Öne Çıkan Yayın

Tüp Babayım "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu"

Tüp Babayım  "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu" 9 Şubat'ta çıkıyor

Lilypie - Personal pictureLilypie Angel and Memorial tickers
çiy damlam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çiy damlam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ekim 2014 Cuma

Çiy Damlam, 3 Yaşında Oldun Bile…

Bir tanecik çiy damlam benim… Göz açıp kapayıncaya kadar geçti 3 sene. Bugün tam 3 yaşındasın artık. Tam üç sene önce bugün dünyaya geldin. Annen, ben ve sevdiğin bir çok yakının bu saatlerde hastanede heyecanla senin gelmen için saat sayıyorduk. Şimdi ise hayatımıza girdiğin günden beri artık seneleri saymaya başladık.

Çiy damlam, üç senemiz seninle dolu dolu geçti. Her anımızı seninle paylaştık, her anımızda yanımızda olmanı istedik. Gittiğimiz yer, yaptığımız iş fark etmedi, hep seninle beraber paylaştık o anları. Ama itiraf ediyorum, ara sıra annenle beraber baş başa bir yerlere giderek kaçamak yaptığımız zamanlar oldu. Ama inan ki tek amacımız, sadece senin biraz bizsiz kalıp kafanı dinlemen içindi J

Gayet sakin, rahat, sıcak kanlı, olumlu bir bebek oldun sen. Bebek diyorum çünkü artık kocaman oldun ve ‘çocuk’ sınıfına girdin. Ara sıra arızaya geçip huysuzlandığın zamanlar da oldu tabii ki ama ne de olsa sen bebeksin, bunlar olmazsa bir gariplik var demektir. Ama biz senden hiç şikayetçi olmadık. Bebekliğinden kaynaklanan her huysuzluğunda, her sorunda sakin ve mantıklı şekilde çözüme gitmeye çalıştık. Genelde de başarılı olduk. Tamam ara sıra annenin ve benimde çıldırdığımız zamanlarımız oldu ama sende bize biraz hak ver, biz de 40 yaşı devirmiş durumdayız. Bazen tahammül sınırımız düşük olabiliyor.

Sakin ve rahat bir bebek olmanda ki en büyük etken ise 2 yaşına kadar seni annenin büyütmesi oldu. Seninle o kadar güzel ve sakince ilgilendi ki sende bu sakinliği karakterinde, kişiliğinde yansıttın. 2 yaşından sonra ne mi oldu? Merak etme gene çok iyiydin. Yaklaşık 1 sene bıdıbıdı’cığın (babaannen) sana baktı ve sonrada kreşe başladın. (Babaanne’ne ilk konuşmaya başlamandan itibaren ‘bıdıbıdı’ dedin. Umarım bu mektubu okuduğun yaşlarında da bıdıbıdı demeye devam ediyor olursun. Ha bu arada annene de ‘Hua’ diyordun ama 3 yaşından 2 ay kadar önce sadece anne demeye başladın.)

Ben neredeyse hastalık derecesinde sana düşkün oldum. Seni, sensiz geçen her anda çok özlüyorum, aklıma geldiğin anda burnumun direği sızlıyor. Baba olmak ve özellikle de kız babası olmak çok değişik ve müthiş güzel bir duyguymuş meğerse. Sayende yaşadım bu güzelliği.

Zaten duygusal bir adamım ama seninle daha da duygusal oldum. Sen uyurken, oyun oynarken, yemek yerken hiçbir şey düşünmeden seni seyrettim. Kucağımda uyurken sana baktığımda gözlerim yaşardı. Sana olan sevgimden, mutluluğumdan ağladım.

Doğal olarak annene çok düşkün oldun. Bunu kıskanmıyor da değilim açıkçası. Ama bana olan sevginin de farkındayım. Bana ‘baba’ diye her seslendiğinde içim eriyerek yanına koştum, elimi tuttuğunda, başını göğsüme yasladığında, senin için çok konforlu olan göbeğime yattığında hissettiğim mutluluğumun, huzurumun tarifini yapamam. En ufak bir rahatsızlığında, en ufak bir şekilde canın acıdığında benimde içim sızladı. O acıyı, rahatsızlığı bende hissettim. Sen benim bir parçamsın ve hayatımsın, canımsın, her şeyimsin.

Son zamanlarda bana biraz daha düşkün olmaya başladın ve bu beni çok mutlu ediyor. Hani derler ya “kız çocukları babalarına düşkün olur” diye, işte bende bunu bekliyorum heyecanla. Seninle oyun oynamak, birlikte bir şeyler yapmak, beraber zaman geçirmek, seninle herhangi bir zamanı paylaşmak benim için en büyük mutluluk. Bazen bir işi yaparken bana yardım bile ediyorsun ya hani işte o zamanlarda işim bir kolaylaşıyor ve keyifli hale geliyor ki sorma gitsin. Mesela elimde tornavida bir şeyleri vidalarken bana yardım edip o vidaları senin vermen, yaptığım bir şeyin ucundan tutman seninle geçirdiğim en güzel zamanlardan birisi oluyor. Her ne yaparsam yapayım, eğer senin içinde tehlikesiz ve uygunsa o işi seninle yapmak benim için ayrı bir mutluluk oluyor. Tabii aynı şekilde annene de mutfakta, çamaşırda, temizlikte yardımlarını esirgemiyorsun ve annen de eminim benim kadar mutlu oluyordur. Ha o durumda da ikinizi seyretmek çok keyifli oluyor.

Bu üç senedir senin gelişimini, büyümeni izlemek ve takip etmek gerçekten çok şaşırtıcı oldu. Hemen her gün yeni bir gelişim gösteriyorsun, yeni bir şey yapıyorsun, hiç umulmadık zamanda bir şey söylüyorsun veya bir hareket, mimik yapıyorsun. Tüm bunları gün be gün yaşamak, görmek çok çok keyifli ve şaşırtıcı.

Ben, senin hayatımıza girdiğin andan şu ana kadar çok mutlu oldum ve bundan sonrada bana bu mutluluğu arttırarak yaşatacağına eminim. Sen benim hayatım oldun ve artık hayatımda senden başka bir şey düşünemiyorum. Seni kendimden de çok seviyorum ve seveceğim Çiy Damlam.

Benim ‘baba’ olmamı sağlayıp, bana bu duyguyu yaşattığın için sana çok teşekkür ederim. Seni inanamayacağın kadar çok seviyorum...

3. yaş günün kutlu olsun ve daha nice mutlu, sağlıklı, başarılı, huzurlu yaşların olsun Çiy Damlam... 

11 Haziran 2014 Çarşamba

BABA OLUNCA ANLADIM!!..

-        -  Tamam babacığım iyiyim ben. Bir şey olmadı ki. Alt tarafı düştüm. Niye panik yapıyorsun?
-        -  Baba olunca anlarsın!

-         -  Babacığım gece saat 3’de eve geldim. Sen hâlâ uyumamışsın. Ne gerek var? Niye bekledin ki bu kadar?
-         -  Baba olunca anlarsın!

-         -  Babacığım tamam ben iyiyim buralarda. Merak etmene gerek yok. Okul da iyi gidiyor. Her gün merak edip   aramana gerek yok ki!
-         -  Ben arayıp sesini duyayım yeter. Baba olunca anlarsın!

Bir çoğumuzun hayatında babalarımızla aramızda geçen bunlara benzer bir çok diyalog yaşanmıştır. 

Zamanında gerçekten çok anlamsız belki de boş gelir babalarımızdan duyduğumuz “Baba olunca anlarsın!” cevabı.

Aman neyi anlayacağım?” diye düşünürüz. “Bu benim hayatım. Tamam o benim ‘babam’ ama bir yere kadar” diye düşünürüz. Hele ki ergenlik zamanımızda bu düşünce artmaya başlar, yirmili yaşların ortalarına kadar en üst seviyeye ulaşır ve babalarımızın söyledikleri, anlattığı bir çok şey, bize nasihatleri çok anlamsız gelir.

Ne gerek var ki babalarımızın bunları söylemesine? Aramızda kuşak farkı var bir kere.. Ben zaten her şeyi gayet iyi biliyorum, babam ne biliyor ki?” diye düşünürüz o zamanlarda.

