Bugün, Onbironsekiz'de hayattaki en klasik dönüm noktalarından biri olan çocuk sahibi olmaya değineceğiz. Programda 4-5 sene önce babalık zanaatine başlamış 2 baba var: Hem de yeni nesil babalar! Anne blogger'lara alışığız, biraz da baba blogger'lara kulak vermeye ne dersiniz?
Kızım Lâl tüp bebek yöntemi ile dünyaya geldi... Tüp bebek tedavisi süresince çok güzel, değişik ve unutulmayacak günler geçirdik. Lâl doğduktan sonra bunları yazmaya karar verdim ve işte bu blogu açarak yazmaya başladım. Sonra kendimi kaptırmışım ve hamilelik sürecini de yazdım. Tüm bu süreci bir babanın gözünden ve bakış açısı ile yazdım. Ben bir "tüp babayım".. Hikâye bitti artık Lâl doğduktan sonra yaşadıklarımı yazacağım...
Öne Çıkan Yayın
Tüp Babayım "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu"
Tüp Babayım "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu" 9 Şubat'ta çıkıyor
Anasayfa » lâl
lâl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
lâl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
15 Mart 2016 Salı
Radyo Onbironsekiz Program Kaydım
Radyo Onbironsekiz'de yayımlanan program kaydım... Beni, Lâl'i, bizi ve kitabımı anlattım... Buyurun...
Bugün, Onbironsekiz'de hayattaki en klasik dönüm noktalarından biri olan çocuk sahibi olmaya değineceğiz. Programda 4-5 sene önce babalık zanaatine başlamış 2 baba var: Hem de yeni nesil babalar! Anne blogger'lara alışığız, biraz da baba blogger'lara kulak vermeye ne dersiniz?
Bugün, Onbironsekiz'de hayattaki en klasik dönüm noktalarından biri olan çocuk sahibi olmaya değineceğiz. Programda 4-5 sene önce babalık zanaatine başlamış 2 baba var: Hem de yeni nesil babalar! Anne blogger'lara alışığız, biraz da baba blogger'lara kulak vermeye ne dersiniz?
17 Ekim 2015 Cumartesi
Çiy Damlam'a 4. Yaş Günü Mektubu
Çiy Damlam;
İşte geldin 4 yaşına. Ne kadar çabuk geçti değil mi? Aslında
annen ve benim için doğduğun günden itibaren değil, tüp bebek tedavisi sonucu
bir embriyo olarak annene transfer olduğun günden itibaren başladı süreç. O
haldeyken bile bir canlıydın ve annene tutunup bizim hayatımıza katılmak için
uğraş veriyordun. Bu işte de çok başarılı oldun gerçekten.
Senin dünyaya gelip hayatımıza katılman ile birlikte hayatın,
hayatımız oldu. Bize çok şey kattın, öğrettin, mutluluk yaşattın. Adım adım
büyümeni izlemek bizim için en büyük mutluluk kaynağı oldu. O kadar güzel ve
kendinden emin büyüyordun ki… Mesela annen konuşmadığın için seni doktorlara
bile götürmeyi düşünürken sen kendinden en emin olduğun zamanı bekledin ve
şakır şakır konuşmaya başladın. Tabii ki öncesinde ufak tefek kelimeler
söyleyebiliyordun ama esas konuşman bu şekilde oldu. Sonra, yürümek için de hiç
acele etmedin. Hani şöyle kalkıp 2-3 adım atıp düşeyim sonra adımlarımı yavaş
yavaş arttırarak devam ederim demedin. Herhalde “Düşe kalka öğrenmeye ne gerek
var ki kalkıp bodoslama yürürüm” diye düşünerek birden kalktın ve yürüdün. Gene
kendinden en emin olduğun bir anda. Ama o gün evde olmadığım için o anını
maalesef kaçırmıştım. Annen telefon edip söylemişti. Ama olsun sonra o paytak
paytak yürüyüşünle gelip bana sarılman her şeye bedeldi.
Konuşmaya başladıktan sonra kendince o kadar güzel kelimeler
kullanıyordun ki! Bak sana bir kaç örnek vereyim. Kırmızıya, “lâlelli” derdin.
Adının anlamı bir yerde “kırmızı” demek ve sen içinde Lâl geçen bir kelime
kullanmıştın kırmızı demek için. Sanki biliyormuşsun gibi. Annene “hua” demen
de çok güzeldi. Ama biz bir türlü “hua” dediğinde anne mi yoksa Nursen mi demek
istediğini anlayamamıştık. Esas hâlâ bırakmadığın ve sanırım ömrünün sonuna
kadar da demekten vazgeçmeyeceğin bir kelime var ki o da “bıdıbıdı”.
Babaanne’ne “bıdıbıdı” demeye başladın. Neye benzeterek, nereden esinlenerek
dediğini bir türlü anlamadık ama bunu demeyi 4 yaşında bile hiç bırakmadın.
Eminim hiç de bırakmayacaksın. Hatta bir kere bana dedin ki; “Babaanneme,
babaanne deneceğini biliyorum ama ben bıdıbıdı demek istiyorum”. Daha böyle
kullandığın çok kelime var ve hiç merak etme hepsini not aldım, ileride
okuyacaksın.
Sen büyüdükçe hem annen hem ben seninle yaptıklarından,
yaşadıklarımızdan çok güzel anılar biriktirmeye başladık. Bize hep hayatımızda
“ilk”leri yaşattın ve yaşatacaksın. Ama seninle “ilk”leri yaşamak bizi hem çok
mutlu ediyor hem de çok şaşırtıyor. Her yeni bir davranışında, olayında, konuşmanda,
tepkinde “Vay be!! Kızımız artık büyüyor” diyoruz. Sen bizi hep mutlu ediyorsun
çünkü sen mutlu bir bebeklik geçirdin ve mutlu bir çocuk oldun.
Bu arada bir de sana güzel bir hatıra bıraktım. Senin için,
senin dünyaya geliş hikâyeni anlattığım blogum kitap oldu. Bu benim için çok
büyük bir gelişmeydi. Hiç aklımda, düşüncemde yokken senin sayende bir de yazar
oldum. 2015 yılının Mart ayında kitap çıktı. İlk kopyası elime geçtiğinde
direkt senin için bir şeyler yazdım ve imzalayıp sana verdim. İlk gördüğünde
bir anlam veremedin ama ne olduğunu sana anlattığımda yaşından beklenmeyecek
bir olgunlukla ilgilendin kitapla ve “ben bunu büyüyünce okuyacağım” dedin.
Sonrasında kütüphanene kaldırdık. Orada senin okumanı bekliyor. Bakalım
okuduğunda neler hissedeceksin?
Canım kızım, çiy damlam.. Hayatımın ve hayatımızın son dört
senesi senin sayende mutluluk, huzur ve güzellikler içinde geçti. Bundan
sonrası da eminim öyle olacak. Sen benim her şeyimsin, umudumsun, geleceğimsin,
hayâllerimsin. Seninle bir kız babası oldum ve babalığın en güzelini yaşıyorum.
Biz baba – kız olarak içten içe çok güzel duygular paylaşıyoruz. Gerçi senin
nazarında hep en yaramaz benim, bütün olumsuz şeyler benim yüzümden oluyor, hep
ben suçluyum ama biliyorum ki beni çok seviyorsun. Ama benim sana duyduğum
sevginin bir tarifi, anlatımı inan ki yok. Sana hiçbir zaman aşkım, sevgilim
vb. kelimelerle hitap etmedim. Çünkü sen benim sadece canımdan bir parçasın,
hayatımsın, kızımsın, her şeyimsin, “çiy damlam”sın ve ben senin babanım.
Dördüncü yaş günün kutlu olsun ve her yaşın daha da mutlu
olarak devam etsin. Daha önce söylemiştim ama tekrar söylemek istiyorum;
hayatıma ve hayatımıza girdiğin için, o kadar meşakkatli süreci en güçlü
şekilde atlatıp bizim dünyamıza katılmayı kabul ettiğin için sana çok teşekkür
ederim.
24 Nisan 2015 Cuma
Tüp Babayım Halk TV Ekranlarında
Tüp Babayım bugün Halk TV ekranlarındaydı... Lâl ve ben sevgili Semra Topçu ile kitabım hakkında çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
16 Mart 2015 Pazartesi
bebekveben.com Röportajım
Sevgili arkadaşım Tanla'nın sahibi olduğu bebekveben.com sitesinde yayımlanan röportajımı sizlerle paylaşmak istedim... Çok keyifli ve güzel oldu.. Çok teşekkür ederim Tanla :)
Tüp Babanın Hikayesi Kitap Oluyor
“Aşkım kiminle konuşuyorsun? Ne konuşuyorsun? Cevap versene! Ne oldu?” diyerek kapıyı yumruklamaya başladım. Çatlayacaktım artık heyecandan. O birkaç saniye geçmek bilmedi. Birden kapıyı açıp dışarı çıktı.
Başında ışıktan bir taç vardı sanki. Sanki boyu uzamıştı, ululaşmıştı karım. Çok güzel gülümsüyordu. Bana baktı, baktı, baktı ve neredeyse fısıldayan bir sesle “Anne oluyorum!” dedi!
Ben o anda ne olduğumu ne yaptığımı hatırlamıyorum. Ne zaman sonra Nursen’e sımsıkı sarıldım ve “Seni çok seviyorum aşkım!” diyerek öpmeye başladım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ama yine de birkaç damla akmasına engel olamadım. Tarifi imkânsız bir mutluluktu benim için. Nursen için de öyle tabi ki. Annem, teyzem hep beraber birbirimize sarıldık. Ben havalarda uçuyordum. Baba oluyorum yahu, baba! Şahane bir duygu bu!
Tüp Babayım “Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu”
Tuğkan blogum vasıtasıyla tanıştığım arkadaşlarımdan biri. Aile blogları dünyasında blogger babalara fazla rastlamadığımız için kısa sürede kalabalığın içinden sıyrıldı. Eşinin hamileliği ve kızı Lâl’ın tüp bebek yöntemiyle dünyaya gelişini kaleme aldığı blogunda samimi ve esprili anlatımıyla dikkatleri çekti. Şimdi bu maceralarını kitaba dönüştürüyor. 9 Şubat 2015’de piyasaya çıkacak kitabı Tüp Babayım “Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu”nun öncesinde Tuğkan ile sıcak bir röportaj gerçekleştirdim.
Kendinden biraz bahseder misin? Tuğkan Tepiltepe kimdir?
25 Şubat 1972 Ankara doğumluyum. Tüm eğitim hayatımı Ankara’da tamamladım. Aslen iktisat bölümü mezunu olmama rağmen çalışma hayatım hep “bilgisayar” üzerine oldu. Son 15 senedir bir üniversitede akademik uzman olarak çalışıyorum. 38 yaşıma kadar hayatımı bekâr devam ettirdim, hatta 35 yaşımdan itibaren müzmin bekârlığa terfi ettim. Artık ben ve ailem evlenmemden umudu kesmişken birden herşey değişti. Nursen ile tanıştım ve 8 ay içinde evlendim. Çok mutlu, sevgi ve aşk dolu bir evliliğimiz oldu ve hâlâ öyle sürüyor. 2011 yılının Ekim ayında ise kızımız Lâl dünyaya geldi. Lâl tüp bebek yöntemi ile dünyaya geldi ve hikâyem de işte bu süreci anlatıyor.
