Öne Çıkan Yayın

Tüp Babayım "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu"

Tüp Babayım  "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu" 9 Şubat'ta çıkıyor

Lilypie - Personal pictureLilypie Angel and Memorial tickers
tüp bebek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tüp bebek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart 2016 Salı

Radyo Onbironsekiz Program Kaydım

Radyo Onbironsekiz'de yayımlanan program kaydım... Beni, Lâl'i, bizi ve kitabımı anlattım... Buyurun...


Bugün, Onbironsekiz'de hayattaki en klasik dönüm noktalarından biri olan çocuk sahibi olmaya değineceğiz. Programda 4-5 sene önce babalık zanaatine başlamış 2 baba var: Hem de yeni nesil babalar! Anne blogger'lara alışığız, biraz da baba blogger'lara kulak vermeye ne dersiniz?









17 Ekim 2015 Cumartesi

Çiy Damlam'a 4. Yaş Günü Mektubu

Çiy Damlam;

İşte geldin 4 yaşına. Ne kadar çabuk geçti değil mi? Aslında annen ve benim için doğduğun günden itibaren değil, tüp bebek tedavisi sonucu bir embriyo olarak annene transfer olduğun günden itibaren başladı süreç. O haldeyken bile bir canlıydın ve annene tutunup bizim hayatımıza katılmak için uğraş veriyordun. Bu işte de çok başarılı oldun gerçekten.

Senin dünyaya gelip hayatımıza katılman ile birlikte hayatın, hayatımız oldu. Bize çok şey kattın, öğrettin, mutluluk yaşattın. Adım adım büyümeni izlemek bizim için en büyük mutluluk kaynağı oldu. O kadar güzel ve kendinden emin büyüyordun ki… Mesela annen konuşmadığın için seni doktorlara bile götürmeyi düşünürken sen kendinden en emin olduğun zamanı bekledin ve şakır şakır konuşmaya başladın. Tabii ki öncesinde ufak tefek kelimeler söyleyebiliyordun ama esas konuşman bu şekilde oldu. Sonra, yürümek için de hiç acele etmedin. Hani şöyle kalkıp 2-3 adım atıp düşeyim sonra adımlarımı yavaş yavaş arttırarak devam ederim demedin. Herhalde “Düşe kalka öğrenmeye ne gerek var ki kalkıp bodoslama yürürüm” diye düşünerek birden kalktın ve yürüdün. Gene kendinden en emin olduğun bir anda. Ama o gün evde olmadığım için o anını maalesef kaçırmıştım. Annen telefon edip söylemişti. Ama olsun sonra o paytak paytak yürüyüşünle gelip bana sarılman her şeye bedeldi.

Konuşmaya başladıktan sonra kendince o kadar güzel kelimeler kullanıyordun ki! Bak sana bir kaç örnek vereyim. Kırmızıya, “lâlelli” derdin. Adının anlamı bir yerde “kırmızı” demek ve sen içinde Lâl geçen bir kelime kullanmıştın kırmızı demek için. Sanki biliyormuşsun gibi. Annene “hua” demen de çok güzeldi. Ama biz bir türlü “hua” dediğinde anne mi yoksa Nursen mi demek istediğini anlayamamıştık. Esas hâlâ bırakmadığın ve sanırım ömrünün sonuna kadar da demekten vazgeçmeyeceğin bir kelime var ki o da “bıdıbıdı”. Babaanne’ne “bıdıbıdı” demeye başladın. Neye benzeterek, nereden esinlenerek dediğini bir türlü anlamadık ama bunu demeyi 4 yaşında bile hiç bırakmadın. Eminim hiç de bırakmayacaksın. Hatta bir kere bana dedin ki; “Babaanneme, babaanne deneceğini biliyorum ama ben bıdıbıdı demek istiyorum”. Daha böyle kullandığın çok kelime var ve hiç merak etme hepsini not aldım, ileride okuyacaksın.

Sen büyüdükçe hem annen hem ben seninle yaptıklarından, yaşadıklarımızdan çok güzel anılar biriktirmeye başladık. Bize hep hayatımızda “ilk”leri yaşattın ve yaşatacaksın. Ama seninle “ilk”leri yaşamak bizi hem çok mutlu ediyor hem de çok şaşırtıyor. Her yeni bir davranışında, olayında, konuşmanda, tepkinde “Vay be!! Kızımız artık büyüyor” diyoruz. Sen bizi hep mutlu ediyorsun çünkü sen mutlu bir bebeklik geçirdin ve mutlu bir çocuk oldun.
Bu arada bir de sana güzel bir hatıra bıraktım. Senin için, senin dünyaya geliş hikâyeni anlattığım blogum kitap oldu. Bu benim için çok büyük bir gelişmeydi. Hiç aklımda, düşüncemde yokken senin sayende bir de yazar oldum. 2015 yılının Mart ayında kitap çıktı. İlk kopyası elime geçtiğinde direkt senin için bir şeyler yazdım ve imzalayıp sana verdim. İlk gördüğünde bir anlam veremedin ama ne olduğunu sana anlattığımda yaşından beklenmeyecek bir olgunlukla ilgilendin kitapla ve “ben bunu büyüyünce okuyacağım” dedin. Sonrasında kütüphanene kaldırdık. Orada senin okumanı bekliyor. Bakalım okuduğunda neler hissedeceksin?

Canım kızım, çiy damlam.. Hayatımın ve hayatımızın son dört senesi senin sayende mutluluk, huzur ve güzellikler içinde geçti. Bundan sonrası da eminim öyle olacak. Sen benim her şeyimsin, umudumsun, geleceğimsin, hayâllerimsin. Seninle bir kız babası oldum ve babalığın en güzelini yaşıyorum. Biz baba – kız olarak içten içe çok güzel duygular paylaşıyoruz. Gerçi senin nazarında hep en yaramaz benim, bütün olumsuz şeyler benim yüzümden oluyor, hep ben suçluyum ama biliyorum ki beni çok seviyorsun. Ama benim sana duyduğum sevginin bir tarifi, anlatımı inan ki yok. Sana hiçbir zaman aşkım, sevgilim vb. kelimelerle hitap etmedim. Çünkü sen benim sadece canımdan bir parçasın, hayatımsın, kızımsın, her şeyimsin, “çiy damlam”sın ve ben senin babanım.