Otuzlu yaşlara yaklaşıldığında ve o yaşlar yaşanmaya başlandığında ‘Baba’nın değeri anlaşılmaya başlanır, sözlerine daha fazla değer verilir ve bir çok durumda ‘baba’nın fikirlerine ihtiyaç duyulur.

Gün gelip de ‘baba’ olunduğunda ise işte o ömrümüz boyunca duyduğumuz “Baba olunca anlarsın!” cümlesi hayatımıza yerleşmeye başlar. Artık ‘baba’sın ve bir evladın var. ‘Baba’ olarak evladına karşı büyük bir sorumluluk altına girmişsindir. Evladını en güzel şekilde yetiştirmeye çalışırken onu düşünmeden bir an bile geçiremezsin. Bir çok durumda kendini frenlemeye çalışırsın. Çok fazla müdahaleci olmamaya çalışırsın. Evladın doğduğu günden itibaren işte bu ‘babalık’ duygusu başlıyor.

Dünyaya gelmesi, ufak tepkiler vermesi, gülmesi, emeklemesi, yürümesi, konuşması, ufacık bir resim yapması, bir takım beceriler kazanıp bunları göstermesi, okuması ve evladında gördüğün daha bir çok yeni gelişim ufacık bile olsa ‘baba’yı inanılmaz mutlu eder.

Başkası için hatta kendin için bile üşeneceğin, yapmak istemeyip erteleyeceğin, kendini zora sokmayacağın şeyleri evladın için hiç gocunmadan, üşenmeden, yorulmadan yapmaya başlarsın. Sütü bittiyse yağmur, kar dinlemeden, saate bakmadan çıkıp süt ararsın.  Evladını bir yere götürmek gerekiyorsa bütün işlerini ona göre ayarlar götürürsün. Bütün hayatın, yaşamın, olanakların, üzüntün, sevincin sadece evladının olur.

Yeri gelir evladına sessizce bakarken hayâllere dalarsın, geleceğini düşünürsün, onun için daha ne yapabileceğini düşünürsün. Yeri gelir o uyurken saçını okşayarak duygulanır birkaç damla göz yaşı dökersin evladın için. O senin bir parçandır.

Hayatında en çok endişelendiğin, düşündüğün, değer verdiğin kişi evladın olur. İşte bunlar ancak ‘baba olunca’ anlaşılıyor.

Babam ne kadar haklıymış meğerse. “Baba olunca anladım!”

30 Mayıs 2014 Cuma

KIZ BABASI OLDUM

Aslında annesinin karnında cinsiyetini öğrendiğim anda başladı kız babası olma heyecanım.

Tabii ki kız ya da erkek hiç fark etmeyecekti ama bebeğimizin kız olduğunu öğrenince bambaşka oldu…

Hep sağdan soldan duyardım;

“Kız evlat çok farklı”

“Kız çocuğu baba için ayrıdır”

“Kız çocuğu babasına düşkün olur”

Gerçekten kız evlat çok farklıymış. 2,5 senede bunu bayağı öğrendim ama çok iyi öğrendim diyemiyorum çünkü daha görüp yaşayacağım çok şeyler var. Başka bir deyişle kızımın bana gösterip yaşatacağı da olabilir.

Doğar doğmaz başladı aramızdaki sihirli baba / kız ilişkisi. Kokusu, yarım yamalak bakışı, minik hareketleri, dokunduğumda hissettiğim bambaşka bir duyguydu. Hayatımda hiç yaşamadığım ve yaşayabileceğimi de hiç sanmadığım duygular. Hani ikinci olursa gene yaşanır diye düşünülebilir ama o ilk duygularla aynı yoğunlukta olacağını sanmıyorum.

Dünyadaki ikinci gününde emmesi için annesine vermek üzere kucağıma aldığımda, önce sessizce yüzüne bakıp sonra kokusunu içime çektim ve ilk defa O’nun için ağladım. Mutluluktan ve tarifi imkânsız o sevgiden… Erkekler ağlamaz diye bir şey yoktur ve özellikle kız babası ağlamaz diye bir şey kesinlikle yoktur…

Daha doğmadan aylar önce, bundan sonraki tüm hayatımı kızıma göre plânlamaya başladım. Bir kere kendimi taaa o zaman kral olarak görmeye başladım. Çünkü kızım, benim prensesim olacaktı. Eşim bunu kıskanabilir ama öyle..

Doğduğu gün sigarayı bırakacağım diye kendi kendimi şartladım ve gerçekten de dediğimi yaptım ama sadece 3 ay sürdü. Sonra gene başladım maalesef.. Fakat kızım beni bir kere bile sigara içerken görmedi. Daha sonra, kızım 23 aylıkken büyük oranda O’nun için ve tabii ki karım için sigara içmemeye başladım. İçmemeye başladım diyorum çünkü ilk gün kızımla baş başa iken “hadi içmeyeyim” dedim ve o gün içmedim… Ertesi günde aynı şekilde “hadi bugün de içmeyeyim” dedim ve böyle diye diye aradan 8 ay geçti… Artık kızım, kucağıma geldiğinde veya beni öpmek istediğinde (kırk yılda bir oluyor ama olsun!) iğrenç şekilde sigara kokmuyorum..

Hiç kimseden çekmediğim, umurumda olmayacak nazı, kaprisi, şımarıklığı kızımdan çekiyorum. Hem de seve seve ve inanılmaz bir sabırla. Çünkü O’nu koşulsuz, şartsız delicesine seviyorum. Aşk falan demiyorum ve çocuğum için “aşkım”, “sevgilim” gibi tabirler kullanmayı kesinlikle sevmiyorum.. Bu bambaşka ve çok değişik bir sevgi.. Tarifi imkânsız…

Bu sevgim gün geçtikçe büyüyor, ama kızım sanırım benim gözümde hiç büyümeyecek. O hep benim küçük prensesim olarak kalacak. Elimden geldiğince arkasında olduğumu bilmesini sağlayarak ayaklarının üzerinde sağlam bir şekilde durmasını sağlayacağım tabii ki. Hayatı boyunca benden bir şeyler, bazı izler taşıyacak ister istemez. Çünkü bütün kız babalarında olduğu gibi ben onun hayatını ilk aşkı olacağım. Hatta sanırım beni dünyanın en yakışıklı erkeği olarak gören tek dişi olacak. Karımın bile azıcık olsa da beni böyle gördüğünü hiç sanmıyorum.

Tabii tüm bunları yaşarken 40 yaşımdan sonra kızımın karşısında bir de maymun olmak var. Kimsenin ama hiç kimsenin karşısında hayatta yapmayacağım şeyleri kızımın karşısında rahatlıkla yapıp resmen “maymun” olabiliyorum. Benim bile aklıma gelmeyecek danslar, oyunlar, şaklabanlıklar yapabiliyorum. Hayatım söz konusu olsa bile başkası için yapmayacağım şeyler. Ama kızım için her şey değişiyor… Birde bunları 40 yaşından sonra, bu cüsse ile yapmak apayrı.. Bazen parmağını ağzına alıp “baba, ne yapıyorsun ya? Bu ne hâl?” dermiş gibi bakmasa aslında daha güzel olacak ama gene de O’nun ufacık bir tebessümü bile beni mutlu etmeye yetiyor.

Kuaför olmadığıma göre kimsenin saçını özene bezene taramadım, taramam.. Ama oturup ciddi ciddi uğraşarak kızımın saçlarını tarıyorum, tokasını takıyorum…

Çizgi filmin sonundaki o garip dansları benden başkası ile yapmak istemiyor, bende zaten ondan başkası ile hayatta yapmam.. Ama salonun ortasında karşılıklı yapıyoruz o animasyon hareketleri…

Banyosunu yaptıktan sonra bornozunu giydirip kucağım aldıktan sonra kafasını omuzuma koyup uzun bir süre o şekilde yatması benim için en keyifli anlardan biri…

Tamam, bazen bana uşak muamelesi de yapmıyor değil. Aslında bazen değil sık sık yapıyor bunu… Mesela sütünü annesinin kucağında içmeyi seviyor ama benim hazırlamamı istiyor. Burası gayet normal ama hazırlayıp götürünce beni kovması ne olacak? Sütünü alıyor ve konuşmaya bile gerek duymadan parmağıyla işaret ederek beni kovuyor. Ama biliyor ki nasıl olsa babasına nazı geçecek, babası onun için her şey yapar ve bu ona dokunmaz. Nasıl olsa arasında özel bir bağ var.

