmamıştım. Arkadaşımdan böyle bir davet gelince hemen atladım ve “Tamam!” dedim. Şu anda ilk düzeltmelerini yapıp tekrar gönderdim arkadaşıma ve bekliyorum. Kitabımın adı da belli ama henüz söylemek istemiyorum. Hatta hiç söylemeyeceğim. Çıktığında öğrenin.

İşte böylee

Bundan sonra bu blogda daha sık ve değişik yazılarla görüşeceğiz.. Tabii ki arada gene tüp bebek ile ilgili birşeyler yazarım ama sadece arada sırada.


5 Nisan 2013 Cuma

TRT Radyo 1 - Paylaştıkça


4 Nisan 2013 günü canlı yayın konuğu olduğum TRT Radyo 1'de yayınlanan "Paylaştıkça" programının kaydı. Blogumla ilgili çok keyifli bir sohbetimiz oldu.


30 Mart 2013 Cumartesi

Hürriyet Cumartesi 30/03/2013 - Ben de Hamileyim

Bugün 30 Mart 2013.... 

Sabah Nursen'in heyecanlı haykırışı ile irkildim..

"Aşkım Hürriyet'in Cumhuriyet ekinde biz varız" diye bağırdı...
"Hürriyet'in Cumhuriyet eki ne yaaa" dedim şaşırarak...
"Aman işte Cumartesi eki" dedi..

Önce biz varız deyince galiba kız arkadaşları ile falan bir yerde bir şekilde çekilmiş fotoğrafları yayımlandı diye düşündüm ilk anda. Gerçi Nursen de fotoğrafımızı görünce ilk bir iki saniye "Yaa bu simalar hiç yabancı değil sanki" diye düşünmüş..

Hemen sonra dank etti ki haberimiz yapılmış... Bir süre önce Hürriyet Gazetesi'nden Mesude (Erşan) Hanım ile telefonda konuşmuştuk ve "sizi mutlaka haber yapmak istiyorum" demişti... Hemen e-posta yolu ile bir röportaj yaptık ve haberin çıkmasını bekliyorduk.

Bugün çıktı sonunda.. Gerçekten çok sevindik ve duygulandık.. Bizim için çok değişik bir durum oldu bu... Uzun zamandır yazdığım blogum haber olma niteliğine bile kavuşmuş artık meğerse..

http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/22928397.asp

İşte haberin linki burada... Bunu blogumu takip eden, okuyan herkesle paylaşmak istedim... Çok teşekkür ederim..

14 Mart 2013 Perşembe

Lâl, Babasının Yorganını Kullanacak


Artık doğuma sayılı zaman kalmıştı. Hazırlıklarımız tüm hızıyla devam ediyordu ve satın aldığımız oda takımının teslim zamanı gelmişti.  Bu sıralarda internette bir siteden Lâl’in odasının duvarlarına yapıştırmak için çok güzel çıkartmalar almıştık. Walt Disney kahramanları ve ceylanlı, kuşlu, sincaplı, kuşlu, ağaçlar falan olan çıkartmalar. Bir gün Nursen, ben, annem, teyzem, tesadüfen o zamanda Ankara’da olan dayım, anneannem hep birlikte Lâl’in odasına aldığımız çıkartmaları yapıştırdık. Biraz uğraştırıcı oldu ama çok güzel ve şirin bir oda oluyordu Lâl için. Daha öncede söylemiştim; Lâl doğmadan odası dahil her şeyin hazır olmasını istiyorduk. Çıkartmaları yapıştırınca oda tam bir bebek odası olmaya başladı.

Daha önceden de odada bulunan eşyaları dışarı atıp uçuk pembe bir tona boyatmıştık odayı. Aslında önce ben giriştim boyama işine ama tecrübesizliğimden ve acemiliğimden dolayı boyama işi pek başarılı gitmeyince işin ustası olan birini çağırdık ve ona yaptırdık. Boya rengini tutturabilmek için de bayağı bir uğraştık. Beyaz boyaya pembe renk karıştırarak uçuk bir pembe elde etmeye çalıştık ama bir türlü istediğimiz pembeyi elde edemedik. Boya ustası da “yeter artık bi karar verin” dercesine bakmaya başladı bize. Sonunda tutturabildik istediğimiz tonu.