Dördüncü yaş günün kutlu olsun ve her yaşın daha da mutlu olarak devam etsin. Daha önce söylemiştim ama tekrar söylemek istiyorum; hayatıma ve hayatımıza girdiğin için, o kadar meşakkatli süreci en güçlü şekilde atlatıp bizim dünyamıza katılmayı kabul ettiğin için sana çok teşekkür ederim.





20 Nisan 2015 Pazartesi

Prof. Dr. Üstün Dökmen'in Kitabım İçin Yazdığı Ön Söz

Tüp Babayım "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu" isimli kitabımın ön sözünü çok sevgili Prof. Dr. Üstün Dökmen yazdı... Çok değerli katkısından dolayı kendisine bir kez daha teşekkür ederim...


Sanırım Dünya’da bir ilk olan bu kitapta, Sayın Tuğkan Tepiltepe, tüp bebek babası olma sürecini, büyük bir sevgiyle ve heyecanla anlatıyor.

Bir toplumun gelişmişlik düzeyini belirleyen temel ölçütlerden ikisi, o toplumun pozitif bilime olan yatkınlığı ve kadını erkek karşısında nerede konumlandırdığıdır. Dünyadaki bazı ülkeler, bir ileriye bir geriye çalkantılı bir değişim süreci geçirirken, kanımca bu ölçütlere yeni ölçütler eklenmektedir. Bence, bazı erkeklerin yaz aylarında sokak köpeklerine su vermeleri, kışın kuşlara yem, dört mevsim sokak hayvanlarına yiyecek vermeleri, toplumsal duyarlılık ve insani gelişme konusundaki dikkat çekici örneklerdir. Toplumumuz bir yandan geriye bakarken, bir yandan da bu tür davranışları sergileyen erkeklerin adımlarıyla ileriye yürümektedir.

“Tüp Babayım” adlı kitapta Tuğkan Tepiltepe, ileriye yönelmiş bu adımlara, yepyeni bir adım ekliyor. Bu kitapta bir baba Dünya’da ilk defa nasıl tüp bebek babası olduğunu, samimi bir üslupla ayrıntılı olarak anlatıyor. Kitap her şeyden önce tüp bebeği denemek isteyenlere, birinci ağızdan bilgi verir, rehberlik yapar niteliktedir. Tepiltepe’nin bu uzun soluklu gözleminin psikolojinin çeşitli alanlarında, örneğin iletişim psikolojisinde araştırmacılara kaynak da olabileceği görüşündeyim.

Tepiltepe’yi kutluyor, bebek sahibi olmak isteyen herkesin bu isteğine ulaşmasını diliyorum.


Prof. Dr. Üstün DÖKMEN  

17 Nisan 2015 Cuma

Tüp Babayım "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu" Radikal Kitap Eki'nde

Tüp Babayım "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu" 
bugün Radikal Kitap Eki'nde...

Bu kitapta bir baba Dünya’da ilk defa nasıl tüp bebek babası olduğunu, samimi bir üslupla ayrıntılı olarak anlatıyor. Kitap her şeyden önce tüp bebeği denemek isteyenlere, birinci ağızdan bilgi verir, rehberlik yapar niteliktedir. Tepiltepe’nin bu uzun soluklu gözleminin psikolojinin çeşitli alanlarında, örneğin iletişim psikolojisinde araştırmacılara kaynak da olabileceği görüşündeyim.
Prof.Dr. Üstün Dökmen




16 Mart 2015 Pazartesi

bebekveben.com Röportajım

Sevgili arkadaşım Tanla'nın sahibi olduğu bebekveben.com sitesinde yayımlanan röportajımı sizlerle paylaşmak istedim... Çok keyifli ve güzel oldu.. Çok teşekkür ederim Tanla :)