Arada annesini de kızdırdığımız oluyor. Ciddi olmayan ufak tefek konularda annesinden fırça yediğinde çaktırmadan göz göze gelip, sessizce gülümseyerek ve göz kırparak ”Aman boş ver” moduna geçebiliyoruz. Annesi bunu fark ettiğinde biraz kızıyor ama ne yapalım biz baba / kız ilişkisi içindeyiz.

Lâl şu anda 2,5 yaşında ve henüz o efsaneleşmiş şekilde bana anlatılan baba düşkünlüğü başlamadı. İşine geldiğinde yaklaşıyor ama birkaç ay sonra üzerimden inmeyecek, bana düşkünlüğü iyice artacak. Sabırsızlıkla o günleri bekliyorum. Annesi de bekliyor aslında.. “Artık sana düşkünlüğü başlasa da benim yakamdan biraz düşse. Devamlı tepemde, biraz da senin tepende olsun” diyor. Bence de olsun… Ben bekliyorum ve kızımla daha içli dışlı, daha sıkı fıkı olmak istiyorum. Aman yanlış anlaşılmasın.. Gene baba olarak tabii ki.. Kesinlikle arkadaş olarak değil.. O’nun arkadaşa değil ama özel şeyler paylaşabileceği, arasında özel bir bağ olacak babaya ihtiyacı var.. İstemediği kadar çok arkadaşı nasıl olsa olacak ama babası sadece ben olacağım.

Seneler sonrasını şimdiden düşünüyorum ve gerçekten çok zor geliyor bana… Bir gün gelecek ve yanımdan uçacak… Evlenecek, bambaşka bir hayatı olacak, anne olacak… Bir sürü etiket olacak üstünde.. Ama ben hep babası olarak kalacağım.. Tüm hayatı boyunca, nerede olursa olsun hep “baba” diye seslendiğinde yanında olacağımı, arkasında olduğumu, ona verdiğim güveni hep hissedecek...


O benim bir tanecik, parlak “çiy damlam”…

21 Mayıs 2014 Çarşamba

HASTALIĞIN ADI: PFAPA SENDROMU


Öncelikle belirtmek isterim ki bu konuyu ne bir uzman olarak yazıyorum ne de tıbbî ve bilimsel bir şekilde yazıyorum. Sadece bir baba olarak yaşadığım ve yeni öğrendiğim bir bilgiyi paylaşıp başka anne – babalara da fikir verebilmek, naçizane bilgilendirmek için yazıyorum. Sonra “Sen nereden ahkâm kesiyorsun?”, “Sen nereden biliyorsun ki pfapa falan yazıyorsun?” demeyin.

Bir Cuma günü akşamüzeri ben işten eve dönerken eşimden bir telefon geldi. Lâl, evde babaannesi ile oynarken boynunu tutarak ağlamaya başlamış. Sanki boynu sapmış gibi bir izlenim vermiş en başta. Fakat geçmeyince eşim işten eve gelmiş hemen ve babaannesi ile birlikte alıp hastaneye, çocuk acile götürmek üzere yola çıkmışlar. Bende direkt oraya gittim tabii. Çalıştığım üniversitesinin çocuk aciline.

Ben gidene kadar muayenesi olmuş, tahlil için kan alınmış ve sonuçlarını bekliyorlardı eşim ve annem. Tabii ki halsiz ve bitkin, aynı zamanda huysuz, arızaya geçmiş, ayarları bozulmuş kızım Lâl.

Tahlil sonuçlarında çıkan sonuç doktorun söylediğine göre lenf bezleri şişmiş ve iltihaplanmış. Emin olmak için bir de ultrason çekildi ve burada da şiştiği fakat tehlikeli boyutta büyümediği tespit edildi.

Neyse, sonuç olarak antibiyotik ve ateş düşürücü/ağrı kesici bir şurup yazılı reçeteyi şefkatle avuçlayarak çıktık hastaneden. İlaçları kullandık ve 2-3 gün sonra ateş ve ağrısı kesildi Lâl’in. Bu arada Lâl’i doğumundan beri takip eden kendi doktorunu da bilgilendirdik ve bir de ondan fikir aldık. Bizim için esas önemli olan onun söylediği. Burada söylemeden de geçemeyeceğim; her bebeğin doğumundan itibaren düzenli olarak gelişimini takip eden çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı yani kısacası çocuk doktoru olmalı bence. Lâl şu anda 2,5 yaşında ve böyle sağlıklı, düzenli bir gelişimi olmasını büyük ölçüde doktoruna borçluyuz diyebilirim.

Tam 4 hafta sonra bir pazar günü aynı şeyler tekrar oldu Lâl’de. Çocuklarda genelde hastalıklar hafta sonu olur ya hani nedense? Gene boynunu oynatamıyor, ateş, ağrı… Hemen doktorunu aradık ne yapalım diye. Bu sefer acile falan götürmeden önce ona sorduk. Bize sadece ateş düşürücü/ağrı kesici ilaç verip takip etmemizi ve ertesi gün sabah muayeneye getirmemizi söyledi. O gece gene ateşlendi. Ateş 38,9’a kadar çıktı. Belki daha da çıkabilirdi ama zamanında verdiğimiz ilaç sayesinde önlediğimizi düşünüyorum.

Ertesi gün muayeneye gittik. Doktorumuz muayene sonucunun gayet temiz olduğunu, tehlikeli hiçbir durumun bulunmadığını söyledi. Ve işte o bombayı patlattı; “Lâl’de pfapa sendromu var!”

Doktorluk hayatı boyunca sadece 3 – 4 hastasında görmüş bu hastalığı. Yani çok nadir ve fazla bilinmeyen bir hastalıkmış.

İlk defa duyduğumuz için dikkat çekici şekilde şaşırdığımızı gördü Lâl’in doktoru ve hemen açıklama gereği hissetti tabii ki. Onun açıklamalarından ve internette yaptığım araştırmalardan öğrendiğimi de paylaşmak istiyorum sizlerle.

Nedir bu ‘Pfapa Sendromu’?

Pfapa, İngilizce’de Periodic Fever (periyodik ateş) Aphtous stomatitis (ağız içi aftlar-yaralar) Pharyngitis (Boğaz iltihabı) Adenitis (boyun lenf bezlerinde şişme) kelimelerinin baş harflerinden oluşuyor.
İlk kez 1985 yılında adı konulmuş. Aman aman bilinen bir hastalık da değil açıkçası. Her doktor da bilmiyor sanırım. 2- 4 yaşında başlıyor ve 8 – 10 yaşına kadar sürüyor. Fakat işin avutucu tarafı, hiç değilse kalıcı bir hasar vermiyor çocuğa.

Öyle tanı koymaya yarayacak bir kan testi, görüntüleme yöntemi, muayene şekli falan yok. İlk kez görüldüğünde klasik enfeksiyona bağlı olarak lenf bezi şişmesi, boğazda kızarıklık hatta belki beyazlaşmış iltihap, bunlara bağlı olarak ateşlenme, ağızda aft ve yara. Lâl’de yemek yerken falan ağzını tutarak ağlıyordu acıdan. Bizde herhalde dilini ısırdı falan diye düşünüyorduk. Meğerse ağzında aft varmış iyi mi… Görünüşte antibiyotiği daya 2-3 güne iyileşir tanısı konulacak bir hastalık gibi. Ki ilk atakta  öyle de yapılıyor.

Yaklaşık 3 – 4 hafta sonra aynı şekilde tekrarlıyor hastalık. Gittiğiniz bir çok doktor öncesini bilse bile “Hay Allah.. Gene nüksetmiş” diyerek o okunmaz yazılarıyla antibiyotiği reçeteye yazıp “10 gün kullan gel” diyerek gönderiyor. İşin garibi antibiyotik hiçbir şekilde etki etmiyor bu hastalığa. Sadece çocuk gereksiz yere antibiyotik kullandığı ve vücudunun zarar gördüğü ile kalıyor.