Lâl’de annesinin karnında bize katılıyordu hareketleri ile. Sanki görüyormuş gibi tepkiler veriyordu hareket ederek. E tabii sonuçta onun odası olacak ve onun zevkine göre yapmamız lâzım.

Artık sadece mobilyaların gelmesi kalmıştı ki onlarda zaten 2 gün sonra tam söz verdikleri tarihte geldi. Bembeyaz, pembe topuzlu çok şirin bebek mobilyaları. Onları da yerleştirince Lâl’in odası tam olarak hazır oldu. Artık sadece dolaplarının içinin  yerleştirilmesi, yatağı, yatak takımları gibi ince detaylar kalmıştı. Ama artık bunlar kadın işi olduğundan Nursen, annem ve teyzem yapacaklardı. Babaannesi haftalar öncesinden dolaplar için örtüler dikmişti, yatak takımları hazırlamıştı. Esas güzel olan bir şey benim bebekliğimde kullandığım yorganı Lâl’in de kullanacak olmasıydı. Annem senelerdir saklamış o yorganı ve üstüne bir kılıf dikmiş ve Lâl için hazırlamıştı. Babasının 40 sene önce kullandığı yorganı artık Lâl kullanacaktı. Doğum zamanı tam havaların soğuduğu mevsime denk geldiği için yorgan için çok uygun zamandı. 

Lâl için bizim beğenerek aldığımız kıyafetler, tülbentler, annemin diktiği bezler, kuzeninden ve arkadaşlarımızın çocuklarından gelen daha yepyeni kıyafetler, eşyalar dolaplara yerleştirilmek üzere bekliyordu. Nursen, annem ve teyzem bir gün bir araya gelip tüm eşyaları ince ince uğraşarak dolaplara yerleştirdiler. Bayağı uğraştılar ama değdi.

Gerçi tüm bunları yaptık ama Lâl tabii ki doğar doğmaz kendi odasını kullanmayacaktı. Ama olsun gene de hazır olsun her şeyiyle istiyorduk. İlk etapta, en azından ilk 6 ay Lâl bizim odamızda yatacaktı. Üçümüz aynı odayı paylaşacaktık. Böyle olması özellikle Nursen için daha sonrada benim için çok daha iyi olacaktı. Hem Lâl devamlı kontrolümüz altında olacaktı hem de 2-3 saatte bir kalkıp meme emeceği için Nursen'e daha kolay olacaktı.

Bizim odaya da gerekli olan tüm ekipmanı hazırlamaya başlamıştık. Bir park yatağımız vardı. Ona gidip hamak da denilen ek kat aldık. Park yatak derin olduğundan Lâl’i içine bırakıp almak zor olacaktı çünkü. Ek kat sayesinde daha yüksekte kalacağı için bu iş daha kolay olacaktı bizim için. Ek katı takıp üzerine de bebek için uygun bir yatak koyduk. Bunların yanı sıra uyurken müzik dinlemesi için cd çaları ve sonradan satın aldığımız minik hoparlörleri, soğuklara karşı ve banyodan çıktıktan sonra ısınması için minik elektrikli sobasını, altını değiştirmek için bezlerini, kremlerini, losyonunu, gece uyurken rahat nefes alması için buhar makinasını kısaca her şeyi yerleştirdik bizim odaya. Sonuçta birkaç ay bile olsa üçümüzün odası olacaktı. Hatta loş ışık olması için aldığımız düşük ışık veren ampulü abajura taktık. Lâl’in park yatağı dışarıya bakan duvara baktığı için o duvarı da ısı yalıtımını sağlaması ve dışarıdan soğuk gelmemesi için bu amaç için üretilen bir malzeme ile kapladık.

Lâl doğup eve geldiğinde her şey hazırdı artık. Tabii bunları öyle bir anlattım ki sanki 2-3 günde hepsini yapmışız gibi oldu. Yavaş yavaş yaptık ama doğumdan 2 gün önce her şey hazırdı. 



