Artık doğum
hazırlıklarına başlayacaktık. Doğuma şunun şurasında 3 ay kalmıştı. Biz
doğumdan en geç 1 ay önce tüm işlerimizi bitirmeyi plânlıyorduk. Ne olur ne
olmaz ya erken geleceği tutarsa Lâl’in! Yeni doktorumuza gideceğiz, Lâl’in
odasını boyayacağız, eşyalarını alacağız, odasını süsleyeceğiz, Nursen’e doğum
çantası hazırlayacağız, Lâl’in eşyalarını hazırlayacağız.
Bir sürü işimiz var
yani. 2 ay içinde bitiririz diye düşünüyoruz. Ankara henüz çok sıcak olduğundan
işleri yavaş yavaş günlere yayarak yapacağız. Nursen için yorucu olmayacak
şekilde ve bunalmayacağı şekilde.
Evimizde
hafta sonunu dinlenerek geçirdik. Sıcaktan dolayı evdeyken anca vantilatör
karşısında oturabiliyorduk. Nursen bu şekilde dayanabiliyordu sıcaklara. Gerçi benim
içinde çok sıcaktı ve vantilatör iyi oluyordu. Evde zamanımız film seyrederek, plânlar
yaparak, alış veriş araştırmaları yaparak geçiyordu. Araştırmalarımızda tabii
ki internet çok büyük rol oynadı.
Kendi
arabamız yoktu ama kuzenim tatilde olduğu için arabasını biz almıştık. Bu bize
çok büyük kolaylık sağladı. Gideceğimiz bir sürü yer vardı ve arabasız bizim
için gerçekten çok zor olacaktı. Taksiyle, dolmuşla sağa sola gitmek çok zor ve
maddi açıdan da ağır olacaktı.
Bu arada
Lâl’in hareketleri de iyice artmaya başladı. Artık bende bayağı
hissedebiliyordum Lâl’i. Hatta dışarıdan da gözle görülebiliyordu kıpırdanmaları.
Hareket ettiğinde Nursen’in karnında dalgalanmalar oluyor, ayağı veya eliyle
ittiğinde küçük tepecikler oluyordu. Onları seyretmek, hissetmek gerçekten
müthiş bir duygu. Devamlı konuşuyorduk Lâl’le. Bir şeyler anlatıyorduk,
kendimizden bahsediyorduk, onun için neler yapacağımızı anlatıyorduk. O
konuşmalarımızda genelde tepki veriyordu içeriden. Sanki bizi anlıyormuş gibi.
Anlamasa bile seslerimizi tanıyordu. Birbirimize alışıyorduk işte ne güzel.
Hareketler
akşam daha da artıyordu. Özellikle gecenin bir vakti, uykumuzun en tatlı
yerinde uyanıp kıpırdanmaya başlıyordu. Nursen beni de uyandırıyordu ve beraber
takip ediyorduk hareketleri. Uykumuzdan uyanıyorduk ama değiyordu gerçekten.
Nursen, Lâl’i “minik kelebeğim” diye sevmeye başlamıştı. Hareketlendiğinde
“İçimde kelebek gibi hareket ediyor. Minik minik hareketler oluyor” diyordu. O
günlerden sonra hep ‘minik kelebeğim’ demeye başladı Lâl’e.