Ama kendini geliştirmiş bilen doktor ise duruma uyanıp “Ahanda bu bildiğin phapa sendromu” diyor. Tedavisi ise sadece ve sadece atağın herhangi bir zamanında tek doz prednizon veya prednizolon tedavisi. Yani bildiğiniz kortizon. En son çare olarak da bademciklerin alınması gerekiyormuş. Hemen aklınıza kötü şeyler gelmesin ve korkmayın. Gerçi işin içinde kortizon olunca korkmakta ve endişelenmekte çok haklısınız. Bende bunu şiddetli şekilde yaşadım ama Lâl’in doktoru hemen beni aydınlattı. Tek doz kullanımda (ki tek doz bile değil.. ¾’ü kadar veriliyor) hiçbir yan etkisi ve olumsuz sonucu yokmuş. 5 – 6 gün düzenli kullanmadan sonra o bilinen ve hiç de hoş olmayan etkileri baş gösteriyormuş. Yani bir kez ve tek doz kullanımda, büyüme gelişme üzerine veya çocuğunuzun hormonal sistemi üzerine hiçbir yan etkisi yokmuş.

Lâl’in doktoru çok güzel şekilde ilacı nasıl kullanacağımızı da anlattı. Oral yoldan, tek seferde tamamını vermemiz gerekiyormuş. Meyve suyu, süt gibi sevdiği bir içecek ile karıştırırsak daha iyi olurmuş çünkü tadı iğrençmiş. Tabii karıştırdığımız içeceği abartmamamız gerekiyormuş. İlacın dozu kadar eklemek yeterliymiş.

İlacın uygulanmasından itibaren en erken 4 saat sonra normalde ise 8-10 saat sonra etkisini gösterirmiş. Bu süre sonunda da hemen kendisini arayıp durumdan haberdar etmemizi rica etti. Sağ olsun biraz endişemizi görünce her şeyi en ince detayına kadar anlattı ve rahatlattı bizi. Endişemiz sadece ilacın kortizon olmasından kaynaklanıyor yoksa kendisine karşı en ufak bir güvensizliğimiz veya soru işaretimiz yok. O ne derse odur bizim için Lâl’in sağlığı açısından.

Çıkıp reçetedeki ilacı aldık, nasıl uygulayacağımızı bir de eczacıdan öğrendik ve eve gittik. Akşam saatlerinde öğrendiğimiz ritüele göre ilacı Lâl’e yutturduk ve bir süre sonrada uyudu. Bütün gece neredeyse saat başı kalkıp kontrol ettim Lâl’i. Tabii eşim de benimle beraber. Sabaha karşı ateş falan kalmadı Lâl’de. Sabah uyandığında da baktık ki lenf bezlerinin şişliği bâriz şekilde azalmış, daha enerjik, çok daha iyi görünüyordu Lâl. Gözlerinde ki baygınlık falan hepsi geçmiş. O andan sonra çok ama çok rahatladım.

Böylece bir hastalığı daha işini bilen, kendini geliştirmiş ve boş vermeyen bir doktor sayesinde atlattık. En azından uzunca bir süre yeni bir atak olmayacağını umarak. Bir kez daha gördük ki çocuğumuz için doktor gerçekten çok önemli. Tek bir doktor.. Konusunda uzman, bilgili ve kendini geliştirmiş…

İşte Pfapa Sendromu denen hastalıkta buymuş ve biz de böyle yaşadık. Tabii ki her ateşlenme, enfeksiyon durumu phapa sendromu değildir. Bu kadar da basit değil durum. Bunu en iyi doktor bilir. Cahilce davranmamak ta fayda var. 



15 Nisan 2014 Salı

Anne Sütünün Antibiyotik Kullanımı Gerektiren Hastalıkları Azalttığını Biliyor Muydunuz?


Sevgili anneler, anne sütü mucizedir, bebeğiniz ilk doğduğu andan itibaren büyüme ve gelişme için gerekli olan tüm sıvı, enerji ve besin ögelerini içerir. Eşsiz içeriği ile bağışıklık sistemi gelişimini destekler, antibiyotik kullanımı gerektiren hastalıkları azaltır.


Bebeğinizin bağışıklığını guclendirmek için onu 2 yaşına kadar anne sütü ile besleyin. Anne sütü alımı azaldığındaysa bebeğinizin bağışıklığını Aptamil ile desteklemeye devam edebilirsiniz.


Detaylı bilgi için tıklayınız.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

21 Şubat 2014 Cuma

KIZIMA 1. YAŞ GÜNÜ MEKTUBUM - "ÇİY DAMLAM'A"

Lâl'in 1. yaş günü için ona yazdığım bir mektup... Uzun bir zaman sonra blogumda yayınlamak istedim..

ÇİY DAMLAM'A

İlk doğum gününe 12 gün kala sana bu mektubu yazıyorum. Acaba okuduğunda kaçıncı doğum gününü kutlamış olacağız? Gerçi bu sana ve senin için yazdığım ilk mektup veya yazı değil. Senin nasıl dünyaya geldiğini anlatan uzun bir yazıyı zaten halen yazıyorum. Sen bu mektubu okuduğunda o yazı da sana, seni anlatan bir hikâye olarak hatta belki kitap olarak odanın bir köşesinde olacak. Bir de bana yaşattığın ilk “Babalar günüm” de sana bir mektup yazmıştım.


Ben ve annen için geç sayılabilecek yaşlarımızda dünyaya geldin. Çünkü annenle birbirimizi ancak 38 yaşımızda bulup evlendik. Bu konuda ikimizde biraz tembellik yapmışız sanırım. Evlendikten hemen sonra olmasa bile 10 ay geçtikten sonra bir bebeğimiz olsun diye karar verdik. Riske atmamak ve daha fazla zaman kaybetmemek için, senin olman için tüp bebek yöntemini uygulamaya karar verdik. Yani sen benden duymuş olma ama “tüp bebek” sin. 

Dünyaya gelme sürecin annen ve benim için gerçekten çok keyifli oldu. Tabii ki arada bazı sıkıntılar yaşadık ama genelde keyifli bir süreç geçirdik. Ama daha en başından senin dünyaya geleceğine çok ama çok inanmıştık. Tüp bebek olduğun için her şey plânlı ve programlı ilerliyordu ve senin için elimizden gelenin fazlasını yapmaya çalıştık. Sonuçta sen dünyaya geldin ya hiçbir şey önemli değil.

Daha annenin hamileliğinin ilk günlerinden itibaren sana bir kişilik vermiştik. O kadar emindik ki dünyaya geleceğinden sen doğana kadar hep bu şekilde davrandık. Annenin sana hamile olduğunu öğrendiğimiz gün adın bile hazırdı. Tabii ki daha cinsiyetin belli olmadığından hem kız hem erkek ismine karar vermiştik senin için. Kız olursan adın Lâl erkek olursan Tan olacaktı. Ama cinsiyetin belli olana kadar annen ve benim şakacı tarafımızdan kaynaklanan bir fikirle sana Şadan demeye başladık. Senin zamanında belki bu isim bilinmeyecek bile hatta bizim zamanımızda bile pek bilinmiyor ama aklımıza birden geliverdi işte.  Hem kız hem erkek ismi olabildiği için sana Lâl veya Tan diyene kadar Şadan dedik hep. Yani sen bizim için ilk cenin halinden itibaren bir bireydin artık. Ve sonradan zamanı geldiğinde öğrendik ki ismin Lâl olarak dünyaya gelecekmişsin.

Annenin tüm hamilelik dönemi boyunca seni çok büyük bir heyecanla ve hevesle bekledik. Daha ilk ayından başlayarak doğduğun günden itibaren senin için yapacaklarımızı plânlamaya başladık. Bu ilk doğum gününe kadar plânlarımızın neredeyse hepsini gerçekleştirdik ve sen bu mektubu okuduğunda da umarım tamamını gerçekleştirmiş, hatta belki de daha iyisini yapmış oluruz.

Lâl’im, senin dünyaya gelmen bizim için dünyanın en büyük mutluluğu oldu. Hayatımızın en güzel ve en iyi olayı sen oldun. Daha doğrusu artık sen bizim hayatımız oldun. Sen bizim geleceğimiz oldun. Bir tanecik kızımız oldun.