25 Şubat 1972 Ankara doğumluyum. Tüm eğitim hayatımı Ankara’da tamamladım. Aslen iktisat bölümü mezunu olmama rağmen çalışma hayatım hep “bilgisayar” üzerine oldu. Son 15 senedir bir üniversitede akademik uzman olarak çalışıyorum. 38 yaşıma kadar hayatımı bekâr devam ettirdim, hatta 35 yaşımdan itibaren müzmin bekârlığa terfi ettim. Artık ben ve ailem evlenmemden umudu kesmişken birden herşey değişti. Nursen ile tanıştım ve 8 ay içinde evlendim. Çok mutlu, sevgi ve aşk dolu bir evliliğimiz oldu ve hâlâ öyle sürüyor. 2011 yılının Ekim ayında ise kızımız Lâl dünyaya geldi. Lâl tüp bebek yöntemi ile dünyaya geldi ve hikâyem de işte bu süreci anlatıyor.
Tüp bebek tedavisini, eşinin hamilelik sürecini ve sonrasında kızınız Lâl ile maceralarınızı anlattığın bir blogun var. Blog yazma fikri nereden doğdu?
Kızım Lâl tüp bebek yöntemi ile dünyaya geldi. Tedavinin başından itibaren çok zorlu ve enteresan günler yaşadık. Eğlenceli anlar, sıkıntılar ve bu sıkıntıları aşmak için kendimizce geliştirdiğimiz çözümler gibi… Lâl doğduktan sonra geçirdiğimiz günleri hep konuşuyorduk ve gülüyorduk. Derken eşim Nursen ve çok yakın arkadaşı bana bunları yazmam için fikir verdi. Benimde kafama yattı ve bilgisayarımda bir sayfa açıp tedavinin en başından hatta Nursen’le tanışmamızdan itibaren, yani ilk kıvılcımdan itibaren, yazmaya başladım. Baktım gayet güzel yazmaya devam ediyorum ve bana bile ilgi çekici geliyor hikâyem. O zaman bunu bir blog açıp orada yayınlayayım diye düşündüm. Şu anda yayında olan Baba olacağım, oluyorum, oldum isminde blogumu açtım. Her gün 2-3 paragraflık bir yazı yayınlamaya başladım. Blogum kısa sürede büyük bir ilgi çekmeye başladı. Amacım kendi yaşanmışlarımı anlatarak insanlara naçizane fikir verebilmek ve yardımcı olabilmekti. Bloguma telefonum ve e-posta adresimi de yazdım ki okuyanlar bana direkt ulaşabilsinler. Gerçekten birçok kişi gerek telefonla arayarak, gerekse e-posta yoluyla benimle konuştu ve bende elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Blog yazmak beni gerçekten çok mutlu ediyor.
Kızım Lâl tüp bebek yöntemi ile dünyaya geldi. Tedavinin başından itibaren çok zorlu ve enteresan günler yaşadık. Eğlenceli anlar, sıkıntılar ve bu sıkıntıları aşmak için kendimizce geliştirdiğimiz çözümler gibi… Lâl doğduktan sonra geçirdiğimiz günleri hep konuşuyorduk ve gülüyorduk. Derken eşim Nursen ve çok yakın arkadaşı bana bunları yazmam için fikir verdi. Benimde kafama yattı ve bilgisayarımda bir sayfa açıp tedavinin en başından hatta Nursen’le tanışmamızdan itibaren, yani ilk kıvılcımdan itibaren, yazmaya başladım. Baktım gayet güzel yazmaya devam ediyorum ve bana bile ilgi çekici geliyor hikâyem. O zaman bunu bir blog açıp orada yayınlayayım diye düşündüm. Şu anda yayında olan Baba olacağım, oluyorum, oldum isminde blogumu açtım. Her gün 2-3 paragraflık bir yazı yayınlamaya başladım. Blogum kısa sürede büyük bir ilgi çekmeye başladı. Amacım kendi yaşanmışlarımı anlatarak insanlara naçizane fikir verebilmek ve yardımcı olabilmekti. Bloguma telefonum ve e-posta adresimi de yazdım ki okuyanlar bana direkt ulaşabilsinler. Gerçekten birçok kişi gerek telefonla arayarak, gerekse e-posta yoluyla benimle konuştu ve bende elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Blog yazmak beni gerçekten çok mutlu ediyor.
Aile konularında blog yazan baba sayısı fazla değil. Bir başka deyişle aile blogları çoğunlukla kadınların hakimiyetinde. Böyle bir ortamda blog tutan babaları görmek çok hoşumuza gidiyor. Sence babaların bloglamaya az ilgi göstermesinin sebebi ne? Babalara blog tutmayı tavsiye ediyor musun?
Evet, aile ve çocukları üzerine blog yazan fazla erkek yok. Çünkü bir çok erkek böyle konuları açığa vurmak, özelini paylaşmak istemez. Türk erkeği tabii o yüzden Hele ki tüp bebek süreci, hamilelik dönemi erkekler için gerçekten çok özel bir dönem. Fakat artık bunları aşmak lazım bence. Yaşanmışlıkları paylaşmak, anıları anlatmak hem aile için hem de okuyucular için çok yardım edici ve faydalı kaynaklar olabiliyor. Her babaya anılarını, yaşadıklarını yazmayı ve özellikle bir blog açarak yazmalarını tavisye ediyorum. En güzeli ileride çocuklarına bir hatıra bırakmış olacaklar.
Evet, aile ve çocukları üzerine blog yazan fazla erkek yok. Çünkü bir çok erkek böyle konuları açığa vurmak, özelini paylaşmak istemez. Türk erkeği tabii o yüzden Hele ki tüp bebek süreci, hamilelik dönemi erkekler için gerçekten çok özel bir dönem. Fakat artık bunları aşmak lazım bence. Yaşanmışlıkları paylaşmak, anıları anlatmak hem aile için hem de okuyucular için çok yardım edici ve faydalı kaynaklar olabiliyor. Her babaya anılarını, yaşadıklarını yazmayı ve özellikle bir blog açarak yazmalarını tavisye ediyorum. En güzeli ileride çocuklarına bir hatıra bırakmış olacaklar.
Lâl’ın tüp bebek olarak dünyaya gelme hikâyesini okudum. Belki şimdi yönelteceğim soru size daha önce pek çok kez soruldu. Ancak yanıtın önemli ve yol gösterici olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir sağlık mecburiyeti olmadığı halde neden tüp bebek yapmaya karar verdiniz? Sonuçta belli bir bütçe ayırılması gereken ve pek çok aşamaları olan bir uygulama…
Önce her çift gibi doğal yollardan denedik tabii. Ama bir süre sonunda olmadığını görünce bu yola başvurduk. Sağlık problemi yoktu ama yapılan testlerde artık hem eşimin hem benim yaşlarımız 38 olduğundan, ne zaman hamilelik olacağının belli olmadığını söyledi doktorlar. Hani kahve falı gibi, 3 gün de olur, 3 ay da olur dediler. Bir tabii o yaştan sonra kadın için artık ne zaman ne olacağı belli olmaz. Doktorumuz “Madem bir bebek istiyorsunuz hiç riske atmayın. Hadi gelin tüp bebek yapalım size…” dediler. Biz de kısa bir düşünme evresinden sonra “E hadi bakalım, olur.” dedik. Maddi olarak tabii ki külfetli. Hele ki devlet memuruysan. Ama böyle bir durumda gözün o kısmını görmüyor. Hangi aşamalardan geçeceğimzi de detaylı olarak anlatıldı. Fakat o anlatılanları pek de önemseyerek dinlemedik. Çünkü karar verdik, bu tedaviye ve yaptıracaktık. Ne olursa olsun…
Önce her çift gibi doğal yollardan denedik tabii. Ama bir süre sonunda olmadığını görünce bu yola başvurduk. Sağlık problemi yoktu ama yapılan testlerde artık hem eşimin hem benim yaşlarımız 38 olduğundan, ne zaman hamilelik olacağının belli olmadığını söyledi doktorlar. Hani kahve falı gibi, 3 gün de olur, 3 ay da olur dediler. Bir tabii o yaştan sonra kadın için artık ne zaman ne olacağı belli olmaz. Doktorumuz “Madem bir bebek istiyorsunuz hiç riske atmayın. Hadi gelin tüp bebek yapalım size…” dediler. Biz de kısa bir düşünme evresinden sonra “E hadi bakalım, olur.” dedik. Maddi olarak tabii ki külfetli. Hele ki devlet memuruysan. Ama böyle bir durumda gözün o kısmını görmüyor. Hangi aşamalardan geçeceğimzi de detaylı olarak anlatıldı. Fakat o anlatılanları pek de önemseyerek dinlemedik. Çünkü karar verdik, bu tedaviye ve yaptıracaktık. Ne olursa olsun…
Tüp bebek sürecine başlamadan önce aklınıza takılan en büyük soru neydi? Bu soruyu zaman içinde nasıl yanıtladınız?
Açıkcası kafımıza takılan bir konu yoktu. Sadece bir kere deneyelim oldu oldu, olmadı hayatımız böyle devam eder diye düşünüyorduk. Zaman içinde gördük ki tedavi ikimizi de zorluyor. Özellikle kadın açısından daha zor. Ama hep kararlı ve olumlu yönden baktık ve bu zorlukları biraz da eğlenceli hâle getirerek atlattık.
Açıkcası kafımıza takılan bir konu yoktu. Sadece bir kere deneyelim oldu oldu, olmadı hayatımız böyle devam eder diye düşünüyorduk. Zaman içinde gördük ki tedavi ikimizi de zorluyor. Özellikle kadın açısından daha zor. Ama hep kararlı ve olumlu yönden baktık ve bu zorlukları biraz da eğlenceli hâle getirerek atlattık.
Tüp bebek sürecinin sizin için en güzel ve en zorlu yönleri neydi?
En güzel yanı doktorumuz ve ekibinin bize olan desteği ve olumlu, sıcak yaklaşımıydı. Bizi çok güzel yönlendirdiler ve moral verdiler. Tüm sürecin yolunda olumlu şekilde devam etmesi ise ayrı bir güzellikti.
Ancak zor yanları ise Nursen’in aldığı ilaçlar, iğneler yüzünden doğal olarak yaşadığı depresyonlar, hormonal değişikler sonucu ortaya çıkan sıkıntılardı. Benim içinse uyguladığım perhizler, sperm kalitesini yükseltmek için uyguladığım çalışmalardı. Ama dediğim gibi esas ve en zor kısmını Nursen yaşadı. Bunun yanı sıra benim için büyük zorluk ise Nursen’in yaşadıkları karşısında zorlanmam, onun moralini yüksek tutmaya çalışmam, o doğal değişikliklerini ve ataklarını alttan alarak, anlayış göstererek göğüslemem oldu. Ama ne olursa olsun her anı keyifli ve güzel geçti.