Tüp Babanın Hikayesi Kitap Oluyor

“Aşkım kiminle konuşuyorsun? Ne konuşuyorsun? Cevap versene! Ne oldu?” diyerek kapıyı yumruklamaya başladım. Çatlayacaktım artık heyecandan. O birkaç saniye geçmek bilmedi. Birden kapıyı açıp dışarı çıktı.
Başında ışıktan bir taç vardı sanki. Sanki boyu uzamıştı, ululaşmıştı karım. Çok güzel gülümsüyordu. Bana baktı, baktı, baktı ve neredeyse fısıldayan bir sesle “Anne oluyorum!” dedi!
Ben o anda ne olduğumu ne yaptığımı hatırlamıyorum. Ne zaman sonra Nursen’e sımsıkı sarıldım ve “Seni çok seviyorum aşkım!” diyerek öpmeye başladım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ama yine de birkaç damla akmasına engel olamadım. Tarifi imkânsız bir mutluluktu benim için. Nursen için de öyle tabi ki. Annem, teyzem hep beraber birbirimize sarıldık. Ben havalarda uçuyordum. Baba oluyorum yahu, baba! Şahane bir duygu bu!
Tüp Babayım “Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu”
Tuğkan blogum vasıtasıyla tanıştığım arkadaşlarımdan biri. Aile blogları dünyasında blogger babalara fazla rastlamadığımız için kısa sürede kalabalığın içinden sıyrıldı. Eşinin hamileliği ve kızı Lâl’ın tüp bebek yöntemiyle dünyaya gelişini kaleme aldığı blogunda samimi ve esprili anlatımıyla dikkatleri çekti. Şimdi bu maceralarını kitaba dönüştürüyor. 9 Şubat 2015’de piyasaya çıkacak kitabı Tüp Babayım “Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu”nun öncesinde Tuğkan ile sıcak bir röportaj gerçekleştirdim.
Kendinden biraz bahseder misin? Tuğkan Tepiltepe kimdir?
25 Şubat 1972 Ankara doğumluyum. Tüm eğitim hayatımı Ankara’da tamamladım. Aslen iktisat bölümü mezunu olmama rağmen çalışma hayatım hep “bilgisayar” üzerine oldu. Son 15 senedir bir üniversitede akademik uzman olarak çalışıyorum. 38 yaşıma kadar hayatımı bekâr devam ettirdim, hatta 35 yaşımdan itibaren müzmin bekârlığa terfi ettim. Artık ben ve ailem evlenmemden umudu kesmişken birden herşey değişti. Nursen ile tanıştım ve 8 ay içinde evlendim. Çok mutlu, sevgi ve aşk dolu bir evliliğimiz oldu ve hâlâ öyle sürüyor. 2011 yılının Ekim ayında ise kızımız Lâl dünyaya geldi. Lâl tüp bebek yöntemi ile dünyaya geldi ve hikâyem de işte bu süreci anlatıyor.
tugkan
Tüp bebek tedavisini, eşinin hamilelik sürecini ve sonrasında kızınız Lâl ile maceralarınızı anlattığın bir blogun var. Blog yazma fikri nereden doğdu?
Kızım Lâl tüp bebek yöntemi ile dünyaya geldi. Tedavinin başından itibaren çok zorlu ve enteresan günler yaşadık. Eğlenceli anlar, sıkıntılar ve bu sıkıntıları aşmak için kendimizce geliştirdiğimiz çözümler gibi… Lâl doğduktan sonra geçirdiğimiz günleri hep konuşuyorduk ve gülüyorduk. Derken eşim Nursen ve çok yakın arkadaşı bana bunları yazmam için fikir verdi. Benimde kafama yattı ve bilgisayarımda bir sayfa açıp tedavinin en başından hatta Nursen’le tanışmamızdan itibaren, yani ilk kıvılcımdan itibaren, yazmaya başladım. Baktım gayet güzel yazmaya devam ediyorum ve bana bile ilgi çekici geliyor hikâyem. O zaman bunu bir blog açıp orada yayınlayayım diye düşündüm. Şu anda yayında olan Baba olacağım, oluyorum, oldum isminde blogumu açtım. Her gün 2-3 paragraflık bir yazı yayınlamaya başladım. Blogum kısa sürede büyük bir ilgi çekmeye başladı. Amacım kendi yaşanmışlarımı anlatarak insanlara naçizane fikir verebilmek ve yardımcı olabilmekti. Bloguma telefonum ve e-posta adresimi de yazdım ki okuyanlar bana direkt ulaşabilsinler. Gerçekten birçok kişi gerek telefonla arayarak, gerekse e-posta yoluyla benimle konuştu ve bende elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Blog yazmak beni gerçekten çok mutlu ediyor.
Aile konularında blog yazan baba sayısı fazla değil. Bir başka deyişle aile blogları çoğunlukla kadınların hakimiyetinde. Böyle bir ortamda blog tutan babaları görmek çok hoşumuza gidiyor. Sence babaların bloglamaya az ilgi göstermesinin sebebi ne? Babalara blog tutmayı tavsiye ediyor musun?
Evet, aile ve çocukları üzerine blog yazan fazla erkek yok. Çünkü bir çok erkek böyle konuları açığa vurmak, özelini paylaşmak istemez. Türk erkeği tabii o yüzden :) Hele ki tüp bebek süreci, hamilelik dönemi erkekler için gerçekten çok özel bir dönem. Fakat artık bunları aşmak lazım bence. Yaşanmışlıkları paylaşmak, anıları anlatmak hem aile için hem de okuyucular için çok yardım edici ve faydalı kaynaklar olabiliyor. Her babaya anılarını, yaşadıklarını yazmayı ve özellikle bir blog açarak yazmalarını tavisye ediyorum. En güzeli ileride çocuklarına bir hatıra bırakmış olacaklar.
Lâl’ın tüp bebek olarak dünyaya gelme hikâyesini okudum. Belki şimdi yönelteceğim soru size daha önce pek çok kez soruldu. Ancak yanıtın önemli ve yol gösterici olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir sağlık mecburiyeti olmadığı halde neden tüp bebek yapmaya karar verdiniz? Sonuçta belli bir bütçe ayırılması gereken ve pek çok aşamaları olan bir uygulama…
Önce her çift gibi doğal yollardan denedik tabii. Ama bir süre sonunda olmadığını görünce bu yola başvurduk. Sağlık problemi yoktu ama yapılan testlerde artık hem eşimin hem benim yaşlarımız 38 olduğundan, ne zaman hamilelik olacağının belli olmadığını söyledi doktorlar. Hani kahve falı gibi, 3 gün de olur, 3 ay da olur dediler. Bir tabii o yaştan sonra kadın için artık ne zaman ne olacağı belli olmaz. Doktorumuz “Madem bir bebek istiyorsunuz hiç riske atmayın. Hadi gelin tüp bebek yapalım size…” dediler. Biz de kısa bir düşünme evresinden sonra “E hadi bakalım, olur.” dedik. Maddi olarak tabii ki külfetli. Hele ki devlet memuruysan. Ama böyle bir durumda gözün o kısmını görmüyor. Hangi aşamalardan geçeceğimzi de detaylı olarak anlatıldı. Fakat o anlatılanları pek de önemseyerek dinlemedik. Çünkü karar verdik, bu tedaviye ve yaptıracaktık. Ne olursa olsun…
Tuğkan Tepiltepe
Tüp bebek sürecine başlamadan önce aklınıza takılan en büyük soru neydi? Bu soruyu zaman içinde nasıl yanıtladınız?
Açıkcası kafımıza takılan bir konu yoktu. Sadece bir kere deneyelim oldu oldu, olmadı hayatımız böyle devam eder diye düşünüyorduk. Zaman içinde gördük ki tedavi ikimizi de zorluyor. Özellikle kadın açısından daha zor. Ama hep kararlı ve olumlu yönden baktık ve bu zorlukları biraz da eğlenceli hâle getirerek atlattık.
Tüp bebek sürecinin sizin için en güzel ve en zorlu yönleri neydi?
En güzel yanı doktorumuz ve ekibinin bize olan desteği ve olumlu, sıcak yaklaşımıydı. Bizi çok güzel yönlendirdiler ve moral verdiler. Tüm sürecin yolunda olumlu şekilde devam etmesi ise ayrı bir güzellikti.