Doğduğun günün ertesi günü seni evimize getirdik. Annenin karnında yaşadığın evimizde artık dünyaya gelmiş bir bebek olarak yaşamaya başladın. İkinci gününde seni yatağından alıp annenin kucağına meme emmek için kucağıma aldım ve senin o ufacık, masum, tertemiz yüzüne bakarken ağlamaya başladım. Senin için ilk ağlamam oldu bu. Hani belki duymuşsundur “erkekler ağlamaz” derler ama yok öyle bir şey. Ağlamayan erkek hele ki bir baba yoktur. Ağlama sebebim sadece sen ve senin sayende yaşadığım inanılmaz mutluluktu. Beni gören annen de dayanamadı ve ikimiz birden seni kucağımıza alıp hiçbir şey düşünmeden mutluluğumuzu ağlayarak dışa vurduk.

Büyümenin her gününü heyecanla yaşadık ve hâlâ yaşıyoruz. Yaptığın her yeni hareket, mimik, tepki, davranış bize ayrı bir mutluluk verdi. Seninle sevindik seninle üzüldük. Tamam,  bazen tahammülümüzün azaldığı zamanlar oluyor ama o kadar da olsun artık.

‘Çiy Damlam’ sen gerçekten hayatımıza bir çiy damlası gibi düşüverdin. Senin o ufacık pırıltın, canlılığın, daha annenin rahminde başlayan hayata tutunma azmin hiç azalmasın. Seninle başlayan yaşamımız sensiz geçen zamanı unutturdu ve sen bizim her şeyimiz oldun.

Bize bu duyguları yaşattığın için, bize ‘seni’ yaşattığın için, hayatımız olduğun için, canımızın bir parçası olduğun için, varlığınla varlığımıza anlam verdiğin için sana çok teşekkür ederiz.

Seni, senin bile tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyoruz ‘Çiy Damlam’.


19 Şubat 2014 Çarşamba

Gazlı Bebek, Anlatılmaz Yaşanır!

Bebeğiniz gazlıysa, kime ne kadar anlatsanız da sizi en iyi, bebeği gazlı olan bir anne anlar. Paylaşılan çareler, anneanne/babaanne önerileri, doktor kontrolleri… Annelerin geçirdikleri o günlerin tarifi yoktur.


Tıpkı anne olduğunuzda, bebeğinizi kucağınızı aldığınız zamanki duygularınızı tarif edemediğiniz gibi…


Uykusuz geceler, insanın kendine ‘acaba sorun ben de mi’ diye sorduğu zamanlar elbette geride kalacak ve o tatlı varlık bir gün en tatlı gülüşüyle size bakacaktır. Peki ama ne zaman?


Dilerseniz biraz neden bebekler gazlı olur bir bakalım, anlamaya çalışalım.


Bebeklerin 55%‘i yaşamlarının ilk aylarında sindirim problemi yaşayabilir çünkü dünyaya geldiklerinde sindirim sistemleri henüz tam olarak gelişmemiştir.


Bebekler için en uygun besin anne sütüdür ve hayata en iyi başlangıcın yapılmasını sağlar.


Bebeğin anne sütü ile beslenmesi için hazırlık yapılması aşamasında ve emzirme esnasında sağlıklı ve dengeli bir diyet uygulamanız önemlidir.


Sütünüzün az olduğunu hissettiğinizde bebeğinizin beslenmesi konusunda her zaman doktorunuza ya da sağlık profesyoneline/uzmanına danışmanız doğru olacaktır.

Doktorunuzun da görüşüyle, gazlı bir bebek için en doğru seçim,

bebeğinizin sindirimi kolay besinlerle beslenmesidir.

Bebelac Nutrikonfor devam sütü, fermentasyon teknolojisi ile üretilmiştir. Fermantasyon, yoğurt ve benzeri ürünlerin üretiminde kullanılır. Fermente ürünler sindirime yardımcıdır.

Bebelac Nutrikonfor 2, 6. aydan itibaren kullanılabilen devam sütüdür. 6. aydan itibaren her gün en az 500 ml anne sütü veya yetersiz ise doktorunuza danışarak devam sütü vermeniz önerilir.

Bebelac Nutrikonfor 2’yi bebeğiniz 1 yaşına gelene kadar kullanabilirsiniz.

Detaylı bilgi için tıklayınız.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

18 Şubat 2014 Salı

BABA OLMAK

Bir erkek için herhalde en güzel duygudur baba olmak. Bir çok erkek kendini babalığa hazır hissetmeyebilir. Gerçekten zor olabilir baba olmak ama olduktan sonra ise hayatın en güzel duygusu olduğunu anlar erkek.

Bebek için hayatının ilk anlarında en önemli unsur, kendine en yakın hissettiği kişi annedir doğal olarak. Ama bu demek değildir ki baba hep arka plânda kalacak, etkisiz eleman gibi olacak. Aksine neredeyse anne kadar önemlidir babanın varlığı bir bebek için.

Baba, emzirmek haricinde annenin yaptığı her şeyi yapabilir bebeği için. Altını değiştirebilir, uyutabilir, oyunlar oynayabilir, banyosunu yaptırabilir, gezdirebilir. Babanın en aktif ve doğal olarak bebeğiyle ilgilenmesi baba – bebek arasında ki ilişkininde çok daha sağlam, sıcak ve yakın olmasını sağlar. Bir bebek her zaman, büyüdüğü süre boyunca babasının yakınlığına ve ilgisine ihtiyaç duyar.

Bir zamanlar Türk toplumunun özelliğinden dolayı ataerkil olan babalarda çocuklarına fazla ilgi göstermek, ona sevgisini belli etmek yanlış bir davranış olarak görülürdü. Çünkü baba böyle yaptığında çocuğun şımaracağını, otoritesinin kaybolacağını düşünürdü. Aslında ne kadar yanlış bir düşünce. Bir bebek için baba sevgisi, sıcaklığı, ilgisi çok çok önemlidir. Bebek kendini bu sayede çok daha güvende hisseder, sevgi ortamında olduğu için daha pozitif hazırlanır hayata.

Bir baba, bebeğini her zaman kucağına almalı, ona sevgisi belli etmeli hatta gerekirse defalarca, içinden ne kadar geliyorsa “seni seviyorum” demeli.

Ama babaların bir yanlış düşüncesi de “Ben çocuğumla arkadaş gibi olacağım” mantığıdır. Neden ki? Niye çocuğunla arkadaş gibi olsun bir baba? O çocuğun zaten hayatı boyunca onlarca arkadaşı olacak ama sadece bir tane babası olacak. Bir baba çocuğuyla arkadaş gibi değil baba gibi olmalı. Çocuğun hayatının her döneminde “baba”ya ihtiyacı olacak.

Baba, en başında bebeğinin altını değiştirerek, ona banyosunu yaptırarak onu hayata hazırlamaya başlar ve bu o bebeğin ömrü boyunca çeşitli şekillerde devam eder. Erkek çocuk için  baba bir rol model, kız çocukları için hayatının ilk aşık olduğu erkeği olacaktır.

Baba, çocuğunun kendisine “bağımlı” olmasını değil “bağlı” olmasını sağlamalıdır. Onun için engelleyici değil, doğruları veya yanlışları göstererek yol gösterici olmalıdır baba. Aslında gerçekten baba olmak gerçekten çok kolay değil ama tarifi imkânsız büyük bir mutluluk ve hazdır. Bu mutluluk ve hazzı her baba, bebeğine doğduğu andan itibaren hissettirmeli ve yaşatmalıdır.

Herkesin babasının mutlaka bir kez bile olsa söylediği bir laf vardır: “Sende baba olunca anlarsın”. Bunu duyan her erkek fazla umursamamış, kulağının birinden girip diğerinden çıkmıştır mutlaka ama o erkek baba olduğunda bu lafın ne kadar doğru olduğunu mutlaka anlamıştır.