10 Aralık 2012 Pazartesi

Doğmamış Bebeğe Müzik Dinletmek


Daha bebek anne karnında iken müzik dinlemesinin çok iyi olduğunu öğrendik bir yerlerden. Uygulayan bir iki arkadaşımızla da konuştuk ve gerçekten doğduktan sonra müzik dinleyen bebeğin daha sakin, uysal olduğunu söylediler. Bunu bizde uygulamaya karar verdik. Benim bir tane cd çalarım vardı. Evde bir tanede büyükçe bir kulaklık bulduk. Sonra gidip birkaç tane bebekler için hazırlanmış olan klasik müzik cd’leri aldık. Bebekler için olmasının özelliği çok bas ve yüksek tonların müziğe verilmeden daha yumuşak şekilde çalınmış olmasıydı.

Evde televizyon karşısında falan otururken Nursen kulaklığı göbeğine takıyordu ve Lâl’e müzik dinletiyordu. Gerçi komik bir görüntü oluyordu Nursen’in karnında kocaman bir kulaklık takılı olması. Ama Lâl hayatından memnun görünüyordu.  Bazen müzik ile hareketleniyor bazen de sakin sakin duruyordu, belki de uyuyordu. Ama müzik dinlemenin iyi geldiği kesindi. Müziğin etkisinin ne kadar iyi olduğunu Lâl doğduktan sonra gerçekten gördük.

Ama Lâl’in tarzı sadece klasik müzik değilmiş meğerse. Bir gün efsane rock grubu Rolling Stones ile ilgili belgesel film seyrederken konser görüntüleri çıkıp müzikler başladığında Lâl’de müthiş bir hareketlilik oldu. Demek ki rock müzik de sevecekti. Buna bir rock sever olarak ben çok sevindim. İleride cd arşivim Lâl için büyük bir müzik kaynağı olacak sanırım.

Lâl iyice hareketlenmişti ve dışarıdaki olaylara ve müziklere de tepkiler vermeye başlamıştı aynı Rolling Stones’un şarkılarını duyunca hareketlenmesi gibi. Arkadaşlarımızla birlikteyken sohbet ortamlarında konuşmaları, gülmeleri duyunca o da hareketleniyor, sanki bizimle aynı ortamı yaşıyordu. Sosyal bir çocuk olacak diye düşünmeye başladık. Hatta Nursen ile ben sohbet ederken de tepkiler veriyordu.

Nursen zaten devamlı Lâl ile konuşuyordu ama bende sık sık Nursen’in göbeğine doğru yaklaşıp Lâl’e daha yakın olarak konuşuyordum. Benim konuşmalarıma da tepkiler vermeye başlamıştı artık. Bir seferinde Lâl öpmek amacı ile Nursen’in karnını öperken ya eli ya da ayağı ile öyle bir hareket yaptı ki suratımın ortasından bir şey bastırarak geçti. Hani şu masaj koltuklarında olduğu gibi. Bu çok hoşuma gitti. Bu tip tepkiler almak gerçekten çok güzel ve tarifi imkânsız bir mutluluktu. Hem benim için hem de Nursen için.

20 Kasım 2012 Salı

Lâl’i Görmek İçin Bahane Buluyorduk


Bu sıralarda Nursen’in uyku düzeni de tamamen bozulmuştu. Geceleri hiç rahat uyuyamıyordu ve sık sık uyanıyordu. Böyle olunca da uykusu kaçıyordu tabii ki. Lâl özellikle geceleri kıpır kıpır oluyordu. Bu da Nursen’i uyutmuyordu. Bir çok gece uyandığımda Nursen’in yanımda olmadığını görüyordum. Kalkıp baktığımda televizyon karşısında film seyrederken buluyordum. Hemde büyük bir heyecanla ve sanki normal bir zamanmış gibi. Hani bu saatte uyku kaçar ama televizyon karşısında mayışık, uykulu halde olur insan normalde. Nursen tam aksine cin gibi oluyordu. Bir yandan da Lâl hareketli ise onunla konuşuyordu.