Ancak zor yanları ise Nursen’in aldığı ilaçlar, iğneler yüzünden doğal olarak yaşadığı depresyonlar, hormonal değişikler sonucu ortaya çıkan sıkıntılardı. Benim içinse uyguladığım perhizler, sperm kalitesini yükseltmek için uyguladığım çalışmalardı. Ama dediğim gibi esas ve en zor kısmını Nursen yaşadı. Bunun yanı sıra benim için büyük zorluk ise Nursen’in yaşadıkları karşısında zorlanmam, onun moralini yüksek tutmaya çalışmam, o doğal değişikliklerini ve ataklarını alttan alarak, anlayış göstererek göğüslemem oldu. Ama ne olursa olsun her anı keyifli ve güzel geçti.
Tüp bebek düşünen ailelere vereceğin 3 önemli tavsiye ne olur?
Öncelikle karar vermeden önce çok iyi düşünmeleri ve kendilerini hazır hissetmeleri çok önemli.
Karar verdikten sonra ise çok iyi bir tüp bebek merkezi ve doktorla bu işe girmeleri. Gerçekten konusunda uzman olmayan ve sadece maddi çıkarlar için, hastayı sadece bir müşteri olarak gören çok tüp bebek merkezi ve doktor olduğunu sıklıkla duydum.
En önemlisi ise bu işe başlanmasıyla birlikte psikolojilerinin çok iyi olması, morallerini hep yüksek tutmaları gerekiyor. Her aşamasına olumlu bakmak, moralli olmak, kendilerini sıkmamaları çok ama çok önemli.
TÜP BABAYIM “Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu…” isimli kitabın çok yakında okurlarla buluşacak. Bu kitabı yazmak nereden aklına geldi?
Aslında kitap yazmak gibi bir düşüncem yoktu. Zaman geçtikçe blogumda yazdığım tüp bebek tedavisinin hikâyesi bitti. Hazır her şey böyle güzel gidiyorken hamilelik sürecini de yazmaya karar verdim ve devam ettim. Çünkü hamilelik sürecinde de eşimle birlikte çok güzel, değişik ve eğlenceli tabii ki aynı zamanda doğal olarak sıkıntılı günler yaşamıştık. Tüm süreci bir baba ve erkek gözünden bakarak yazıyordum. Bloguma yazmaya devam ederken okuyan yakınlarımdan ve okuyuculardan bu hikâyenin kitap olması lazım diye teşvikler geliyordu. Önceleri kitabın bana çok olduğunu düşündüm ancak zaman geçtikçe de mantıklı gelmeye başladı ve kitap üzerine yoğunlaşmaya başladım. Tam bu sıralarda liseden bir sınıf arkadaşım aradı ve “Senin blogunu kitap yapmak istiyorum. Ne dersin?” dedi. Bende ne diyeceğim? Tabii ki olur dedim ve çalışmalara başladık. Uzun ve özenli çalışmalar sonucunda hikâyem kitap oldu.
Ama yazmamdaki en önemli amacım ileride kızıma bir hatıra bırakmak. Büyüdüğünde okuyunca ne hissedecek çok merak ediyorum.
Tuğkan Tepiltepe
Blog dünyasında yazılarını bir kitaba çevirmeyi hayal eden pek çok arkadaşım var. Onlara yol göstermek amacıyla kitap yazma sürecinden biraz bahseder misin? Bu işe ne kadar süre ayırdın? Yazarken nelere dikkat ettin?
Aslında bloğumun kitaba dönüşmesi çevremin verdiği fikir ve destekle oldu. Gerek okuyucularım gerekse çevremdeki diğer insanlar bu hikâyenin kitap olması gerektiğini söylüyorlardu. Blogda zaten yazılarım devam ediyordu. Bir anda kitap yapmaya karar verdim ve hikâyemi blogda keserek kitaba yönelik yazmaya başladım. Blogda artık sadece makalelerimi yayınlıyordum ki hâlâ da öyle. Hikaye bittikten sonra 4 kez baştan ele alıp kitap için kendimce hazır hâle getirdim. Daha sonra ise editörüm tekrar elden geçirdi kitap oluştu. Blogu yazmaya başladığım tarihten itibaren ele alırsak 3,5 sene sürdü. Ama kitap aşamasına karar verdikten sonra yaklaşık 2 seneyi buldu son haline gelmesi. Yavaş yavaş ama çok ince eleyip, sık dokunarak oluştu kitabım. Özellikle kitabıma çok sevdiğim ve saydığım Prof. Dr. Üstün Dökmen’in beni kırmayarak önsöz yazması ayrı bir moral oldu benim için. Hele ki “Dünya’da bir ilk” tespiti çok önemli. Ben bu kitabın Türkiye’de bir olduğunu biliyordum ancak Üstün hocamın bu tespiti çok daha önemli bir açı kazandırdı kitabıma.
Hikayenizi okuyanlar size nasıl tepkiler veriyor?
Çok güzel tepkiler aldım. Okuyanlar tüp bebek konusunda kendilerine cesaret geldiğini, daha rahat olduklarını söylediler. Anne adayları özellikle eşlerini okuttuklarını söylediler. Daha çok erkeklere yönelik yazdığım için erkeklerden de çok güzel tepkiler geldi. Bir iki erkek okuyucum eşlerinden “Bak ne kocalar var. Sen niye böyle değilsin? Niye bunları yapmadın?” diye fırça bile yemişler. Ama sanırım bir çok kişiye naçizane faydam oldu.
Yazılarında en çok etkili olan konu ne oldu?
Bildiğiniz gibi özellikle ülkemizde tüp bebek konusu bir tabu halinde. Hem erkek hem kadın açısından saklanması gereken, utanılacak bir konu gibi görülüyor. Ben bunun böyle olmadığını özellikle belirtmeye çalıştım. Özellikle erkek açısından çok daha fazla gizleniyor ve utanılıyor tüp bebek tedavisi. Aslında gayet doğal bir durum. Sonuçta tıbbi bir olay ve her insanın yaşayabileceği bir süreç. İşte tüm bunları açıklığa kavuşturarak bu tabuyu yıkmaya çalıştım ve sanırım başarılı da oldum.
Tuğkan Tepiltepe
Yazılarını okuduğumda tespit ettiğim bir durum, klasik Türk erkeğinden farklı olarak tüp bebek yapma ve eşinin hamileliği süresince son derece ilgili ve tüm sürece katılımcı bir yaklaşımın var. Böyle katılımcı olmayı nasıl başardın?
Sonuçta bir bebek sahibi olmak kadın veya erkeğin tek başına karar verdiği bir olay değil. Tabii ki tek başına değişik yöntemlerle çocuk sahibi olan kadınlar var ama özellikle evli çiftlerde ortak karar veriliyor ve bu sürece giriliyor. Ben de kendimi eşimden ayırmayarak aynı heyecanla yaşadım tüm süreci. Amerikalıların bir lafı vardır; “Biz hamileyiz” derler. Çok doğru bir tespit. Eğer eşimle birlikteliğimizin bir meyvesi olacaksa ben de bunu en az eşim kadar yaşamalıyım ve her anında, her noktasında yanında olmalıyım. Bir erkeğin yapabileceği ne varsa elimden geldiğince yapmaya çalıştım.
Bu kitap okuyucularına ne kazandıracak?
Özellikle Türk insanı bilimsel gerçeklerin yanı sıra yaşanmışlıklardan kendine pay çıkartır ve destek alır. Ben kitabımda tamamen kendi yaşadıklarımı anlattığım için tüp bebek tedavisi düşünen veya tedavi sürecinde olan kişiler hatta normal yollardan hamilelik yaşayan çiftler bile okuduklarında kendilerini görecek ve kendilerine belki bir çıkış yolu, çözüm önerisi bulabilecekler. Aslında bu kitapta kendimin ve eşimin hikâyesinin yanı sıra insanlarımızın da yaşadıkları veya yaşaması gerekenleri sunmaya çalıştım.
Son olarak söylemek istediğin birşey var mı?
Daha blog halindeyken hikâyem bir çok insana moral verdi, fikir verdi, destek oldu, tüp bebek konusunda cesaretlendirdi. Kitabım ile daha çok kişiye ulaşabileceğim ve naçizane daha çok kişiye faydam olabilecek. Bu da beni çok mutlu ediyor.
Ve bu kitabı yazmaya beni teşvik eden başta karım Nursen’e ve çevremdeki herkese çok teşekkür ederim. Ama özellikle katabımı yazmaya sebep olan çiy damlam Lâl’e çok teşekkür ederim…
Tuğkan Tepiltepe’nin kitabı TÜP BABAYIM “Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu…” 9 Şubat 2015’de Magistra yayınevinden çıkacak. Tüp bebek konusuna ilgi duyan ve hatta bebek yapmayı düşünen tüm çiftler için çok güzel bir kaynak olacağına inanıyorum. Kitapevlerinizden ısrarla isteyin…