14 Şubat 2014 Cuma

BİR KIZI OLMALI İNSANIN


Canını emanet ettiğin,elin,ayağın,gözün,kulağın,her şeyin.
Bir kızı olmalı insanın.
Bir hata yaptığnda,gözlerinin içine baktığın,bakar bakmaz masumiyetiyle saniyeler içinde eridiğin,vefasına taptığın.
Bir kızı olmalı insanın.
Evinde babasına,annesine karşı nazlı niyazlı,
Sokakta cadılığından ve hışmından korktuğun.
Bir kızı olmalı insanın.
Herkes terkettiğinde seni,varlığında da,yokluğunda da,evliyken de,bekarken de
babacığım ya da anneciğim diye kucak açtığında,gözyaşlarıyla bağrına bastığın.
Bir kızı olmalı insanın.
Demlediği çayı süzülerek getirdiğini seyrettiğin,
Pişirdiği kahvenin tadına gizlediğin,özenle bezediğin.
Bir kızı olmalı insanın.
Canıyla canlandığın,varlığıyla anlamlandığın,
Özlemiyle ve iç çekişlerinle dağ dağ efkarlandığın.
Bir kızı olmalı insanın.
"Dünya bir yana,kızım bir yana" diyebildiğin


S.Aksoy






10 Şubat 2014 Pazartesi

Anne Sütünün Antibiyotik Kullanımı Gerektiren Hastalıkları Azalttıgını Biliyor Muydunuz?

Sevgili anneler, anne sütü mucizedir, bebeğiniz ilk doğduğu andan itibaren büyüme ve gelişme için gerekli olan tüm sıvı, enerji ve besin ögelerini içerir. Eşsiz içeriği ile bağışıklık sistemi gelişimini destekler, antibiyotik kullanımı gerektiren hastalıkları azaltır.


Bebeğinizin bağışıklığını guclendirmek için onu 2 yaşına kadar anne sütü ile besleyin. Anne sütü alımı azaldığındaysa bebeğinizin bağışıklığını Aptamil ile desteklemeye devam edebilirsiniz.










Detaylı bilgi için tıklayınız.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

29 Ocak 2014 Çarşamba

İLK BABALAR GÜNÜM

Baba olarak ilk babalar günümü yaşadığım 2012 senesinde yazdığım bir yazıydı..... 

İlk babalar günümü yaşıyorum kızım Lâl sayesinde. Babasız olarak da 10. babalar gününü yaşıyorum. Anneler günü, sevgililer günü, babalar günü falan sevmem aslında. Hep öyle dedim bugüne kadar. Tamam şimdide hiç sevmiyorum. Hele ki babasız geçen babalar günlerinden sonra… Ama ne olursa olsun sevmediğim halde ilk kez babalar günü yaşamak değişik bir duygu oldu benim için.

Tam 8 ay önce baba oldum. Hemde 39 yaşımın sonlarında yani geç sayılabilecek bir yaşta. 17 Ekim 2011 tarihinde. İlk babalar günümde yani 17 Haziran 2012 tarihinde kızımda tam 8. ayını bitiriyor. Üç gün sonrada yani 20 Haziran’da da babamı kaybedişimin 10. yılı.

Hep derdi babam. Bir çoğumuzun babası da mutlaka evlatlarına demiştir. Klişe bir laf vardır hani. Babalarımız bize söylediğinde “Amaaaan.. Hee öyle olur mutlaka” diye geçiştirdiğimiz, pek önem vermediğimiz bir laf; “Sende baba olunca anlarsın”.

Zamanında o laf kulağımızın birinden girip, hatta girmeden teğet geçip öbür kulağımıza şöyle bir dokunup giden laf meğer ne kadar doğruymuş. Gerçekten baba olunca anladım “Baba” olmanın ne olduğunu. Hatta daha kızım 5-6 haftalık cenin iken ilk kalp atışlarını duyamadığımız zaman anladım. Çok farklı bir duyguymuş babalık meğerse.

Şu sekiz ay içinde hatta üzerine dokuz aylık hamilelik sürecini de katarsak 17 ay içinde yaşadıklarım, kızımın bana yaşattırdıkları babamın zamanında benim için neler düşündüğünü, neler hissettiğini daha iyi anlamamı sağladı. Ben o zamanlar hiç öyle görmüyorum tabii ki. Meğerse ne zormuş baba olmak.

Babam benim için “Baba” idi. Konuşurduk, dertleşirdik, şakalaşırdık, tartışırdık ama hep “baba – oğul” olarak. Hiçbir zaman arkadaş gibi, arkadaş olarak değil. Bazı babalar öyle der “Ben çocuğumla arkadaş gibi olacağım”.

Niye ki? Ne gerek var? Sen babasın ve çocuğuna “baba” ol. Evladının arkadaşa ihtiyacı yok. Nasıl olsa bir çok arkadaşı olacak. Onun “baba”ya ihtiyacı var sadece bir tane babası olabilecek.

Sen çocuğunun dünyaya gelmesine sebep oldun ve bundan sonrasında da onu hayata hazırlaman lazım. Onun için bir öğretici, bir rol model olman lazım ki evladın bir gün senin ellerinin arasından çıkıp dışarıda ki hayata adım attığında güçlü olsun, dirayetli olsun, ayakta kalabilsin.

Sen ona baba değil “arkadaş” gibi davranırsan o çocuk dışarıda ki hayatta nasıl ayakta kalabilir? Baba olarak size bağımlı olmasını değil, özgür ama bağlı olmasını sağlamalısınız. Onun için engelleyici değil, doğruları veya yanlışları göstererek yol gösterici olmalısınız. Şımaracak diye sevginizi saklamaya çalışmayın. İçinizden geldiği gibi sevginizi, şefkatinizi gösterin ki o da sevgi ve şefkatin ne olduğunu öğrensin.

Sanırım baba olmak hiç kolay bir iş değilmiş. Ama çok çok güzel, tarifi imkansız, büyük bir mutlulukmuş.

Lâl, sayende ilk babalar günümü yaşıyorum. Dünyaya gelip, hayatımıza girdiğin için, annen ve bana yaşam kaynağı olduğun için, annenle aşkımızın bir meyvesi olmayı kabul ettiğin için, geleceğimiz, hayallerimiz, umudumuz olduğun için sana çok teşekkür ederiz çiy damlam benim.


24 Aralık 2013 Salı

Geri Döndüm

Uzun zamandır blogumla ilgilenmedim. Ara sıra şöyle bir bakıyordum ama ne yazıyorum ne de herhangi bir şey yapıyordum. Ama artık geri dönmeye karar verdim.
Bu süre içinde sakın boş boş oturdum sanmayın. Aksine çok verimli günler geçirdim blogumla ilgili. Bir çok gaza getirmelere, ısrarlara dayanamadım ve kitabım üzerinde çalıştım.

Evet babaolacagimoluyorumoldum.blogspot.com artık kitap oluyor. Bu yüzden yazılarıma ara verdim. Aslında yazmaya devam ettim ama eklemeye ara verdim desem daha doğru olur. Hikâyem bitti. Lâl doğdu, kucağıma aldım ve bitirdim. Ama tabii ki bunları artık birkaç sonra çıkacak olan kitabımda okuyacaksınız.

Peki bundan sonra blog ne olacak?

Kapanacak mı?

Tabii ki HAYIR.
Bundan sonra günlük yaşadıklarımı anlatacağım. Tabii Lâl ile ilgili olanları ve bunlara bağlı olarak naçizane tecrübelerimi, fikirlerimi yazacağım.
Lâl doğduğundan beri birçok anı birikti, bir çok güzellikler yaşadım, üzücü, sinirlendiren şeylerde yaşadım. Aklıma geldikçe yazacağım bunları. Kim bilir belki bunlarda ileride bir kitap daha çıkartmama sebep olur.

Bu arada kitabım ile ilgili bilgileri de paylaşacağım. Ne durumda? Ne zaman çıkacak? Çıktığında nerelerde bulabilirsiniz gibi…
Hatta ilk bilgileri verebilirim;

Kitabımı basacak kişi taa liseden arka sıramda oturan sınıf arkadaşım. Bir gün bana bir e-posta yazdı ve “senin kitabını ben basmak istiyorum” dedi.. Ben bu sıralarda kitap olması amacıyla yazmaya ve düzeltmelere devam ediyorum ama ne yayınevi, ne nasıl basılacağı konusunda hiç fikrim yoktu. Araştırma falan yapmamıştım. Arkadaşımdan böyle bir davet gelince hemen atladım ve “Tamam!” dedim. Şu anda ilk düzeltmelerini yapıp tekrar gönderdim arkadaşıma ve bekliyorum. Kitabımın adı da belli ama henüz söylemek istemiyorum. Hatta hiç söylemeyeceğim. Çıktığında öğrenin.