En güzel yanı doktorumuz ve ekibinin bize olan desteği ve olumlu, sıcak yaklaşımıydı. Bizi çok güzel yönlendirdiler ve moral verdiler. Tüm sürecin yolunda olumlu şekilde devam etmesi ise ayrı bir güzellikti.
Ancak zor yanları ise Nursen’in aldığı ilaçlar, iğneler yüzünden doğal olarak yaşadığı depresyonlar, hormonal değişikler sonucu ortaya çıkan sıkıntılardı. Benim içinse uyguladığım perhizler, sperm kalitesini yükseltmek için uyguladığım çalışmalardı. Ama dediğim gibi esas ve en zor kısmını Nursen yaşadı. Bunun yanı sıra benim için büyük zorluk ise Nursen’in yaşadıkları karşısında zorlanmam, onun moralini yüksek tutmaya çalışmam, o doğal değişikliklerini ve ataklarını alttan alarak, anlayış göstererek göğüslemem oldu. Ama ne olursa olsun her anı keyifli ve güzel geçti.
Tüp bebek düşünen ailelere vereceğin 3 önemli tavsiye ne olur?
Öncelikle karar vermeden önce çok iyi düşünmeleri ve kendilerini hazır hissetmeleri çok önemli.
Karar verdikten sonra ise çok iyi bir tüp bebek merkezi ve doktorla bu işe girmeleri. Gerçekten konusunda uzman olmayan ve sadece maddi çıkarlar için, hastayı sadece bir müşteri olarak gören çok tüp bebek merkezi ve doktor olduğunu sıklıkla duydum.
En önemlisi ise bu işe başlanmasıyla birlikte psikolojilerinin çok iyi olması, morallerini hep yüksek tutmaları gerekiyor. Her aşamasına olumlu bakmak, moralli olmak, kendilerini sıkmamaları çok ama çok önemli.
Öncelikle karar vermeden önce çok iyi düşünmeleri ve kendilerini hazır hissetmeleri çok önemli.
Karar verdikten sonra ise çok iyi bir tüp bebek merkezi ve doktorla bu işe girmeleri. Gerçekten konusunda uzman olmayan ve sadece maddi çıkarlar için, hastayı sadece bir müşteri olarak gören çok tüp bebek merkezi ve doktor olduğunu sıklıkla duydum.
En önemlisi ise bu işe başlanmasıyla birlikte psikolojilerinin çok iyi olması, morallerini hep yüksek tutmaları gerekiyor. Her aşamasına olumlu bakmak, moralli olmak, kendilerini sıkmamaları çok ama çok önemli.
TÜP BABAYIM “Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu…” isimli kitabın çok yakında okurlarla buluşacak. Bu kitabı yazmak nereden aklına geldi?
Aslında kitap yazmak gibi bir düşüncem yoktu. Zaman geçtikçe blogumda yazdığım tüp bebek tedavisinin hikâyesi bitti. Hazır her şey böyle güzel gidiyorken hamilelik sürecini de yazmaya karar verdim ve devam ettim. Çünkü hamilelik sürecinde de eşimle birlikte çok güzel, değişik ve eğlenceli tabii ki aynı zamanda doğal olarak sıkıntılı günler yaşamıştık. Tüm süreci bir baba ve erkek gözünden bakarak yazıyordum. Bloguma yazmaya devam ederken okuyan yakınlarımdan ve okuyuculardan bu hikâyenin kitap olması lazım diye teşvikler geliyordu. Önceleri kitabın bana çok olduğunu düşündüm ancak zaman geçtikçe de mantıklı gelmeye başladı ve kitap üzerine yoğunlaşmaya başladım. Tam bu sıralarda liseden bir sınıf arkadaşım aradı ve “Senin blogunu kitap yapmak istiyorum. Ne dersin?” dedi. Bende ne diyeceğim? Tabii ki olur dedim ve çalışmalara başladık. Uzun ve özenli çalışmalar sonucunda hikâyem kitap oldu.
Ama yazmamdaki en önemli amacım ileride kızıma bir hatıra bırakmak. Büyüdüğünde okuyunca ne hissedecek çok merak ediyorum.
Aslında kitap yazmak gibi bir düşüncem yoktu. Zaman geçtikçe blogumda yazdığım tüp bebek tedavisinin hikâyesi bitti. Hazır her şey böyle güzel gidiyorken hamilelik sürecini de yazmaya karar verdim ve devam ettim. Çünkü hamilelik sürecinde de eşimle birlikte çok güzel, değişik ve eğlenceli tabii ki aynı zamanda doğal olarak sıkıntılı günler yaşamıştık. Tüm süreci bir baba ve erkek gözünden bakarak yazıyordum. Bloguma yazmaya devam ederken okuyan yakınlarımdan ve okuyuculardan bu hikâyenin kitap olması lazım diye teşvikler geliyordu. Önceleri kitabın bana çok olduğunu düşündüm ancak zaman geçtikçe de mantıklı gelmeye başladı ve kitap üzerine yoğunlaşmaya başladım. Tam bu sıralarda liseden bir sınıf arkadaşım aradı ve “Senin blogunu kitap yapmak istiyorum. Ne dersin?” dedi. Bende ne diyeceğim? Tabii ki olur dedim ve çalışmalara başladık. Uzun ve özenli çalışmalar sonucunda hikâyem kitap oldu.
Ama yazmamdaki en önemli amacım ileride kızıma bir hatıra bırakmak. Büyüdüğünde okuyunca ne hissedecek çok merak ediyorum.
Blog dünyasında yazılarını bir kitaba çevirmeyi hayal eden pek çok arkadaşım var. Onlara yol göstermek amacıyla kitap yazma sürecinden biraz bahseder misin? Bu işe ne kadar süre ayırdın? Yazarken nelere dikkat ettin?
Aslında bloğumun kitaba dönüşmesi çevremin verdiği fikir ve destekle oldu. Gerek okuyucularım gerekse çevremdeki diğer insanlar bu hikâyenin kitap olması gerektiğini söylüyorlardu. Blogda zaten yazılarım devam ediyordu. Bir anda kitap yapmaya karar verdim ve hikâyemi blogda keserek kitaba yönelik yazmaya başladım. Blogda artık sadece makalelerimi yayınlıyordum ki hâlâ da öyle. Hikaye bittikten sonra 4 kez baştan ele alıp kitap için kendimce hazır hâle getirdim. Daha sonra ise editörüm tekrar elden geçirdi kitap oluştu. Blogu yazmaya başladığım tarihten itibaren ele alırsak 3,5 sene sürdü. Ama kitap aşamasına karar verdikten sonra yaklaşık 2 seneyi buldu son haline gelmesi. Yavaş yavaş ama çok ince eleyip, sık dokunarak oluştu kitabım. Özellikle kitabıma çok sevdiğim ve saydığım Prof. Dr. Üstün Dökmen’in beni kırmayarak önsöz yazması ayrı bir moral oldu benim için. Hele ki “Dünya’da bir ilk” tespiti çok önemli. Ben bu kitabın Türkiye’de bir olduğunu biliyordum ancak Üstün hocamın bu tespiti çok daha önemli bir açı kazandırdı kitabıma.
Aslında bloğumun kitaba dönüşmesi çevremin verdiği fikir ve destekle oldu. Gerek okuyucularım gerekse çevremdeki diğer insanlar bu hikâyenin kitap olması gerektiğini söylüyorlardu. Blogda zaten yazılarım devam ediyordu. Bir anda kitap yapmaya karar verdim ve hikâyemi blogda keserek kitaba yönelik yazmaya başladım. Blogda artık sadece makalelerimi yayınlıyordum ki hâlâ da öyle. Hikaye bittikten sonra 4 kez baştan ele alıp kitap için kendimce hazır hâle getirdim. Daha sonra ise editörüm tekrar elden geçirdi kitap oluştu. Blogu yazmaya başladığım tarihten itibaren ele alırsak 3,5 sene sürdü. Ama kitap aşamasına karar verdikten sonra yaklaşık 2 seneyi buldu son haline gelmesi. Yavaş yavaş ama çok ince eleyip, sık dokunarak oluştu kitabım. Özellikle kitabıma çok sevdiğim ve saydığım Prof. Dr. Üstün Dökmen’in beni kırmayarak önsöz yazması ayrı bir moral oldu benim için. Hele ki “Dünya’da bir ilk” tespiti çok önemli. Ben bu kitabın Türkiye’de bir olduğunu biliyordum ancak Üstün hocamın bu tespiti çok daha önemli bir açı kazandırdı kitabıma.
Hikayenizi okuyanlar size nasıl tepkiler veriyor?
Çok güzel tepkiler aldım. Okuyanlar tüp bebek konusunda kendilerine cesaret geldiğini, daha rahat olduklarını söylediler. Anne adayları özellikle eşlerini okuttuklarını söylediler. Daha çok erkeklere yönelik yazdığım için erkeklerden de çok güzel tepkiler geldi. Bir iki erkek okuyucum eşlerinden “Bak ne kocalar var. Sen niye böyle değilsin? Niye bunları yapmadın?” diye fırça bile yemişler. Ama sanırım bir çok kişiye naçizane faydam oldu.
Çok güzel tepkiler aldım. Okuyanlar tüp bebek konusunda kendilerine cesaret geldiğini, daha rahat olduklarını söylediler. Anne adayları özellikle eşlerini okuttuklarını söylediler. Daha çok erkeklere yönelik yazdığım için erkeklerden de çok güzel tepkiler geldi. Bir iki erkek okuyucum eşlerinden “Bak ne kocalar var. Sen niye böyle değilsin? Niye bunları yapmadın?” diye fırça bile yemişler. Ama sanırım bir çok kişiye naçizane faydam oldu.
Yazılarında en çok etkili olan konu ne oldu?
Bildiğiniz gibi özellikle ülkemizde tüp bebek konusu bir tabu halinde. Hem erkek hem kadın açısından saklanması gereken, utanılacak bir konu gibi görülüyor. Ben bunun böyle olmadığını özellikle belirtmeye çalıştım. Özellikle erkek açısından çok daha fazla gizleniyor ve utanılıyor tüp bebek tedavisi. Aslında gayet doğal bir durum. Sonuçta tıbbi bir olay ve her insanın yaşayabileceği bir süreç. İşte tüm bunları açıklığa kavuşturarak bu tabuyu yıkmaya çalıştım ve sanırım başarılı da oldum.
Bildiğiniz gibi özellikle ülkemizde tüp bebek konusu bir tabu halinde. Hem erkek hem kadın açısından saklanması gereken, utanılacak bir konu gibi görülüyor. Ben bunun böyle olmadığını özellikle belirtmeye çalıştım. Özellikle erkek açısından çok daha fazla gizleniyor ve utanılıyor tüp bebek tedavisi. Aslında gayet doğal bir durum. Sonuçta tıbbi bir olay ve her insanın yaşayabileceği bir süreç. İşte tüm bunları açıklığa kavuşturarak bu tabuyu yıkmaya çalıştım ve sanırım başarılı da oldum.