Gece uyumayınca gündüz uyuyordu tabii. Ama bu uykularda Lâl izin verdiği sürece. Lâl uyursa Nursen de uyuyabiliyordu. Son 1,5 ay böyle düzensiz geçti Nursen için. Ama her gün yürüyüşlerimizi ihmal etmiyorduk. Akşamüzeri ben eve geldiğimde çıkıp yürüyüş yapıyorduk. El ele dolaşıp devamlı Lâl hakkında konuşuyorduk. Kendimizce plânlar yapıyorduk, hayâller kuruyorduk. Bazen Nursen’in canı değişik bir şey yemek istediğinde gidip yiyorduk, Nursen ne isterse onu yapıyorduk. Bende elimden geldiğince Nursen’in istediklerini yerine getirmeye çalışıyordum. Yeter ki morali iyi olsun, sağlıklı olsun.

Yürüyüşler sayesinde bel ağrıları da çok fazla olmuyordu. Hiç olmaması mümkün değildi tabii ki ama hareket çok iyi geliyordu. Bir de Nursen aşırı kilo almadığı için de biraz daha rahattı. Ama hareketleri, oturup kalkması çok yavaşlamıştı ve zorlaşmıştı. Çok normaldi bu durumlar. Karnında doğmaya hazır bir bebek vardı ve hızla büyüyordu. Doğuma kadar bu şekilde idare edecektik artık. Ben Nursen’in etrafında pervane oluyordum. Gak dese su guk dese ekmek getiriyordum. Kendini yormaması için, rahat etmesi için elimden geleni yapıyordum. Ama hamileliğin son zamanları olduğundan dolayı doğal olarak Nursen’in huysuzlukları da biraz artmıştı. Hiç önemli değildi benim için. Hep alttan alıp, sakin olmayı başararak her şeyine olumlu bakıyordum.

Bu son zamanlarda Lâl’in hareketlerinde bazen azalmalar oluyordu. Bu bizi telaşlandırıyordu. Bu yaşta anne – baba adayı olunca ve tüp bebek olunca daha pimpirikli oluyorduk. Böyle durumlarda hemen doktorumuzu arıyorduk. Daha öncede bahsettiğim gibi cevap veremese bile en geç 1 saat içinde bize geri dönüyordu. Durumu söylediğimizde endişelenmememizi söylüyor ve hemen “Hadi kalkın gelin bir bakayım” diye çağırıyordu bizi. Muayenehane evimize çok yakın olduğundan 15 dakika sonra doktorumuzun yanında buluyorduk kendimizi. Hemen bizi randevulu hastaların arasına sıkıştırıp ultrason odasına alıp duruma bakıyordu. Her seferinde de hiçbir sorun olmadığını, merak etmememiz gerektiğini söyleyip bizi rahatlatıyordu. Artık büyüdüğü için ve doğum pozisyonuna geldiği için hareketlerde yavaşlama olabilirmiş. Lâl’in hareketlerini bizde ekranda görüyorduk ve bu bizi daha çok rahatlatıyordu.

Bu durumu 3-4 defa yaşadık. Her seferinde bir koşu doktorumuza gidip kontrolden geçtik. Neyse ki her seferinde de endişelerimizin boşa olduğunu gördük. Ama biraz da iyi oluyordu bu kontroller. Bu sayede Lâl’i daha sık görmeye başlamıştık. Belki de Lâl’i daha sık görebilmek için böyle bahaneler buluyorduk, psikolojik olarak hareketlerinin azaldığını düşünüyorduk. Ne olursa olsun aklımızda kalacağına, kafamızı kurcalayacağına doktorumuza giderek bu sıkıntıları yaşamıyorduk.

Bu zamanlarda doktorumuzun yakın ve sıcak ilgisi de bize moral ve güç veriyordu. Aynı zamanda yüzsüzlük yapmamızı da sağlıyordu. Aklımıza takıldıkça arıyorduk ve yanına gidiyorduk. En baştan bize bu imkânı vermişti zaten. “Ne zaman kafanıza bir şey takılırsa, bir sorun olursa hemen arayın. Çıkıp gelin kontrol edelim. Ne olacak ki? Altı üstü 5 dakikamızı alır. Sizin endişelenmenizden daha mı önemli?” demişti. Biz de sanki bunu sonuna kadar kullandık. Tabii ki suiistimal etmeden.