İşte böylee

Bundan sonra bu blogda daha sık ve değişik yazılarla görüşeceğiz.. Tabii ki arada gene tüp bebek ile ilgili birşeyler yazarım ama sadece arada sırada.


5 Nisan 2013 Cuma

TRT Radyo 1 - Paylaştıkça


4 Nisan 2013 günü canlı yayın konuğu olduğum TRT Radyo 1'de yayınlanan "Paylaştıkça" programının kaydı. Blogumla ilgili çok keyifli bir sohbetimiz oldu.


30 Mart 2013 Cumartesi

Hürriyet Cumartesi 30/03/2013 - Ben de Hamileyim

Bugün 30 Mart 2013.... 

Sabah Nursen'in heyecanlı haykırışı ile irkildim..

"Aşkım Hürriyet'in Cumhuriyet ekinde biz varız" diye bağırdı...
"Hürriyet'in Cumhuriyet eki ne yaaa" dedim şaşırarak...
"Aman işte Cumartesi eki" dedi..

Önce biz varız deyince galiba kız arkadaşları ile falan bir yerde bir şekilde çekilmiş fotoğrafları yayımlandı diye düşündüm ilk anda. Gerçi Nursen de fotoğrafımızı görünce ilk bir iki saniye "Yaa bu simalar hiç yabancı değil sanki" diye düşünmüş..

Hemen sonra dank etti ki haberimiz yapılmış... Bir süre önce Hürriyet Gazetesi'nden Mesude (Erşan) Hanım ile telefonda konuşmuştuk ve "sizi mutlaka haber yapmak istiyorum" demişti... Hemen e-posta yolu ile bir röportaj yaptık ve haberin çıkmasını bekliyorduk.

Bugün çıktı sonunda.. Gerçekten çok sevindik ve duygulandık.. Bizim için çok değişik bir durum oldu bu... Uzun zamandır yazdığım blogum haber olma niteliğine bile kavuşmuş artık meğerse..

http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/22928397.asp

İşte haberin linki burada... Bunu blogumu takip eden, okuyan herkesle paylaşmak istedim... Çok teşekkür ederim..

14 Mart 2013 Perşembe

Lâl, Babasının Yorganını Kullanacak


Artık doğuma sayılı zaman kalmıştı. Hazırlıklarımız tüm hızıyla devam ediyordu ve satın aldığımız oda takımının teslim zamanı gelmişti.  Bu sıralarda internette bir siteden Lâl’in odasının duvarlarına yapıştırmak için çok güzel çıkartmalar almıştık. Walt Disney kahramanları ve ceylanlı, kuşlu, sincaplı, kuşlu, ağaçlar falan olan çıkartmalar. Bir gün Nursen, ben, annem, teyzem, tesadüfen o zamanda Ankara’da olan dayım, anneannem hep birlikte Lâl’in odasına aldığımız çıkartmaları yapıştırdık. Biraz uğraştırıcı oldu ama çok güzel ve şirin bir oda oluyordu Lâl için. Daha öncede söylemiştim; Lâl doğmadan odası dahil her şeyin hazır olmasını istiyorduk. Çıkartmaları yapıştırınca oda tam bir bebek odası olmaya başladı.

Daha önceden de odada bulunan eşyaları dışarı atıp uçuk pembe bir tona boyatmıştık odayı. Aslında önce ben giriştim boyama işine ama tecrübesizliğimden ve acemiliğimden dolayı boyama işi pek başarılı gitmeyince işin ustası olan birini çağırdık ve ona yaptırdık. Boya rengini tutturabilmek için de bayağı bir uğraştık. Beyaz boyaya pembe renk karıştırarak uçuk bir pembe elde etmeye çalıştık ama bir türlü istediğimiz pembeyi elde edemedik. Boya ustası da “yeter artık bi karar verin” dercesine bakmaya başladı bize. Sonunda tutturabildik istediğimiz tonu.

Lâl’de annesinin karnında bize katılıyordu hareketleri ile. Sanki görüyormuş gibi tepkiler veriyordu hareket ederek. E tabii sonuçta onun odası olacak ve onun zevkine göre yapmamız lâzım.

Artık sadece mobilyaların gelmesi kalmıştı ki onlarda zaten 2 gün sonra tam söz verdikleri tarihte geldi. Bembeyaz, pembe topuzlu çok şirin bebek mobilyaları. Onları da yerleştirince Lâl’in odası tam olarak hazır oldu. Artık sadece dolaplarının içinin  yerleştirilmesi, yatağı, yatak takımları gibi ince detaylar kalmıştı. Ama artık bunlar kadın işi olduğundan Nursen, annem ve teyzem yapacaklardı. Babaannesi haftalar öncesinden dolaplar için örtüler dikmişti, yatak takımları hazırlamıştı. Esas güzel olan bir şey benim bebekliğimde kullandığım yorganı Lâl’in de kullanacak olmasıydı. Annem senelerdir saklamış o yorganı ve üstüne bir kılıf dikmiş ve Lâl için hazırlamıştı. Babasının 40 sene önce kullandığı yorganı artık Lâl kullanacaktı. Doğum zamanı tam havaların soğuduğu mevsime denk geldiği için yorgan için çok uygun zamandı. 

Lâl için bizim beğenerek aldığımız kıyafetler, tülbentler, annemin diktiği bezler, kuzeninden ve arkadaşlarımızın çocuklarından gelen daha yepyeni kıyafetler, eşyalar dolaplara yerleştirilmek üzere bekliyordu. Nursen, annem ve teyzem bir gün bir araya gelip tüm eşyaları ince ince uğraşarak dolaplara yerleştirdiler. Bayağı uğraştılar ama değdi.

Gerçi tüm bunları yaptık ama Lâl tabii ki doğar doğmaz kendi odasını kullanmayacaktı. Ama olsun gene de hazır olsun her şeyiyle istiyorduk. İlk etapta, en azından ilk 6 ay Lâl bizim odamızda yatacaktı. Üçümüz aynı odayı paylaşacaktık. Böyle olması özellikle Nursen için daha sonrada benim için çok daha iyi olacaktı. Hem Lâl devamlı kontrolümüz altında olacaktı hem de 2-3 saatte bir kalkıp meme emeceği için Nursen'e daha kolay olacaktı.

Bizim odaya da gerekli olan tüm ekipmanı hazırlamaya başlamıştık. Bir park yatağımız vardı. Ona gidip hamak da denilen ek kat aldık. Park yatak derin olduğundan Lâl’i içine bırakıp almak zor olacaktı çünkü. Ek kat sayesinde daha yüksekte kalacağı için bu iş daha kolay olacaktı bizim için. Ek katı takıp üzerine de bebek için uygun bir yatak koyduk. Bunların yanı sıra uyurken müzik dinlemesi için cd çaları ve sonradan satın aldığımız minik hoparlörleri, soğuklara karşı ve banyodan çıktıktan sonra ısınması için minik elektrikli sobasını, altını değiştirmek için bezlerini, kremlerini, losyonunu, gece uyurken rahat nefes alması için buhar makinasını kısaca her şeyi yerleştirdik bizim odaya. Sonuçta birkaç ay bile olsa üçümüzün odası olacaktı. Hatta loş ışık olması için aldığımız düşük ışık veren ampulü abajura taktık. Lâl’in park yatağı dışarıya bakan duvara baktığı için o duvarı da ısı yalıtımını sağlaması ve dışarıdan soğuk gelmemesi için bu amaç için üretilen bir malzeme ile kapladık.

Lâl doğup eve geldiğinde her şey hazırdı artık. Tabii bunları öyle bir anlattım ki sanki 2-3 günde hepsini yapmışız gibi oldu. Yavaş yavaş yaptık ama doğumdan 2 gün önce her şey hazırdı. 