Yazılarını okuduğumda tespit ettiğim bir durum, klasik Türk erkeğinden farklı olarak tüp bebek yapma ve eşinin hamileliği süresince son derece ilgili ve tüm sürece katılımcı bir yaklaşımın var. Böyle katılımcı olmayı nasıl başardın?
Sonuçta bir bebek sahibi olmak kadın veya erkeğin tek başına karar verdiği bir olay değil. Tabii ki tek başına değişik yöntemlerle çocuk sahibi olan kadınlar var ama özellikle evli çiftlerde ortak karar veriliyor ve bu sürece giriliyor. Ben de kendimi eşimden ayırmayarak aynı heyecanla yaşadım tüm süreci. Amerikalıların bir lafı vardır; “Biz hamileyiz” derler. Çok doğru bir tespit. Eğer eşimle birlikteliğimizin bir meyvesi olacaksa ben de bunu en az eşim kadar yaşamalıyım ve her anında, her noktasında yanında olmalıyım. Bir erkeğin yapabileceği ne varsa elimden geldiğince yapmaya çalıştım.
Sonuçta bir bebek sahibi olmak kadın veya erkeğin tek başına karar verdiği bir olay değil. Tabii ki tek başına değişik yöntemlerle çocuk sahibi olan kadınlar var ama özellikle evli çiftlerde ortak karar veriliyor ve bu sürece giriliyor. Ben de kendimi eşimden ayırmayarak aynı heyecanla yaşadım tüm süreci. Amerikalıların bir lafı vardır; “Biz hamileyiz” derler. Çok doğru bir tespit. Eğer eşimle birlikteliğimizin bir meyvesi olacaksa ben de bunu en az eşim kadar yaşamalıyım ve her anında, her noktasında yanında olmalıyım. Bir erkeğin yapabileceği ne varsa elimden geldiğince yapmaya çalıştım.
Bu kitap okuyucularına ne kazandıracak?
Özellikle Türk insanı bilimsel gerçeklerin yanı sıra yaşanmışlıklardan kendine pay çıkartır ve destek alır. Ben kitabımda tamamen kendi yaşadıklarımı anlattığım için tüp bebek tedavisi düşünen veya tedavi sürecinde olan kişiler hatta normal yollardan hamilelik yaşayan çiftler bile okuduklarında kendilerini görecek ve kendilerine belki bir çıkış yolu, çözüm önerisi bulabilecekler. Aslında bu kitapta kendimin ve eşimin hikâyesinin yanı sıra insanlarımızın da yaşadıkları veya yaşaması gerekenleri sunmaya çalıştım.
Özellikle Türk insanı bilimsel gerçeklerin yanı sıra yaşanmışlıklardan kendine pay çıkartır ve destek alır. Ben kitabımda tamamen kendi yaşadıklarımı anlattığım için tüp bebek tedavisi düşünen veya tedavi sürecinde olan kişiler hatta normal yollardan hamilelik yaşayan çiftler bile okuduklarında kendilerini görecek ve kendilerine belki bir çıkış yolu, çözüm önerisi bulabilecekler. Aslında bu kitapta kendimin ve eşimin hikâyesinin yanı sıra insanlarımızın da yaşadıkları veya yaşaması gerekenleri sunmaya çalıştım.
Son olarak söylemek istediğin birşey var mı?
Daha blog halindeyken hikâyem bir çok insana moral verdi, fikir verdi, destek oldu, tüp bebek konusunda cesaretlendirdi. Kitabım ile daha çok kişiye ulaşabileceğim ve naçizane daha çok kişiye faydam olabilecek. Bu da beni çok mutlu ediyor.
Ve bu kitabı yazmaya beni teşvik eden başta karım Nursen’e ve çevremdeki herkese çok teşekkür ederim. Ama özellikle katabımı yazmaya sebep olan çiy damlam Lâl’e çok teşekkür ederim…
Daha blog halindeyken hikâyem bir çok insana moral verdi, fikir verdi, destek oldu, tüp bebek konusunda cesaretlendirdi. Kitabım ile daha çok kişiye ulaşabileceğim ve naçizane daha çok kişiye faydam olabilecek. Bu da beni çok mutlu ediyor.
Ve bu kitabı yazmaya beni teşvik eden başta karım Nursen’e ve çevremdeki herkese çok teşekkür ederim. Ama özellikle katabımı yazmaya sebep olan çiy damlam Lâl’e çok teşekkür ederim…
Tuğkan Tepiltepe’nin kitabı TÜP BABAYIM “Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu…” 9 Şubat 2015’de Magistra yayınevinden çıkacak. Tüp bebek konusuna ilgi duyan ve hatta bebek yapmayı düşünen tüm çiftler için çok güzel bir kaynak olacağına inanıyorum. Kitapevlerinizden ısrarla isteyin…
17 Ekim 2014 Cuma
Çiy Damlam, 3 Yaşında Oldun Bile…
Bir tanecik
çiy damlam benim… Göz açıp kapayıncaya kadar geçti 3 sene. Bugün tam 3
yaşındasın artık. Tam üç sene önce bugün dünyaya geldin. Annen, ben ve sevdiğin
bir çok yakının bu saatlerde hastanede heyecanla senin gelmen için saat
sayıyorduk. Şimdi ise hayatımıza girdiğin günden beri artık seneleri saymaya
başladık.
Çiy damlam, üç
senemiz seninle dolu dolu geçti. Her anımızı seninle paylaştık, her anımızda
yanımızda olmanı istedik. Gittiğimiz yer, yaptığımız iş fark etmedi, hep
seninle beraber paylaştık o anları. Ama itiraf ediyorum, ara sıra annenle beraber
baş başa bir yerlere giderek kaçamak yaptığımız zamanlar oldu. Ama inan ki tek amacımız,
sadece senin biraz bizsiz kalıp kafanı dinlemen içindi J
Gayet sakin,
rahat, sıcak kanlı, olumlu bir bebek oldun sen. Bebek diyorum çünkü artık kocaman
oldun ve ‘çocuk’ sınıfına girdin. Ara sıra arızaya geçip huysuzlandığın
zamanlar da oldu tabii ki ama ne de olsa sen bebeksin, bunlar olmazsa bir
gariplik var demektir. Ama biz senden hiç şikayetçi olmadık. Bebekliğinden
kaynaklanan her huysuzluğunda, her sorunda sakin ve mantıklı şekilde çözüme
gitmeye çalıştık. Genelde de başarılı olduk. Tamam ara sıra annenin ve benimde
çıldırdığımız zamanlarımız oldu ama sende bize biraz hak ver, biz de 40 yaşı
devirmiş durumdayız. Bazen tahammül sınırımız düşük olabiliyor.
Sakin ve
rahat bir bebek olmanda ki en büyük etken ise 2 yaşına kadar seni annenin
büyütmesi oldu. Seninle o kadar güzel ve sakince ilgilendi ki sende bu
sakinliği karakterinde, kişiliğinde yansıttın. 2 yaşından sonra ne mi oldu?
Merak etme gene çok iyiydin. Yaklaşık 1 sene bıdıbıdı’cığın (babaannen) sana
baktı ve sonrada kreşe başladın. (Babaanne’ne
ilk konuşmaya başlamandan itibaren ‘bıdıbıdı’ dedin. Umarım bu mektubu okuduğun
yaşlarında da bıdıbıdı demeye devam ediyor olursun. Ha bu arada annene de ‘Hua’
diyordun ama 3 yaşından 2 ay kadar önce sadece anne demeye başladın.)
Ben neredeyse
hastalık derecesinde sana düşkün oldum. Seni, sensiz geçen her anda çok
özlüyorum, aklıma geldiğin anda burnumun direği sızlıyor. Baba olmak ve
özellikle de kız babası olmak çok değişik ve müthiş güzel bir duyguymuş
meğerse. Sayende yaşadım bu güzelliği.
Zaten
duygusal bir adamım ama seninle daha da duygusal oldum. Sen uyurken, oyun
oynarken, yemek yerken hiçbir şey düşünmeden seni seyrettim. Kucağımda uyurken
sana baktığımda gözlerim yaşardı. Sana olan sevgimden, mutluluğumdan ağladım.
Doğal olarak
annene çok düşkün oldun. Bunu kıskanmıyor da değilim açıkçası. Ama bana olan
sevginin de farkındayım. Bana ‘baba’ diye her seslendiğinde içim eriyerek
yanına koştum, elimi tuttuğunda, başını göğsüme yasladığında, senin için çok
konforlu olan göbeğime yattığında hissettiğim mutluluğumun, huzurumun tarifini
yapamam. En ufak bir rahatsızlığında, en ufak bir şekilde canın acıdığında
benimde içim sızladı. O acıyı, rahatsızlığı bende hissettim. Sen benim bir
parçamsın ve hayatımsın, canımsın, her şeyimsin.
Son
zamanlarda bana biraz daha düşkün olmaya başladın ve bu beni çok mutlu ediyor.
Hani derler ya “kız çocukları babalarına düşkün olur” diye, işte bende bunu
bekliyorum heyecanla. Seninle oyun oynamak, birlikte bir şeyler yapmak, beraber
zaman geçirmek, seninle herhangi bir zamanı paylaşmak benim için en büyük
mutluluk. Bazen bir işi yaparken bana yardım bile ediyorsun ya hani işte o
zamanlarda işim bir kolaylaşıyor ve keyifli hale geliyor ki sorma gitsin.
Mesela elimde tornavida bir şeyleri vidalarken bana yardım edip o vidaları
senin vermen, yaptığım bir şeyin ucundan tutman seninle geçirdiğim en güzel
zamanlardan birisi oluyor. Her ne yaparsam yapayım, eğer senin içinde
tehlikesiz ve uygunsa o işi seninle yapmak benim için ayrı bir mutluluk oluyor.
Tabii aynı şekilde annene de mutfakta, çamaşırda, temizlikte yardımlarını
esirgemiyorsun ve annen de eminim benim kadar mutlu oluyordur. Ha o durumda da
ikinizi seyretmek çok keyifli oluyor.
Bu üç senedir
senin gelişimini, büyümeni izlemek ve takip etmek gerçekten çok şaşırtıcı oldu.
Hemen her gün yeni bir gelişim gösteriyorsun, yeni bir şey yapıyorsun, hiç
umulmadık zamanda bir şey söylüyorsun veya bir hareket, mimik yapıyorsun. Tüm
bunları gün be gün yaşamak, görmek çok çok keyifli ve şaşırtıcı.
Ben, senin
hayatımıza girdiğin andan şu ana kadar çok mutlu oldum ve bundan sonrada bana
bu mutluluğu arttırarak yaşatacağına eminim. Sen benim hayatım oldun ve artık
hayatımda senden başka bir şey düşünemiyorum. Seni kendimden de çok seviyorum
ve seveceğim Çiy Damlam.