21 Şubat 2014 Cuma

KIZIMA 1. YAŞ GÜNÜ MEKTUBUM - "ÇİY DAMLAM'A"

Lâl'in 1. yaş günü için ona yazdığım bir mektup... Uzun bir zaman sonra blogumda yayınlamak istedim..

ÇİY DAMLAM'A

İlk doğum gününe 12 gün kala sana bu mektubu yazıyorum. Acaba okuduğunda kaçıncı doğum gününü kutlamış olacağız? Gerçi bu sana ve senin için yazdığım ilk mektup veya yazı değil. Senin nasıl dünyaya geldiğini anlatan uzun bir yazıyı zaten halen yazıyorum. Sen bu mektubu okuduğunda o yazı da sana, seni anlatan bir hikâye olarak hatta belki kitap olarak odanın bir köşesinde olacak. Bir de bana yaşattığın ilk “Babalar günüm” de sana bir mektup yazmıştım.


Ben ve annen için geç sayılabilecek yaşlarımızda dünyaya geldin. Çünkü annenle birbirimizi ancak 38 yaşımızda bulup evlendik. Bu konuda ikimizde biraz tembellik yapmışız sanırım. Evlendikten hemen sonra olmasa bile 10 ay geçtikten sonra bir bebeğimiz olsun diye karar verdik. Riske atmamak ve daha fazla zaman kaybetmemek için, senin olman için tüp bebek yöntemini uygulamaya karar verdik. Yani sen benden duymuş olma ama “tüp bebek” sin. 

Dünyaya gelme sürecin annen ve benim için gerçekten çok keyifli oldu. Tabii ki arada bazı sıkıntılar yaşadık ama genelde keyifli bir süreç geçirdik. Ama daha en başından senin dünyaya geleceğine çok ama çok inanmıştık. Tüp bebek olduğun için her şey plânlı ve programlı ilerliyordu ve senin için elimizden gelenin fazlasını yapmaya çalıştık. Sonuçta sen dünyaya geldin ya hiçbir şey önemli değil.

Daha annenin hamileliğinin ilk günlerinden itibaren sana bir kişilik vermiştik. O kadar emindik ki dünyaya geleceğinden sen doğana kadar hep bu şekilde davrandık. Annenin sana hamile olduğunu öğrendiğimiz gün adın bile hazırdı. Tabii ki daha cinsiyetin belli olmadığından hem kız hem erkek ismine karar vermiştik senin için. Kız olursan adın Lâl erkek olursan Tan olacaktı. Ama cinsiyetin belli olana kadar annen ve benim şakacı tarafımızdan kaynaklanan bir fikirle sana Şadan demeye başladık. Senin zamanında belki bu isim bilinmeyecek bile hatta bizim zamanımızda bile pek bilinmiyor ama aklımıza birden geliverdi işte.  Hem kız hem erkek ismi olabildiği için sana Lâl veya Tan diyene kadar Şadan dedik hep. Yani sen bizim için ilk cenin halinden itibaren bir bireydin artık. Ve sonradan zamanı geldiğinde öğrendik ki ismin Lâl olarak dünyaya gelecekmişsin.