10 Aralık 2012 Pazartesi

Doğmamış Bebeğe Müzik Dinletmek


Daha bebek anne karnında iken müzik dinlemesinin çok iyi olduğunu öğrendik bir yerlerden. Uygulayan bir iki arkadaşımızla da konuştuk ve gerçekten doğduktan sonra müzik dinleyen bebeğin daha sakin, uysal olduğunu söylediler. Bunu bizde uygulamaya karar verdik. Benim bir tane cd çalarım vardı. Evde bir tanede büyükçe bir kulaklık bulduk. Sonra gidip birkaç tane bebekler için hazırlanmış olan klasik müzik cd’leri aldık. Bebekler için olmasının özelliği çok bas ve yüksek tonların müziğe verilmeden daha yumuşak şekilde çalınmış olmasıydı.

Evde televizyon karşısında falan otururken Nursen kulaklığı göbeğine takıyordu ve Lâl’e müzik dinletiyordu. Gerçi komik bir görüntü oluyordu Nursen’in karnında kocaman bir kulaklık takılı olması. Ama Lâl hayatından memnun görünüyordu.  Bazen müzik ile hareketleniyor bazen de sakin sakin duruyordu, belki de uyuyordu. Ama müzik dinlemenin iyi geldiği kesindi. Müziğin etkisinin ne kadar iyi olduğunu Lâl doğduktan sonra gerçekten gördük.

Ama Lâl’in tarzı sadece klasik müzik değilmiş meğerse. Bir gün efsane rock grubu Rolling Stones ile ilgili belgesel film seyrederken konser görüntüleri çıkıp müzikler başladığında Lâl’de müthiş bir hareketlilik oldu. Demek ki rock müzik de sevecekti. Buna bir rock sever olarak ben çok sevindim. İleride cd arşivim Lâl için büyük bir müzik kaynağı olacak sanırım.

Lâl iyice hareketlenmişti ve dışarıdaki olaylara ve müziklere de tepkiler vermeye başlamıştı aynı Rolling Stones’un şarkılarını duyunca hareketlenmesi gibi. Arkadaşlarımızla birlikteyken sohbet ortamlarında konuşmaları, gülmeleri duyunca o da hareketleniyor, sanki bizimle aynı ortamı yaşıyordu. Sosyal bir çocuk olacak diye düşünmeye başladık. Hatta Nursen ile ben sohbet ederken de tepkiler veriyordu.

Nursen zaten devamlı Lâl ile konuşuyordu ama bende sık sık Nursen’in göbeğine doğru yaklaşıp Lâl’e daha yakın olarak konuşuyordum. Benim konuşmalarıma da tepkiler vermeye başlamıştı artık. Bir seferinde Lâl öpmek amacı ile Nursen’in karnını öperken ya eli ya da ayağı ile öyle bir hareket yaptı ki suratımın ortasından bir şey bastırarak geçti. Hani şu masaj koltuklarında olduğu gibi. Bu çok hoşuma gitti. Bu tip tepkiler almak gerçekten çok güzel ve tarifi imkânsız bir mutluluktu. Hem benim için hem de Nursen için.

20 Kasım 2012 Salı

Lâl’i Görmek İçin Bahane Buluyorduk


Bu sıralarda Nursen’in uyku düzeni de tamamen bozulmuştu. Geceleri hiç rahat uyuyamıyordu ve sık sık uyanıyordu. Böyle olunca da uykusu kaçıyordu tabii ki. Lâl özellikle geceleri kıpır kıpır oluyordu. Bu da Nursen’i uyutmuyordu. Bir çok gece uyandığımda Nursen’in yanımda olmadığını görüyordum. Kalkıp baktığımda televizyon karşısında film seyrederken buluyordum. Hemde büyük bir heyecanla ve sanki normal bir zamanmış gibi. Hani bu saatte uyku kaçar ama televizyon karşısında mayışık, uykulu halde olur insan normalde. Nursen tam aksine cin gibi oluyordu. Bir yandan da Lâl hareketli ise onunla konuşuyordu.

Gece uyumayınca gündüz uyuyordu tabii. Ama bu uykularda Lâl izin verdiği sürece. Lâl uyursa Nursen de uyuyabiliyordu. Son 1,5 ay böyle düzensiz geçti Nursen için. Ama her gün yürüyüşlerimizi ihmal etmiyorduk. Akşamüzeri ben eve geldiğimde çıkıp yürüyüş yapıyorduk. El ele dolaşıp devamlı Lâl hakkında konuşuyorduk. Kendimizce plânlar yapıyorduk, hayâller kuruyorduk. Bazen Nursen’in canı değişik bir şey yemek istediğinde gidip yiyorduk, Nursen ne isterse onu yapıyorduk. Bende elimden geldiğince Nursen’in istediklerini yerine getirmeye çalışıyordum. Yeter ki morali iyi olsun, sağlıklı olsun.

Yürüyüşler sayesinde bel ağrıları da çok fazla olmuyordu. Hiç olmaması mümkün değildi tabii ki ama hareket çok iyi geliyordu. Bir de Nursen aşırı kilo almadığı için de biraz daha rahattı. Ama hareketleri, oturup kalkması çok yavaşlamıştı ve zorlaşmıştı. Çok normaldi bu durumlar. Karnında doğmaya hazır bir bebek vardı ve hızla büyüyordu. Doğuma kadar bu şekilde idare edecektik artık. Ben Nursen’in etrafında pervane oluyordum. Gak dese su guk dese ekmek getiriyordum. Kendini yormaması için, rahat etmesi için elimden geleni yapıyordum. Ama hamileliğin son zamanları olduğundan dolayı doğal olarak Nursen’in huysuzlukları da biraz artmıştı. Hiç önemli değildi benim için. Hep alttan alıp, sakin olmayı başararak her şeyine olumlu bakıyordum.

Bu son zamanlarda Lâl’in hareketlerinde bazen azalmalar oluyordu. Bu bizi telaşlandırıyordu. Bu yaşta anne – baba adayı olunca ve tüp bebek olunca daha pimpirikli oluyorduk. Böyle durumlarda hemen doktorumuzu arıyorduk. Daha öncede bahsettiğim gibi cevap veremese bile en geç 1 saat içinde bize geri dönüyordu. Durumu söylediğimizde endişelenmememizi söylüyor ve hemen “Hadi kalkın gelin bir bakayım” diye çağırıyordu bizi. Muayenehane evimize çok yakın olduğundan 15 dakika sonra doktorumuzun yanında buluyorduk kendimizi. Hemen bizi randevulu hastaların arasına sıkıştırıp ultrason odasına alıp duruma bakıyordu. Her seferinde de hiçbir sorun olmadığını, merak etmememiz gerektiğini söyleyip bizi rahatlatıyordu. Artık büyüdüğü için ve doğum pozisyonuna geldiği için hareketlerde yavaşlama olabilirmiş. Lâl’in hareketlerini bizde ekranda görüyorduk ve bu bizi daha çok rahatlatıyordu.

Bu durumu 3-4 defa yaşadık. Her seferinde bir koşu doktorumuza gidip kontrolden geçtik. Neyse ki her seferinde de endişelerimizin boşa olduğunu gördük. Ama biraz da iyi oluyordu bu kontroller. Bu sayede Lâl’i daha sık görmeye başlamıştık. Belki de Lâl’i daha sık görebilmek için böyle bahaneler buluyorduk, psikolojik olarak hareketlerinin azaldığını düşünüyorduk. Ne olursa olsun aklımızda kalacağına, kafamızı kurcalayacağına doktorumuza giderek bu sıkıntıları yaşamıyorduk.

Bu zamanlarda doktorumuzun yakın ve sıcak ilgisi de bize moral ve güç veriyordu. Aynı zamanda yüzsüzlük yapmamızı da sağlıyordu. Aklımıza takıldıkça arıyorduk ve yanına gidiyorduk. En baştan bize bu imkânı vermişti zaten. “Ne zaman kafanıza bir şey takılırsa, bir sorun olursa hemen arayın. Çıkıp gelin kontrol edelim. Ne olacak ki? Altı üstü 5 dakikamızı alır. Sizin endişelenmenizden daha mı önemli?” demişti. Biz de sanki bunu sonuna kadar kullandık. Tabii ki suiistimal etmeden.