3. yaş günün kutlu olsun ve daha nice mutlu, sağlıklı, başarılı, huzurlu yaşların olsun Çiy Damlam...
30 Mayıs 2014 Cuma
KIZ BABASI OLDUM
Aslında annesinin karnında cinsiyetini öğrendiğim anda başladı kız babası olma heyecanım.
Tabii ki kız ya da erkek hiç fark etmeyecekti ama bebeğimizin kız olduğunu öğrenince bambaşka oldu…
Hep sağdan soldan duyardım;
“Kız evlat çok farklı”
“Kız çocuğu baba için ayrıdır”
“Kız çocuğu babasına düşkün olur”
Gerçekten kız evlat çok farklıymış. 2,5 senede bunu bayağı öğrendim ama çok iyi öğrendim diyemiyorum çünkü daha görüp yaşayacağım çok şeyler var. Başka bir deyişle kızımın bana gösterip yaşatacağı da olabilir.
Doğar doğmaz başladı aramızdaki sihirli baba / kız ilişkisi. Kokusu, yarım yamalak bakışı, minik hareketleri, dokunduğumda hissettiğim bambaşka bir duyguydu. Hayatımda hiç yaşamadığım ve yaşayabileceğimi de hiç sanmadığım duygular. Hani ikinci olursa gene yaşanır diye düşünülebilir ama o ilk duygularla aynı yoğunlukta olacağını sanmıyorum.
Dünyadaki ikinci gününde emmesi için annesine vermek üzere kucağıma aldığımda, önce sessizce yüzüne bakıp sonra kokusunu içime çektim ve ilk defa O’nun için ağladım. Mutluluktan ve tarifi imkânsız o sevgiden… Erkekler ağlamaz diye bir şey yoktur ve özellikle kız babası ağlamaz diye bir şey kesinlikle yoktur…
Daha doğmadan aylar önce, bundan sonraki tüm hayatımı kızıma göre plânlamaya başladım. Bir kere kendimi taaa o zaman kral olarak görmeye başladım. Çünkü kızım, benim prensesim olacaktı. Eşim bunu kıskanabilir ama öyle..
Doğduğu gün sigarayı bırakacağım diye kendi kendimi şartladım ve gerçekten de dediğimi yaptım ama sadece 3 ay sürdü. Sonra gene başladım maalesef.. Fakat kızım beni bir kere bile sigara içerken görmedi. Daha sonra, kızım 23 aylıkken büyük oranda O’nun için ve tabii ki karım için sigara içmemeye başladım. İçmemeye başladım diyorum çünkü ilk gün kızımla baş başa iken “hadi içmeyeyim” dedim ve o gün içmedim… Ertesi günde aynı şekilde “hadi bugün de içmeyeyim” dedim ve böyle diye diye aradan 8 ay geçti… Artık kızım, kucağıma geldiğinde veya beni öpmek istediğinde (kırk yılda bir oluyor ama olsun!) iğrenç şekilde sigara kokmuyorum..
Hiç kimseden çekmediğim, umurumda olmayacak nazı, kaprisi, şımarıklığı kızımdan çekiyorum. Hem de seve seve ve inanılmaz bir sabırla. Çünkü O’nu koşulsuz, şartsız delicesine seviyorum. Aşk falan demiyorum ve çocuğum için “aşkım”, “sevgilim” gibi tabirler kullanmayı kesinlikle sevmiyorum.. Bu bambaşka ve çok değişik bir sevgi.. Tarifi imkânsız…
Bu sevgim gün geçtikçe büyüyor, ama kızım sanırım benim gözümde hiç büyümeyecek. O hep benim küçük prensesim olarak kalacak. Elimden geldiğince arkasında olduğumu bilmesini sağlayarak ayaklarının üzerinde sağlam bir şekilde durmasını sağlayacağım tabii ki. Hayatı boyunca benden bir şeyler, bazı izler taşıyacak ister istemez. Çünkü bütün kız babalarında olduğu gibi ben onun hayatını ilk aşkı olacağım. Hatta sanırım beni dünyanın en yakışıklı erkeği olarak gören tek dişi olacak. Karımın bile azıcık olsa da beni böyle gördüğünü hiç sanmıyorum.
Tabii tüm bunları yaşarken 40 yaşımdan sonra kızımın karşısında bir de maymun olmak var. Kimsenin ama hiç kimsenin karşısında hayatta yapmayacağım şeyleri kızımın karşısında rahatlıkla yapıp resmen “maymun” olabiliyorum. Benim bile aklıma gelmeyecek danslar, oyunlar, şaklabanlıklar yapabiliyorum. Hayatım söz konusu olsa bile başkası için yapmayacağım şeyler. Ama kızım için her şey değişiyor… Birde bunları 40 yaşından sonra, bu cüsse ile yapmak apayrı.. Bazen parmağını ağzına alıp “baba, ne yapıyorsun ya? Bu ne hâl?” dermiş gibi bakmasa aslında daha güzel olacak ama gene de O’nun ufacık bir tebessümü bile beni mutlu etmeye yetiyor.
Kuaför olmadığıma göre kimsenin saçını özene bezene taramadım, taramam.. Ama oturup ciddi ciddi uğraşarak kızımın saçlarını tarıyorum, tokasını takıyorum…
Çizgi filmin sonundaki o garip dansları benden başkası ile yapmak istemiyor, bende zaten ondan başkası ile hayatta yapmam.. Ama salonun ortasında karşılıklı yapıyoruz o animasyon hareketleri…
Banyosunu yaptıktan sonra bornozunu giydirip kucağım aldıktan sonra kafasını omuzuma koyup uzun bir süre o şekilde yatması benim için en keyifli anlardan biri…
Tamam, bazen bana uşak muamelesi de yapmıyor değil. Aslında bazen değil sık sık yapıyor bunu… Mesela sütünü annesinin kucağında içmeyi seviyor ama benim hazırlamamı istiyor. Burası gayet normal ama hazırlayıp götürünce beni kovması ne olacak? Sütünü alıyor ve konuşmaya bile gerek duymadan parmağıyla işaret ederek beni kovuyor. Ama biliyor ki nasıl olsa babasına nazı geçecek, babası onun için her şey yapar ve bu ona dokunmaz. Nasıl olsa arasında özel bir bağ var.
Arada annesini de kızdırdığımız oluyor. Ciddi olmayan ufak tefek konularda annesinden fırça yediğinde çaktırmadan göz göze gelip, sessizce gülümseyerek ve göz kırparak ”Aman boş ver” moduna geçebiliyoruz. Annesi bunu fark ettiğinde biraz kızıyor ama ne yapalım biz baba / kız ilişkisi içindeyiz.
Lâl şu anda 2,5 yaşında ve henüz o efsaneleşmiş şekilde bana anlatılan baba düşkünlüğü başlamadı. İşine geldiğinde yaklaşıyor ama birkaç ay sonra üzerimden inmeyecek, bana düşkünlüğü iyice artacak. Sabırsızlıkla o günleri bekliyorum. Annesi de bekliyor aslında.. “Artık sana düşkünlüğü başlasa da benim yakamdan biraz düşse. Devamlı tepemde, biraz da senin tepende olsun” diyor. Bence de olsun… Ben bekliyorum ve kızımla daha içli dışlı, daha sıkı fıkı olmak istiyorum. Aman yanlış anlaşılmasın.. Gene baba olarak tabii ki.. Kesinlikle arkadaş olarak değil.. O’nun arkadaşa değil ama özel şeyler paylaşabileceği, arasında özel bir bağ olacak babaya ihtiyacı var.. İstemediği kadar çok arkadaşı nasıl olsa olacak ama babası sadece ben olacağım.
Seneler sonrasını şimdiden düşünüyorum ve gerçekten çok zor geliyor bana… Bir gün gelecek ve yanımdan uçacak… Evlenecek, bambaşka bir hayatı olacak, anne olacak… Bir sürü etiket olacak üstünde.. Ama ben hep babası olarak kalacağım.. Tüm hayatı boyunca, nerede olursa olsun hep “baba” diye seslendiğinde yanında olacağımı, arkasında olduğumu, ona verdiğim güveni hep hissedecek...
O benim bir tanecik, parlak “çiy damlam”…
21 Şubat 2014 Cuma
KIZIMA 1. YAŞ GÜNÜ MEKTUBUM - "ÇİY DAMLAM'A"
Lâl'in 1. yaş günü için ona yazdığım bir mektup... Uzun bir zaman sonra blogumda yayınlamak istedim..
ÇİY DAMLAM'A
İlk doğum gününe 12 gün kala sana bu mektubu yazıyorum. Acaba okuduğunda kaçıncı doğum gününü kutlamış olacağız? Gerçi bu sana ve senin için yazdığım ilk mektup veya yazı değil. Senin nasıl dünyaya geldiğini anlatan uzun bir yazıyı zaten halen yazıyorum. Sen bu mektubu okuduğunda o yazı da sana, seni anlatan bir hikâye olarak hatta belki kitap olarak odanın bir köşesinde olacak. Bir de bana yaşattığın ilk “Babalar günüm” de sana bir mektup yazmıştım.
Ben ve annen için geç sayılabilecek yaşlarımızda dünyaya geldin. Çünkü annenle birbirimizi ancak 38 yaşımızda bulup evlendik. Bu konuda ikimizde biraz tembellik yapmışız sanırım. Evlendikten hemen sonra olmasa bile 10 ay geçtikten sonra bir bebeğimiz olsun diye karar verdik. Riske atmamak ve daha fazla zaman kaybetmemek için, senin olman için tüp bebek yöntemini uygulamaya karar verdik. Yani sen benden duymuş olma ama “tüp bebek” sin.
Dünyaya gelme sürecin annen ve benim için gerçekten çok keyifli oldu. Tabii ki arada bazı sıkıntılar yaşadık ama genelde keyifli bir süreç geçirdik. Ama daha en başından senin dünyaya geleceğine çok ama çok inanmıştık. Tüp bebek olduğun için her şey plânlı ve programlı ilerliyordu ve senin için elimizden gelenin fazlasını yapmaya çalıştık. Sonuçta sen dünyaya geldin ya hiçbir şey önemli değil.
Daha annenin hamileliğinin ilk günlerinden itibaren sana bir kişilik vermiştik. O kadar emindik ki dünyaya geleceğinden sen doğana kadar hep bu şekilde davrandık. Annenin sana hamile olduğunu öğrendiğimiz gün adın bile hazırdı. Tabii ki daha cinsiyetin belli olmadığından hem kız hem erkek ismine karar vermiştik senin için. Kız olursan adın Lâl erkek olursan Tan olacaktı. Ama cinsiyetin belli olana kadar annen ve benim şakacı tarafımızdan kaynaklanan bir fikirle sana Şadan demeye başladık. Senin zamanında belki bu isim bilinmeyecek bile hatta bizim zamanımızda bile pek bilinmiyor ama aklımıza birden geliverdi işte. Hem kız hem erkek ismi olabildiği için sana Lâl veya Tan diyene kadar Şadan dedik hep. Yani sen bizim için ilk cenin halinden itibaren bir bireydin artık. Ve sonradan zamanı geldiğinde öğrendik ki ismin Lâl olarak dünyaya gelecekmişsin.