Annenin tüm hamilelik dönemi boyunca seni çok büyük bir heyecanla ve hevesle bekledik. Daha ilk ayından başlayarak doğduğun günden itibaren senin için yapacaklarımızı plânlamaya başladık. Bu ilk doğum gününe kadar plânlarımızın neredeyse hepsini gerçekleştirdik ve sen bu mektubu okuduğunda da umarım tamamını gerçekleştirmiş, hatta belki de daha iyisini yapmış oluruz.

Lâl’im, senin dünyaya gelmen bizim için dünyanın en büyük mutluluğu oldu. Hayatımızın en güzel ve en iyi olayı sen oldun. Daha doğrusu artık sen bizim hayatımız oldun. Sen bizim geleceğimiz oldun. Bir tanecik kızımız oldun.

Doğduğun günün ertesi günü seni evimize getirdik. Annenin karnında yaşadığın evimizde artık dünyaya gelmiş bir bebek olarak yaşamaya başladın. İkinci gününde seni yatağından alıp annenin kucağına meme emmek için kucağıma aldım ve senin o ufacık, masum, tertemiz yüzüne bakarken ağlamaya başladım. Senin için ilk ağlamam oldu bu. Hani belki duymuşsundur “erkekler ağlamaz” derler ama yok öyle bir şey. Ağlamayan erkek hele ki bir baba yoktur. Ağlama sebebim sadece sen ve senin sayende yaşadığım inanılmaz mutluluktu. Beni gören annen de dayanamadı ve ikimiz birden seni kucağımıza alıp hiçbir şey düşünmeden mutluluğumuzu ağlayarak dışa vurduk.

Büyümenin her gününü heyecanla yaşadık ve hâlâ yaşıyoruz. Yaptığın her yeni hareket, mimik, tepki, davranış bize ayrı bir mutluluk verdi. Seninle sevindik seninle üzüldük. Tamam,  bazen tahammülümüzün azaldığı zamanlar oluyor ama o kadar da olsun artık.

‘Çiy Damlam’ sen gerçekten hayatımıza bir çiy damlası gibi düşüverdin. Senin o ufacık pırıltın, canlılığın, daha annenin rahminde başlayan hayata tutunma azmin hiç azalmasın. Seninle başlayan yaşamımız sensiz geçen zamanı unutturdu ve sen bizim her şeyimiz oldun.

Bize bu duyguları yaşattığın için, bize ‘seni’ yaşattığın için, hayatımız olduğun için, canımızın bir parçası olduğun için, varlığınla varlığımıza anlam verdiğin için sana çok teşekkür ederiz.

Seni, senin bile tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyoruz ‘Çiy Damlam’.


18 Şubat 2014 Salı

BABA OLMAK

Bir erkek için herhalde en güzel duygudur baba olmak. Bir çok erkek kendini babalığa hazır hissetmeyebilir. Gerçekten zor olabilir baba olmak ama olduktan sonra ise hayatın en güzel duygusu olduğunu anlar erkek.

Bebek için hayatının ilk anlarında en önemli unsur, kendine en yakın hissettiği kişi annedir doğal olarak. Ama bu demek değildir ki baba hep arka plânda kalacak, etkisiz eleman gibi olacak. Aksine neredeyse anne kadar önemlidir babanın varlığı bir bebek için.

Baba, emzirmek haricinde annenin yaptığı her şeyi yapabilir bebeği için. Altını değiştirebilir, uyutabilir, oyunlar oynayabilir, banyosunu yaptırabilir, gezdirebilir. Babanın en aktif ve doğal olarak bebeğiyle ilgilenmesi baba – bebek arasında ki ilişkininde çok daha sağlam, sıcak ve yakın olmasını sağlar. Bir bebek her zaman, büyüdüğü süre boyunca babasının yakınlığına ve ilgisine ihtiyaç duyar.

Bir zamanlar Türk toplumunun özelliğinden dolayı ataerkil olan babalarda çocuklarına fazla ilgi göstermek, ona sevgisini belli etmek yanlış bir davranış olarak görülürdü. Çünkü baba böyle yaptığında çocuğun şımaracağını, otoritesinin kaybolacağını düşünürdü. Aslında ne kadar yanlış bir düşünce. Bir bebek için baba sevgisi, sıcaklığı, ilgisi çok çok önemlidir. Bebek kendini bu sayede çok daha güvende hisseder, sevgi ortamında olduğu için daha pozitif hazırlanır hayata.

Bir baba, bebeğini her zaman kucağına almalı, ona sevgisi belli etmeli hatta gerekirse defalarca, içinden ne kadar geliyorsa “seni seviyorum” demeli.

Ama babaların bir yanlış düşüncesi de “Ben çocuğumla arkadaş gibi olacağım” mantığıdır. Neden ki? Niye çocuğunla arkadaş gibi olsun bir baba? O çocuğun zaten hayatı boyunca onlarca arkadaşı olacak ama sadece bir tane babası olacak. Bir baba çocuğuyla arkadaş gibi değil baba gibi olmalı. Çocuğun hayatının her döneminde “baba”ya ihtiyacı olacak.

Baba, en başında bebeğinin altını değiştirerek, ona banyosunu yaptırarak onu hayata hazırlamaya başlar ve bu o bebeğin ömrü boyunca çeşitli şekillerde devam eder. Erkek çocuk için  baba bir rol model, kız çocukları için hayatının ilk aşık olduğu erkeği olacaktır.

Baba, çocuğunun kendisine “bağımlı” olmasını değil “bağlı” olmasını sağlamalıdır. Onun için engelleyici değil, doğruları veya yanlışları göstererek yol gösterici olmalıdır baba. Aslında gerçekten baba olmak gerçekten çok kolay değil ama tarifi imkânsız büyük bir mutluluk ve hazdır. Bu mutluluk ve hazzı her baba, bebeğine doğduğu andan itibaren hissettirmeli ve yaşatmalıdır.