Annenin tüm hamilelik dönemi boyunca seni çok büyük bir heyecanla ve hevesle bekledik. Daha ilk ayından başlayarak doğduğun günden itibaren senin için yapacaklarımızı plânlamaya başladık. Bu ilk doğum gününe kadar plânlarımızın neredeyse hepsini gerçekleştirdik ve sen bu mektubu okuduğunda da umarım tamamını gerçekleştirmiş, hatta belki de daha iyisini yapmış oluruz.
Lâl’im, senin dünyaya gelmen bizim için dünyanın en büyük mutluluğu oldu. Hayatımızın en güzel ve en iyi olayı sen oldun. Daha doğrusu artık sen bizim hayatımız oldun. Sen bizim geleceğimiz oldun. Bir tanecik kızımız oldun.
Doğduğun günün ertesi günü seni evimize getirdik. Annenin karnında yaşadığın evimizde artık dünyaya gelmiş bir bebek olarak yaşamaya başladın. İkinci gününde seni yatağından alıp annenin kucağına meme emmek için kucağıma aldım ve senin o ufacık, masum, tertemiz yüzüne bakarken ağlamaya başladım. Senin için ilk ağlamam oldu bu. Hani belki duymuşsundur “erkekler ağlamaz” derler ama yok öyle bir şey. Ağlamayan erkek hele ki bir baba yoktur. Ağlama sebebim sadece sen ve senin sayende yaşadığım inanılmaz mutluluktu. Beni gören annen de dayanamadı ve ikimiz birden seni kucağımıza alıp hiçbir şey düşünmeden mutluluğumuzu ağlayarak dışa vurduk.
Büyümenin her gününü heyecanla yaşadık ve hâlâ yaşıyoruz. Yaptığın her yeni hareket, mimik, tepki, davranış bize ayrı bir mutluluk verdi. Seninle sevindik seninle üzüldük. Tamam, bazen tahammülümüzün azaldığı zamanlar oluyor ama o kadar da olsun artık.
‘Çiy Damlam’ sen gerçekten hayatımıza bir çiy damlası gibi düşüverdin. Senin o ufacık pırıltın, canlılığın, daha annenin rahminde başlayan hayata tutunma azmin hiç azalmasın. Seninle başlayan yaşamımız sensiz geçen zamanı unutturdu ve sen bizim her şeyimiz oldun.
Bize bu duyguları yaşattığın için, bize ‘seni’ yaşattığın için, hayatımız olduğun için, canımızın bir parçası olduğun için, varlığınla varlığımıza anlam verdiğin için sana çok teşekkür ederiz.
Seni, senin bile tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyoruz ‘Çiy Damlam’.
14 Şubat 2014 Cuma
BİR KIZI OLMALI İNSANIN
Canını emanet ettiğin,elin,ayağın,gözün,kulağın,her şeyin.
Bir kızı olmalı insanın.
Bir hata yaptığnda,gözlerinin içine baktığın,bakar bakmaz masumiyetiyle saniyeler içinde eridiğin,vefasına taptığın.
Bir kızı olmalı insanın.
Evinde babasına,annesine karşı nazlı niyazlı,
Sokakta cadılığından ve hışmından korktuğun.
Bir kızı olmalı insanın.
Herkes terkettiğinde seni,varlığında da,yokluğunda da,evliyken de,bekarken de
babacığım ya da anneciğim diye kucak açtığında,gözyaşlarıyla bağrına bastığın.
Bir kızı olmalı insanın.
Demlediği çayı süzülerek getirdiğini seyrettiğin,
Pişirdiği kahvenin tadına gizlediğin,özenle bezediğin.
Bir kızı olmalı insanın.
Canıyla canlandığın,varlığıyla anlamlandığın,
Özlemiyle ve iç çekişlerinle dağ dağ efkarlandığın.
Bir kızı olmalı insanın.
"Dünya bir yana,kızım bir yana" diyebildiğin
S.Aksoy
29 Ocak 2014 Çarşamba
İLK BABALAR GÜNÜM
İlk babalar günümü yaşıyorum kızım Lâl sayesinde. Babasız olarak da 10. babalar gününü yaşıyorum. Anneler günü, sevgililer günü, babalar günü falan sevmem aslında. Hep öyle dedim bugüne kadar. Tamam şimdide hiç sevmiyorum. Hele ki babasız geçen babalar günlerinden sonra… Ama ne olursa olsun sevmediğim halde ilk kez babalar günü yaşamak değişik bir duygu oldu benim için.
Tam 8 ay önce baba oldum. Hemde 39 yaşımın sonlarında yani geç sayılabilecek bir yaşta. 17 Ekim 2011 tarihinde. İlk babalar günümde yani 17 Haziran 2012 tarihinde kızımda tam 8. ayını bitiriyor. Üç gün sonrada yani 20 Haziran’da da babamı kaybedişimin 10. yılı.
Hep derdi babam. Bir çoğumuzun babası da mutlaka evlatlarına demiştir. Klişe bir laf vardır hani. Babalarımız bize söylediğinde “Amaaaan.. Hee öyle olur mutlaka” diye geçiştirdiğimiz, pek önem vermediğimiz bir laf; “Sende baba olunca anlarsın”.
Zamanında o laf kulağımızın birinden girip, hatta girmeden teğet geçip öbür kulağımıza şöyle bir dokunup giden laf meğer ne kadar doğruymuş. Gerçekten baba olunca anladım “Baba” olmanın ne olduğunu. Hatta daha kızım 5-6 haftalık cenin iken ilk kalp atışlarını duyamadığımız zaman anladım. Çok farklı bir duyguymuş babalık meğerse.
Şu sekiz ay içinde hatta üzerine dokuz aylık hamilelik sürecini de katarsak 17 ay içinde yaşadıklarım, kızımın bana yaşattırdıkları babamın zamanında benim için neler düşündüğünü, neler hissettiğini daha iyi anlamamı sağladı. Ben o zamanlar hiç öyle görmüyorum tabii ki. Meğerse ne zormuş baba olmak.
Babam benim için “Baba” idi. Konuşurduk, dertleşirdik, şakalaşırdık, tartışırdık ama hep “baba – oğul” olarak. Hiçbir zaman arkadaş gibi, arkadaş olarak değil. Bazı babalar öyle der “Ben çocuğumla arkadaş gibi olacağım”.
Niye ki? Ne gerek var? Sen babasın ve çocuğuna “baba” ol. Evladının arkadaşa ihtiyacı yok. Nasıl olsa bir çok arkadaşı olacak. Onun “baba”ya ihtiyacı var sadece bir tane babası olabilecek.
Sen çocuğunun dünyaya gelmesine sebep oldun ve bundan sonrasında da onu hayata hazırlaman lazım. Onun için bir öğretici, bir rol model olman lazım ki evladın bir gün senin ellerinin arasından çıkıp dışarıda ki hayata adım attığında güçlü olsun, dirayetli olsun, ayakta kalabilsin.
Sen ona baba değil “arkadaş” gibi davranırsan o çocuk dışarıda ki hayatta nasıl ayakta kalabilir? Baba olarak size bağımlı olmasını değil, özgür ama bağlı olmasını sağlamalısınız. Onun için engelleyici değil, doğruları veya yanlışları göstererek yol gösterici olmalısınız. Şımaracak diye sevginizi saklamaya çalışmayın. İçinizden geldiği gibi sevginizi, şefkatinizi gösterin ki o da sevgi ve şefkatin ne olduğunu öğrensin.
Sanırım baba olmak hiç kolay bir iş değilmiş. Ama çok çok güzel, tarifi imkansız, büyük bir mutlulukmuş.
Lâl, sayende ilk babalar günümü yaşıyorum. Dünyaya gelip, hayatımıza girdiğin için, annen ve bana yaşam kaynağı olduğun için, annenle aşkımızın bir meyvesi olmayı kabul ettiğin için, geleceğimiz, hayallerimiz, umudumuz olduğun için sana çok teşekkür ederiz çiy damlam benim.
20 Kasım 2012 Salı
Lâl’i Görmek İçin Bahane Buluyorduk
Bu sıralarda
Nursen’in uyku düzeni de tamamen bozulmuştu. Geceleri hiç rahat uyuyamıyordu ve
sık sık uyanıyordu. Böyle olunca da uykusu kaçıyordu tabii ki. Lâl özellikle
geceleri kıpır kıpır oluyordu. Bu da Nursen’i uyutmuyordu. Bir çok gece
uyandığımda Nursen’in yanımda olmadığını görüyordum. Kalkıp baktığımda
televizyon karşısında film seyrederken buluyordum. Hemde büyük bir heyecanla ve
sanki normal bir zamanmış gibi. Hani bu saatte uyku kaçar ama televizyon
karşısında mayışık, uykulu halde olur insan normalde. Nursen tam aksine cin
gibi oluyordu. Bir yandan da Lâl hareketli ise onunla konuşuyordu.
Gece
uyumayınca gündüz uyuyordu tabii. Ama bu uykularda Lâl izin verdiği sürece. Lâl
uyursa Nursen de uyuyabiliyordu. Son 1,5 ay böyle düzensiz geçti Nursen için.
Ama her gün yürüyüşlerimizi ihmal etmiyorduk. Akşamüzeri ben eve geldiğimde
çıkıp yürüyüş yapıyorduk. El ele dolaşıp devamlı Lâl hakkında konuşuyorduk.
Kendimizce plânlar yapıyorduk, hayâller kuruyorduk. Bazen Nursen’in canı
değişik bir şey yemek istediğinde gidip yiyorduk, Nursen ne isterse onu
yapıyorduk. Bende elimden geldiğince Nursen’in istediklerini yerine getirmeye
çalışıyordum. Yeter ki morali iyi olsun, sağlıklı olsun.
Yürüyüşler
sayesinde bel ağrıları da çok fazla olmuyordu. Hiç olmaması mümkün değildi
tabii ki ama hareket çok iyi geliyordu. Bir de Nursen aşırı kilo almadığı için
de biraz daha rahattı. Ama hareketleri, oturup kalkması çok yavaşlamıştı ve
zorlaşmıştı. Çok normaldi bu durumlar. Karnında doğmaya hazır bir bebek vardı
ve hızla büyüyordu. Doğuma kadar bu şekilde idare edecektik artık. Ben
Nursen’in etrafında pervane oluyordum. Gak dese su guk dese ekmek getiriyordum.
Kendini yormaması için, rahat etmesi için elimden geleni yapıyordum. Ama
hamileliğin son zamanları olduğundan dolayı doğal olarak Nursen’in
huysuzlukları da biraz artmıştı. Hiç önemli değildi benim için. Hep alttan alıp,
sakin olmayı başararak her şeyine olumlu bakıyordum.
Bu son
zamanlarda Lâl’in hareketlerinde bazen azalmalar oluyordu. Bu bizi
telaşlandırıyordu. Bu yaşta anne – baba adayı olunca ve tüp bebek olunca daha
pimpirikli oluyorduk. Böyle durumlarda hemen doktorumuzu arıyorduk. Daha öncede
bahsettiğim gibi cevap veremese bile en geç 1 saat içinde bize geri dönüyordu.
Durumu söylediğimizde endişelenmememizi söylüyor ve hemen “Hadi kalkın gelin
bir bakayım” diye çağırıyordu bizi. Muayenehane evimize çok yakın olduğundan 15
dakika sonra doktorumuzun yanında buluyorduk kendimizi. Hemen bizi randevulu
hastaların arasına sıkıştırıp ultrason odasına alıp duruma bakıyordu. Her
seferinde de hiçbir sorun olmadığını, merak etmememiz gerektiğini söyleyip bizi
rahatlatıyordu. Artık büyüdüğü için ve doğum pozisyonuna geldiği için
hareketlerde yavaşlama olabilirmiş. Lâl’in hareketlerini bizde ekranda
görüyorduk ve bu bizi daha çok rahatlatıyordu.
Bu durumu
3-4 defa yaşadık. Her seferinde bir koşu doktorumuza gidip kontrolden geçtik.
Neyse ki her seferinde de endişelerimizin boşa olduğunu gördük. Ama biraz da
iyi oluyordu bu kontroller. Bu sayede Lâl’i daha sık görmeye başlamıştık. Belki
de Lâl’i daha sık görebilmek için böyle bahaneler buluyorduk, psikolojik olarak
hareketlerinin azaldığını düşünüyorduk. Ne olursa olsun aklımızda kalacağına,
kafamızı kurcalayacağına doktorumuza giderek bu sıkıntıları yaşamıyorduk.
1 Kasım 2012 Perşembe
Lâl Şimdi Doğsa Gayet Sağlıklı Yaşar
Bu arada
kontrol zamanımız gelmişti. Gene gidip Lâl’imizi görecektik. Her seferinde aynı
heyecanı yaşıyordum ben Lâl’i görmek için. Nursen daha serin kanlı görünüyordu
ama heyecanlı olduğu belli oluyordu. Hele ki muayene esnasında ekranda Lâl’i
gördüğünde bambaşka bir heyecan yaşıyordu Nursen. Kendimi söylememe bile gerek
yok sanırım.
Doktorumuzla
her kontrolde olduğu gibi şakalarla karışık bir muayene geçirdik. Her seferinde
aynı sıcaklığı ve yakınlığı gösteriyordu bize. Şakalar havada uçuşuyordu ama
gayet de güzel bir muayene geçiriyorduk. Tabii ki muayeneden sonra Lâl’in
ultrason fotoğraflarını saklamak üzere aldık. Hem saklıyorduk hem de arada
çıkartıp bakıyorduk. Aynı zamanda video çekimini de yapmıştım. Onu da aklımıza
estikçe açıp seyrediyorduk.
32. haftaya
gelmiştik artık. Lâl’in büyümesi normal ve sağlıklı şekilde devam ediyordu. Her
kontrolde olduğu gibi sanki bizi görüyormuşçasına kafasını çevirip bize doğru
baktı. Ama genelde elleriyle yüzünün büyük kısmını kapatıyordu. Böyle olunca
yüzünü tam olarak göremiyorduk. Şansımıza ellerini indirirse ancak görüyorduk o
da yetiyordu bize. Aman sağlıklı olsun da ne pozisyonda olursa olsun. Bu arada
pozisyon demişken; artık iyice aşağıya doğru inmiş Lâl. Yani doğmaya hazırlıyor
kendini. Hadi gel desek gelecek gibi sanki. Daha önceki kontrollerde olduğu
gibi normalden bir hafta kadar önde gelişim gösterdiğini söyledi doktor.
Muayeneden
sonra doktorumuzla konuşmamızda bebeğin şimdi doğsa gayet sağlıklı
yaşayabileceğini, her şeyin normal seyrinde devam ettiğini, herhangi bir ekstra
durum olmadıkça son haftaya kadar bekleyeceğini, içeride gelişimini ne kadar
sürdürürse o kadar iyi olacağını söyledi.
Biz mutlu ve
moralli şekilde muayenehaneden ayrılıp kendimizi sokaklara attık adetimiz
olduğu üzere. Gidip Lâl’i tekrar görmemizi kutladık. Bu arada her kontrole
gittiğimizde Lâl için bir tane veya iki tane milli piyango bileti alıyorduk.
Hani “Bebek kısmetiyle gelir” derler ya bizde “Lâl’in kısmetine ya çıkarsa”
diyerek biletimizi alıyorduk. Ama her seferinde en fazla amortiden başka bir
şey çıkmıyordu. Şöyle adam akıllı bir şeyler çıksa hiç değilse Lâl için
geleceğine bir yatırım olur diye hevesleniyorduk.
9 Ekim 2012 Salı
Artık Lâl İçin Alış Veriş Zamanı Geldi
Artık alış
veriş yapmaya başlamamız lazımdı. Bayağı araştırma yapmıştık. Daha önce de
dediğim gibi internet bu konuda bize çok yardımcı oldu. Alış verişimizin ilk
kalemleri küçük listeler oldu. Nursen’le beraber hastaneye giderken doğum
çantasında neler olacağını, Nursen’in çantasında neler olacağını, nelere ihtiyacımız
olacağını teker teker listeler halinde hazırladık. Gene küçük bir not defteri
edindik ve tüm yaptıklarımızı, araştırmalarımızı, yapacaklarımızı o deftere not
ettik. Alış verişlerimizin her aşamasında bu notlarımızın faydasını çok gördük.
Önce Lâl’in
doğum çantası ve Nursen’in çantası için
alacaklarımızı listeledik. Sonra odasına nereden ve nasıl mobilya alacağımızı
düşünüp not aldık. Bunların yanında diğer ihtiyaçları da not ettik. Kesinlikle
gerekecek ve gerekebilecek ihtiyaçlarımızdı bunlar. Lâl doğduktan sonra da
kullanacağımız eşyaları şimdiden almamız gerektiğini düşündük. Çünkü doğumdan
sonra alış veriş yapmak zor olabilirdi veya geç kalmış olabilirdik. Bu yüzden
her şeyi önceden hazırlamak daha iyi olacaktı. Hiçbir şeyi riske atmamak için,
“Tüh ya keşke bunu da alsaydık. Bak lâzım oldu” dememek için çok ince eleyip
sık dokuyorduk. Gerçi tüm bunlara rağmen doğumdan sonra almamız gereken bazı
şeyler oldu. Bunları genelde internetten satın aldık. İyi ki internet varmış.
Olmasa ne yapacaktık bilmiyorum!
Bu sıralarda
aldığımız anne – bebek dergileri de işimize çok yaradı. Aldığımız sayılarında
tesadüfen “doğum çantası”, “anne çantası”, “hastane çantası” gibi başlıklar
altında alınacak ihtiyaç listeleri yayımlanmıştı. Bu listeleri de not edip alış
veriş listemize ekledik.
Alış veriş
dönemimiz çok güzel bir zamana denk gelmişti. İş açısından çok rahattım.
Üniversitede çalışıyorum ve okul yaz tatilinde olduğu için dersler
başlamamıştı. Öğrencide olmayınca işe gitmeme gibi bir rahatlığım vardı. Aynı
zamanda kuzenimin arabası bizdeydi. Böyle olunca Nursen ile birlikte “tabii
Nursen’in karnında Lâl ile birlikte” rahat rahat arabaya atlayıp gitmemiz
gereken yerlere gidebiliyorduk.
Kendimize
çok güzel programlar yapıyorduk. Hem gezip nerelerde neler var, nereden neyi
ucuza alabiliriz diye dolaşıyorduk hem de bizim için eğlenceli zaman geçirme
fırsatı oluyordu. Nursen ile birlikte böyle gezmeler ve alış veriş çok keyifli
oluyor. Birlikte çok eğleniyoruz ve güzel zaman geçiriyoruz.
24 Eylül 2012 Pazartesi
Yeni Doktorumuz.. Doktor Dediğin Böyle Olmalı !..
Muayene
bittikten sonra doktorumuz odasına gitti ve bizi beklediğini söyledi. Nursen’e
hazırlanmasına yardım ettim ve bizde odasına geçtik doktorumuzun. Gene
karşısına oturduk ve konuşmaya başladık. Bize Lâl’in gelişiminin çok güzel
olduğunu, boy ve kilo olarak normalden 1 – 1,5 hafta ileride olduğunu söyledi.
Merak edeceğimiz hiçbir şey yokmuş.
Bütün samimiyeti
ile bize “Telefonum 7 gün 24 saat açık. İstediğiniz zaman beni arayabilirsiniz.
Kafanıza bir şey takılırsa hemen gelin. Kendinizi sıkmayın. Ne olacak şurada 5
dakika da kontrol ederiz” dedi. Bu söyledikleri bizi gerçekten çok rahatlattı.
İlk
doktorumuzda buna benzer şeyler söylemişti ama hiç de dediği gibi olmamıştı. Bu
yüzden o doktordan vazgeçmiştik zaten. Ama bu doktorumuzda daha sonradan gördük
ki her aradığımızda telefonumuza çıktı. Cevap veremediği zamanlarda da en kısa
sürede bize geri döndü. Hatta bu durumda en fazla 1 saat beklediğimizi
hatırlıyorum. Hiçbir zaman bizi boş vermedi, ilgisini kesmedi ve her türlü
kolaylığı sağladı.
Daha önceki
doktorumuz ile ilgili biraz olumsuz şeyler yazmıştım ama bu doktorumuzla da
ilgili gerçekten çok olumlu noktaları yazacağım. Gerçekten doktor böyle olmalı.
Hastasıyla böyle yakın olmalı ve ilgilenmeli. Böyle olması şart, olmazsa olmaz,
biz doktoru satın aldık, o kadar para veriyoruz tabii ki yapacak anlamında
söylemiyorum bunları. Bahsettiklerim sadece doktor – hasta ilişkisinin olması
gereken hâlleri. Özellikle bizim gibi riskli hamilelik grubunda olan, morale ve
desteğe çok ihtiyacı olanlar için. Zaten hamilelikten dolayı oluşabilecek,
yaşanacak her konuda çok hassas olunuyor. Ne yapılacağı, nasıl yapılacağı
bilinmiyor. Bu durumda doktorumuzdan başka bilgi alabileceğimiz, destek
alabileceğimiz, kafamıza takılanları sorabileceğimiz, bize moral verecek, güç
verecek kim olabilir ki?