Herkesin babasının mutlaka bir kez bile olsa söylediği bir laf vardır: “Sende baba olunca anlarsın”. Bunu duyan her erkek fazla umursamamış, kulağının birinden girip diğerinden çıkmıştır mutlaka ama o erkek baba olduğunda bu lafın ne kadar doğru olduğunu mutlaka anlamıştır.


29 Ocak 2014 Çarşamba

İLK BABALAR GÜNÜM

Baba olarak ilk babalar günümü yaşadığım 2012 senesinde yazdığım bir yazıydı..... 

İlk babalar günümü yaşıyorum kızım Lâl sayesinde. Babasız olarak da 10. babalar gününü yaşıyorum. Anneler günü, sevgililer günü, babalar günü falan sevmem aslında. Hep öyle dedim bugüne kadar. Tamam şimdide hiç sevmiyorum. Hele ki babasız geçen babalar günlerinden sonra… Ama ne olursa olsun sevmediğim halde ilk kez babalar günü yaşamak değişik bir duygu oldu benim için.

Tam 8 ay önce baba oldum. Hemde 39 yaşımın sonlarında yani geç sayılabilecek bir yaşta. 17 Ekim 2011 tarihinde. İlk babalar günümde yani 17 Haziran 2012 tarihinde kızımda tam 8. ayını bitiriyor. Üç gün sonrada yani 20 Haziran’da da babamı kaybedişimin 10. yılı.

Hep derdi babam. Bir çoğumuzun babası da mutlaka evlatlarına demiştir. Klişe bir laf vardır hani. Babalarımız bize söylediğinde “Amaaaan.. Hee öyle olur mutlaka” diye geçiştirdiğimiz, pek önem vermediğimiz bir laf; “Sende baba olunca anlarsın”.

Zamanında o laf kulağımızın birinden girip, hatta girmeden teğet geçip öbür kulağımıza şöyle bir dokunup giden laf meğer ne kadar doğruymuş. Gerçekten baba olunca anladım “Baba” olmanın ne olduğunu. Hatta daha kızım 5-6 haftalık cenin iken ilk kalp atışlarını duyamadığımız zaman anladım. Çok farklı bir duyguymuş babalık meğerse.

Şu sekiz ay içinde hatta üzerine dokuz aylık hamilelik sürecini de katarsak 17 ay içinde yaşadıklarım, kızımın bana yaşattırdıkları babamın zamanında benim için neler düşündüğünü, neler hissettiğini daha iyi anlamamı sağladı. Ben o zamanlar hiç öyle görmüyorum tabii ki. Meğerse ne zormuş baba olmak.

Babam benim için “Baba” idi. Konuşurduk, dertleşirdik, şakalaşırdık, tartışırdık ama hep “baba – oğul” olarak. Hiçbir zaman arkadaş gibi, arkadaş olarak değil. Bazı babalar öyle der “Ben çocuğumla arkadaş gibi olacağım”.

Niye ki? Ne gerek var? Sen babasın ve çocuğuna “baba” ol. Evladının arkadaşa ihtiyacı yok. Nasıl olsa bir çok arkadaşı olacak. Onun “baba”ya ihtiyacı var sadece bir tane babası olabilecek.

Sen çocuğunun dünyaya gelmesine sebep oldun ve bundan sonrasında da onu hayata hazırlaman lazım. Onun için bir öğretici, bir rol model olman lazım ki evladın bir gün senin ellerinin arasından çıkıp dışarıda ki hayata adım attığında güçlü olsun, dirayetli olsun, ayakta kalabilsin.

Sen ona baba değil “arkadaş” gibi davranırsan o çocuk dışarıda ki hayatta nasıl ayakta kalabilir? Baba olarak size bağımlı olmasını değil, özgür ama bağlı olmasını sağlamalısınız. Onun için engelleyici değil, doğruları veya yanlışları göstererek yol gösterici olmalısınız. Şımaracak diye sevginizi saklamaya çalışmayın. İçinizden geldiği gibi sevginizi, şefkatinizi gösterin ki o da sevgi ve şefkatin ne olduğunu öğrensin.

Sanırım baba olmak hiç kolay bir iş değilmiş. Ama çok çok güzel, tarifi imkansız, büyük bir mutlulukmuş.

Lâl, sayende ilk babalar günümü yaşıyorum. Dünyaya gelip, hayatımıza girdiğin için, annen ve bana yaşam kaynağı olduğun için, annenle aşkımızın bir meyvesi olmayı kabul ettiğin için, geleceğimiz, hayallerimiz, umudumuz olduğun için sana çok teşekkür ederiz çiy damlam benim.


10 Aralık 2012 Pazartesi

Doğmamış Bebeğe Müzik Dinletmek


Daha bebek anne karnında iken müzik dinlemesinin çok iyi olduğunu öğrendik bir yerlerden. Uygulayan bir iki arkadaşımızla da konuştuk ve gerçekten doğduktan sonra müzik dinleyen bebeğin daha sakin, uysal olduğunu söylediler. Bunu bizde uygulamaya karar verdik. Benim bir tane cd çalarım vardı. Evde bir tanede büyükçe bir kulaklık bulduk. Sonra gidip birkaç tane bebekler için hazırlanmış olan klasik müzik cd’leri aldık. Bebekler için olmasının özelliği çok bas ve yüksek tonların müziğe verilmeden daha yumuşak şekilde çalınmış olmasıydı.

Evde televizyon karşısında falan otururken Nursen kulaklığı göbeğine takıyordu ve Lâl’e müzik dinletiyordu. Gerçi komik bir görüntü oluyordu Nursen’in karnında kocaman bir kulaklık takılı olması. Ama Lâl hayatından memnun görünüyordu.  Bazen müzik ile hareketleniyor bazen de sakin sakin duruyordu, belki de uyuyordu. Ama müzik dinlemenin iyi geldiği kesindi. Müziğin etkisinin ne kadar iyi olduğunu Lâl doğduktan sonra gerçekten gördük.