Olabilecek
sorunlar karşısında eğer doktorumuza danışamazsak o hamileliğin seyri tehlikeye
girebilir. Hadi tamam hiçbir önemli sorun olmasa bile anne – baba adayı yaşanan
durumun önemli bir sorun olup olmadığını bilemez ki. Bu sorunlara ve sorulara
cevap alınamazsa daha büyük bir stres olabilir ve hiçbir şey yokken daha vahim
sonuçlara yol açabilir. Veya bir sorun karşısında doktora ulaşamayıp
tahminlerle, sağdan soldan gelen yalan yanlış bilgilerle kendi kendimize çözüm
bulmaya çalışmak da ciddi başka sorunlara yol açabilir. Hatta kendi doktorumuz
haricinde başka bir uzman jinekoloğa danışmak bile riskli olabilir çünkü
hamileliğin nasıl devam ettiğini kendi doktorunuzdan başkası daha iyi bilemez.
Kendi doktorumuzla ilgili memnuniyetimizden dolayı hakkında isim vermeden bu kadar güzel ve olumlu bahsediyorum ama eminim ki daha nice böyle iyi ve hassas doktorlarımız vardır mutlaka.
19 Eylül 2012 Çarşamba
Lâl’in Uzuvları Gelişmiş
Doktorumuz
muayenesini, her gördüğünü “Bak annesi bu ayağı. Babası sende gördün mü?” diye
bizle de iletişim halinde olarak sürdürüyordu. “Bakın bu ayağı. Bu diğer ayağı.
Bunlar ayak parmakları. İki tane ayağı var merak etmeyin” dedi. Sonra “Bu da
göz bebeği. Gözleri hareket halinde. Bu midesi, bu böbreği. İki tane gayet
normal böbreği var. Bu ana atar damarı ve çok güzel görünüyor. Bu kulağı ve
kulak kenarı. Normal boyutlarda. Burası burnu, burası ağzı” diye her şeyi en
detaylı şekilde bize gösteriyordu doktorumuz. Bunları 2 ay önce detaylı
ultrasona gittiğimizde de görmüştük ama Lâl bu kadar büyümemişti. Şimdi ise
doktorumuz sayesinde tekrar daha belirgin şekilde görüyorduk. Hem de detaylı
ultrasonun yapıldığı kadar gelişmiş olmayan bir ultrason cihazında. Belki en
başından itibaren bu doktora gelsek detaylı ultrasona bile gerek kalmayacaktı.
Sanırım bunları görmek ve yorumlamak birazda tecrübe ile doğru orantılı.
Bunları
yazarken cep telefonumla çektiğim başarısız videolar çok işe yaradı. O
videoları seyrederek yazdım bu detayları. Yoksa normalde video olmasa veya not
alınmasa hatırlaması gerçekten çok zor. O videolar hem bunları yazmak için
işimize yaradı, hem de ilerde Lâl’e bir hatıra olacak. Belki büyüdüğünde
ilgisini çeker ve seyreder.
Daha öncede
dediğim gibi biz baksak bunları seçebilmemiz çok zor olurdu ama doktorumuz
söyleyince ve biraz dikkatli bakında ne olduğunu bizde anlayabiliyorduk. Her
gösterdiği uzvunda da “Bak annesi, bak babası” diyerek bizim de dikkatimi
çekiyordu doktorumuz. Arada da bana “Bak bak bu kafası. Çekiyorsun değil mi
babası? Bunları kaçırma” diye sohbetten eksik kalmıyordu. “Bunların hepsini
çekip sonra facebook’da yayınla. Görmemişin bebeği olmuş facebook’a koymuş” diye
aralarda bize takılmadan da edemiyordu.
Sonra Lâl’in
üç boyutlu görüntüsünü gösterdi bize. Bu görüntüde yüzü gayet net belli
oluyordu. Bayağı şekillenmişti artık yüz hatları ve uzuvları. Gerçekten burnu,
gözü, ağzı, kulağı teker teker seçilebiliyordu. O anda monitöre sarılıp öpmek
istedim gerçekten. Nursen’in de benimde içimiz kıpır kıpır olmuştu. İlk deva
Lâl’i bu kadar net görüyorduk ve ben gerçekten duygulandım. Şöyle bir Nursen’e
baktığımda onunda duygulu gözlerle monitöre baktığını gördüm.
Bu arada doktorumuz
üç boyutlu görüntünün de olduğu 3-4 görüntüyü kağıda basıp bize verdi. Lâl’in
ilk fotoğrafları elimizdeydi artık. Yalnız üç boyutlu görüntüde kafa kısmında
kocaman siyah dairesel bir şekil vardı. Bu ilk anda bizi merak ettirdi.
Doktorumuza sorduğumuzda “Bu sadece ultrason cihazında ışık gitmeyen bölge. O
yüzden karaltı şeklinde çıkmış. Merak etmeyin” cevabı ile rahatladık.
14 Eylül 2012 Cuma
Ultrasonda Lâl’in Sürprizi
Konuşmaların
üzerine bizi muayene odasına aldı. Ultrasona ile kontrolleri yapacaktı. Ben
hemen cep telefonumu video modunda hazırladım. Gene ekrandaki Lâl’in
görüntülerini videoya çekecektim. Ama önceden doktora sorup izin istedim.
Hiçbir sakınca olmadığını söyleyince doktor muayeneye ben çekime başladım.
Tabii ki bir yandan da doktorumuzla ve Nursen’le konuşuyordum.
Daha
muayenenin başında, ilk görüntüleri gördüğümüz anda Lâl müthiş bir sürpriz
yaptı bize. Daha doğrusu yapmış. Doktorumuz söyleyince biz farkına vardık. Biz
görüntülere ne kadar dikkatli bakarsak bakalım detayları anlayamıyoruz. Lâl’in
bize sürprizi çişini yapmasıydı. Doktorumuz “Aaa bakın çişini yapıyor!” dedi.
Biraz dikkatli bakınca bizde fark ettik. İnce bir çizgi akıp gidiyordu ve
dalgalanma vardı. Bu bizi çok şaşırtmıştı. Sonra Lâl dönüp bize baktı. Onu
gördüğümüzü fark etmiş gibi o da bizi görmeye çalışıyordu sanki.
Doktorumuz
muayene esnasında da çok sempatik ve espriliydi. Her şeyi en ayrıntılı şekilde
anlatıyordu bize. “Bakın burada herhangi bir malzeme yok. Bu bebek kesin kız”
dedi. Bu yorum bizim çok hoşumuza gitti. Dikkatli bakınca gösterdiği yerin
direkt vajina olduğu belli oluyordu. Biz de amniyosentez sonucundan sonra kız
olduğunu canlı olarak görmüş olduk.
Doktorumuz
isim düşünüp düşünmediğimizi sordu. Bize Lâl olacağını söyleyince çok hoşuna
gitti isim. “İyi bari kısa kolay bir isim” dedi. Bizde “Öyle olması daha iyi.
Soyadı zaten uzun bari ismi kısa olsun” dedik. Doktorumuz soyadımızın Tepiltepe
olduğunu öğrenince kısa isim koymamızın isabet olduğunu söyledi.
Bu tavırları
ve sohbeti bizi gerçekten çok memnun ediyordu ve rahatlatıyordu. Özellikle
Nursen çok neşeli ve rahattı. İşte doktor dediğin böyle olmalıydı. Daha önce
gittiğimiz doktorlardan hiç böyle bir yakınlık ve sıcaklık görmemiştik.
Kilosu 1156
grammış ve gelişimi gayet güzelmiş Lâl’in. Boyu da normalden uzunmuş.
Doktorumuz yan gözle bana bakıp “E normal tabii” dedi. Nursen’e boyunu sordu
önce. Nursen 1,67 cm olduğunu söyledikten sonra bana sordu. Bende 1,92 cm
deyince “E maşallah. Normal tabii uzun boylu olması” dedi tekrar. Boy olarak
biraz bana çekecekti sanırım Lâl.
28 Ağustos 2012 Salı
‘Minik Kelebek’ Lâl
Artık doğum
hazırlıklarına başlayacaktık. Doğuma şunun şurasında 3 ay kalmıştı. Biz
doğumdan en geç 1 ay önce tüm işlerimizi bitirmeyi plânlıyorduk. Ne olur ne
olmaz ya erken geleceği tutarsa Lâl’in! Yeni doktorumuza gideceğiz, Lâl’in
odasını boyayacağız, eşyalarını alacağız, odasını süsleyeceğiz, Nursen’e doğum
çantası hazırlayacağız, Lâl’in eşyalarını hazırlayacağız.
Bir sürü işimiz var
yani. 2 ay içinde bitiririz diye düşünüyoruz. Ankara henüz çok sıcak olduğundan
işleri yavaş yavaş günlere yayarak yapacağız. Nursen için yorucu olmayacak
şekilde ve bunalmayacağı şekilde.
Evimizde
hafta sonunu dinlenerek geçirdik. Sıcaktan dolayı evdeyken anca vantilatör
karşısında oturabiliyorduk. Nursen bu şekilde dayanabiliyordu sıcaklara. Gerçi benim
içinde çok sıcaktı ve vantilatör iyi oluyordu. Evde zamanımız film seyrederek, plânlar
yaparak, alış veriş araştırmaları yaparak geçiyordu. Araştırmalarımızda tabii
ki internet çok büyük rol oynadı.
Kendi
arabamız yoktu ama kuzenim tatilde olduğu için arabasını biz almıştık. Bu bize
çok büyük kolaylık sağladı. Gideceğimiz bir sürü yer vardı ve arabasız bizim
için gerçekten çok zor olacaktı. Taksiyle, dolmuşla sağa sola gitmek çok zor ve
maddi açıdan da ağır olacaktı.
Bu arada
Lâl’in hareketleri de iyice artmaya başladı. Artık bende bayağı
hissedebiliyordum Lâl’i. Hatta dışarıdan da gözle görülebiliyordu kıpırdanmaları.
Hareket ettiğinde Nursen’in karnında dalgalanmalar oluyor, ayağı veya eliyle
ittiğinde küçük tepecikler oluyordu. Onları seyretmek, hissetmek gerçekten
müthiş bir duygu. Devamlı konuşuyorduk Lâl’le. Bir şeyler anlatıyorduk,
kendimizden bahsediyorduk, onun için neler yapacağımızı anlatıyorduk. O
konuşmalarımızda genelde tepki veriyordu içeriden. Sanki bizi anlıyormuş gibi.
Anlamasa bile seslerimizi tanıyordu. Birbirimize alışıyorduk işte ne güzel.
Hareketler
akşam daha da artıyordu. Özellikle gecenin bir vakti, uykumuzun en tatlı
yerinde uyanıp kıpırdanmaya başlıyordu. Nursen beni de uyandırıyordu ve beraber
takip ediyorduk hareketleri. Uykumuzdan uyanıyorduk ama değiyordu gerçekten.
Nursen, Lâl’i “minik kelebeğim” diye sevmeye başlamıştı. Hareketlendiğinde
“İçimde kelebek gibi hareket ediyor. Minik minik hareketler oluyor” diyordu. O
günlerden sonra hep ‘minik kelebeğim’ demeye başladı Lâl’e.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)