Ama Lâl’in tarzı sadece klasik müzik değilmiş meğerse. Bir gün efsane rock grubu Rolling Stones ile ilgili belgesel film seyrederken konser görüntüleri çıkıp müzikler başladığında Lâl’de müthiş bir hareketlilik oldu. Demek ki rock müzik de sevecekti. Buna bir rock sever olarak ben çok sevindim. İleride cd arşivim Lâl için büyük bir müzik kaynağı olacak sanırım.

Lâl iyice hareketlenmişti ve dışarıdaki olaylara ve müziklere de tepkiler vermeye başlamıştı aynı Rolling Stones’un şarkılarını duyunca hareketlenmesi gibi. Arkadaşlarımızla birlikteyken sohbet ortamlarında konuşmaları, gülmeleri duyunca o da hareketleniyor, sanki bizimle aynı ortamı yaşıyordu. Sosyal bir çocuk olacak diye düşünmeye başladık. Hatta Nursen ile ben sohbet ederken de tepkiler veriyordu.

Nursen zaten devamlı Lâl ile konuşuyordu ama bende sık sık Nursen’in göbeğine doğru yaklaşıp Lâl’e daha yakın olarak konuşuyordum. Benim konuşmalarıma da tepkiler vermeye başlamıştı artık. Bir seferinde Lâl öpmek amacı ile Nursen’in karnını öperken ya eli ya da ayağı ile öyle bir hareket yaptı ki suratımın ortasından bir şey bastırarak geçti. Hani şu masaj koltuklarında olduğu gibi. Bu çok hoşuma gitti. Bu tip tepkiler almak gerçekten çok güzel ve tarifi imkânsız bir mutluluktu. Hem benim için hem de Nursen için.

6 Kasım 2012 Salı

Hamile Bir Kadına Gösterilen Duyarsızlık


Gündüz ben işe gidiyordum. Nursen evde dinleniyordu veya ara sıra dışarı çıkıp işlerini hallediyordu veya arkadaşlarıyla buluşuyordu. Hamile haliyle, karnı burnunda yapması gereken işlerinin peşinde koşturuyordu ama bu durumuna rağmen zorluklar da yaşıyordu. Gerçi Nursen için iyi oluyor denilebilir dışarıda bir şeylerle uğraşması. Devamlı evde oturmaktan sıkılıyor doğal olarak. Dışarı çıkmak, hareket etmek iyi geliyordu.

Hani daha önce anlatmıştım Güzelçamlı’da yaşadıklarımızı. Nursen’e hamile olduğu için nasıl güzel ilgi gösteriyorlardı, yardım ediyorlardı. Ankara’da bunların neredeyse hiç birini göremedik. Tabii ki ara sıra gene insanlarımız duyarlı davranıyordu ama geneli duyarsız ve umursamaz oluyordu.

Nursen, tapu dairesine bir iş halletmek için gittiğinde uzun bir sıra olduğunu görmüş ve sıradakilerden görevli bayana yaptıracağı iş ile ilgili bir şey sormak için izin isteyip geçmiş. Yaptıracağı işlemin nereden ve nasıl olduğunu öğrenmiş. Görevli olan bayan ise Nursen’in hamile olduğunu görünce bu halde sıra beklemesine gerek olmadığını söyleyerek işini hemen halletmek istemiş. Türk insanının doğasından kaynaklanan, normal olarak gösterdiği bir duyarlılık aslında bu. Ama sıradaki diğer kişiler bu duruma isyan ederek bağırıp çağırmaya başlamışlar. Resmen Nursen’in üzerine yürümeye başlamışlar ve güvenlik görevlisi önlemiş bu insanları. İşin garip tarafı bu duruma en çok isyan edenler ise orta yaş üstü iki kadın. Hadi erkekler toplumumuzda biraz daha duyarsız olabiliyor. Genellemek istemiyorum ama Türk erkekleri gerçekten böyle. Ama kadınlar nasıl bu kadar duyarsız olabiliyor? Muhtemelen o iki kadın da annedir. Hamileliğin ne olduğunu, nasıl olduğunu, böyle durumlarda durumun ne kadar zor olduğunu biliyor olmalılar. Anne olmasalar bile kadın iç güdüleri ile bilmeleri lazım sanırım. Ama onlar bu duyarlılığı göstermemişler.

Her şeye rağmen görevli bayan Nursen’in işini halletmiş ve bir an önce oradan çıkmasını sağlamış.

Bir örnek daha vereceğim. Gene Nursen kendisinin halletmesi gereken bir iş için postaneye gitmiş. Doğal olarak orada da kalabalık bir sıra var. Nursen’de sıraya geçmiş ve beklemeye başlamış. Hiç kimse “Sen hamilesin. Bekleme buralarda. Geç işini hallet” dememiş. Hatta oturarak bekleyenler bile kalkıp yer vermemiş.

İşte büyük şehirde insanlarımızın duyarlılığı bu kadar. Küçük yerleşim yerlerindeki insanlar kesinlikle daha duyarlı ve yardımsever.

Bir arkadaşımın eşinden de bir örnek vermek istiyorum bu duyarsızlıklara. Çok sevdiğim bir arkadaşımın eşi 8 aylık hamile haliyle arkadaşımın iş yerine gelmek üzere otobüse biniyor. Otobüste bayağı dolu, herkes ayakta ve sıkış sıkış. Hemen hepsi de öğrenci. Yani gencecik insanlar. O kadıncağız hamile hali ile yarım saatlik yolu ayakta gelmiş. O genç insanlardan hiç biri kalkıp yer vermemiş. Özellikle genç insanlarımız nasıl bu kadar vurdum duymaz, umursamaz, duyarsız olabiliyor?

Tabii ki kimse yardımcı olmak zorunda değil. Böyle bir kural yok. Ama burada vurgulamak istediğim biraz duyarlılık göstermek. Hepimizin eşi hamile olmuştur veya olabilir, bir çok kadın hamileliği yaşamıştır ve neyin nasıl olduğunu, zorluklarını çok iyi biliyordur. Bunu bile bile başka bir hamile kadınında bu zorlukları yaşayacağını düşünerek, onunla empati kurarak biraz duyarlılık göstermesi gerekir diye düşünüyorum.