Öne Çıkan Yayın

Tüp Babayım "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu"

Tüp Babayım  "Bir babanın gözünden tüp bebek yolculuğu" 9 Şubat'ta çıkıyor

Lilypie - Personal pictureLilypie Angel and Memorial tickers
babalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
babalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Haziran 2014 Çarşamba

BABA OLUNCA ANLADIM!!..

-        -  Tamam babacığım iyiyim ben. Bir şey olmadı ki. Alt tarafı düştüm. Niye panik yapıyorsun?
-        -  Baba olunca anlarsın!

-         -  Babacığım gece saat 3’de eve geldim. Sen hâlâ uyumamışsın. Ne gerek var? Niye bekledin ki bu kadar?
-         -  Baba olunca anlarsın!

-         -  Babacığım tamam ben iyiyim buralarda. Merak etmene gerek yok. Okul da iyi gidiyor. Her gün merak edip   aramana gerek yok ki!
-         -  Ben arayıp sesini duyayım yeter. Baba olunca anlarsın!

Bir çoğumuzun hayatında babalarımızla aramızda geçen bunlara benzer bir çok diyalog yaşanmıştır. 

Zamanında gerçekten çok anlamsız belki de boş gelir babalarımızdan duyduğumuz “Baba olunca anlarsın!” cevabı.

Aman neyi anlayacağım?” diye düşünürüz. “Bu benim hayatım. Tamam o benim ‘babam’ ama bir yere kadar” diye düşünürüz. Hele ki ergenlik zamanımızda bu düşünce artmaya başlar, yirmili yaşların ortalarına kadar en üst seviyeye ulaşır ve babalarımızın söyledikleri, anlattığı bir çok şey, bize nasihatleri çok anlamsız gelir.

Ne gerek var ki babalarımızın bunları söylemesine? Aramızda kuşak farkı var bir kere.. Ben zaten her şeyi gayet iyi biliyorum, babam ne biliyor ki?” diye düşünürüz o zamanlarda.

Otuzlu yaşlara yaklaşıldığında ve o yaşlar yaşanmaya başlandığında ‘Baba’nın değeri anlaşılmaya başlanır, sözlerine daha fazla değer verilir ve bir çok durumda ‘baba’nın fikirlerine ihtiyaç duyulur.

Gün gelip de ‘baba’ olunduğunda ise işte o ömrümüz boyunca duyduğumuz “Baba olunca anlarsın!” cümlesi hayatımıza yerleşmeye başlar. Artık ‘baba’sın ve bir evladın var. ‘Baba’ olarak evladına karşı büyük bir sorumluluk altına girmişsindir. Evladını en güzel şekilde yetiştirmeye çalışırken onu düşünmeden bir an bile geçiremezsin. Bir çok durumda kendini frenlemeye çalışırsın. Çok fazla müdahaleci olmamaya çalışırsın. Evladın doğduğu günden itibaren işte bu ‘babalık’ duygusu başlıyor.

Dünyaya gelmesi, ufak tepkiler vermesi, gülmesi, emeklemesi, yürümesi, konuşması, ufacık bir resim yapması, bir takım beceriler kazanıp bunları göstermesi, okuması ve evladında gördüğün daha bir çok yeni gelişim ufacık bile olsa ‘baba’yı inanılmaz mutlu eder.

Başkası için hatta kendin için bile üşeneceğin, yapmak istemeyip erteleyeceğin, kendini zora sokmayacağın şeyleri evladın için hiç gocunmadan, üşenmeden, yorulmadan yapmaya başlarsın. Sütü bittiyse yağmur, kar dinlemeden, saate bakmadan çıkıp süt ararsın.  Evladını bir yere götürmek gerekiyorsa bütün işlerini ona göre ayarlar götürürsün. Bütün hayatın, yaşamın, olanakların, üzüntün, sevincin sadece evladının olur.

Yeri gelir evladına sessizce bakarken hayâllere dalarsın, geleceğini düşünürsün, onun için daha ne yapabileceğini düşünürsün. Yeri gelir o uyurken saçını okşayarak duygulanır birkaç damla göz yaşı dökersin evladın için. O senin bir parçandır.

Hayatında en çok endişelendiğin, düşündüğün, değer verdiğin kişi evladın olur. İşte bunlar ancak ‘baba olunca’ anlaşılıyor.

Babam ne kadar haklıymış meğerse. “Baba olunca anladım!”

18 Şubat 2014 Salı

BABA OLMAK

Bir erkek için herhalde en güzel duygudur baba olmak. Bir çok erkek kendini babalığa hazır hissetmeyebilir. Gerçekten zor olabilir baba olmak ama olduktan sonra ise hayatın en güzel duygusu olduğunu anlar erkek.

Bebek için hayatının ilk anlarında en önemli unsur, kendine en yakın hissettiği kişi annedir doğal olarak. Ama bu demek değildir ki baba hep arka plânda kalacak, etkisiz eleman gibi olacak. Aksine neredeyse anne kadar önemlidir babanın varlığı bir bebek için.

Baba, emzirmek haricinde annenin yaptığı her şeyi yapabilir bebeği için. Altını değiştirebilir, uyutabilir, oyunlar oynayabilir, banyosunu yaptırabilir, gezdirebilir. Babanın en aktif ve doğal olarak bebeğiyle ilgilenmesi baba – bebek arasında ki ilişkininde çok daha sağlam, sıcak ve yakın olmasını sağlar. Bir bebek her zaman, büyüdüğü süre boyunca babasının yakınlığına ve ilgisine ihtiyaç duyar.

Bir zamanlar Türk toplumunun özelliğinden dolayı ataerkil olan babalarda çocuklarına fazla ilgi göstermek, ona sevgisini belli etmek yanlış bir davranış olarak görülürdü. Çünkü baba böyle yaptığında çocuğun şımaracağını, otoritesinin kaybolacağını düşünürdü. Aslında ne kadar yanlış bir düşünce. Bir bebek için baba sevgisi, sıcaklığı, ilgisi çok çok önemlidir. Bebek kendini bu sayede çok daha güvende hisseder, sevgi ortamında olduğu için daha pozitif hazırlanır hayata.

Bir baba, bebeğini her zaman kucağına almalı, ona sevgisi belli etmeli hatta gerekirse defalarca, içinden ne kadar geliyorsa “seni seviyorum” demeli.

Ama babaların bir yanlış düşüncesi de “Ben çocuğumla arkadaş gibi olacağım” mantığıdır. Neden ki? Niye çocuğunla arkadaş gibi olsun bir baba? O çocuğun zaten hayatı boyunca onlarca arkadaşı olacak ama sadece bir tane babası olacak. Bir baba çocuğuyla arkadaş gibi değil baba gibi olmalı. Çocuğun hayatının her döneminde “baba”ya ihtiyacı olacak.

Baba, en başında bebeğinin altını değiştirerek, ona banyosunu yaptırarak onu hayata hazırlamaya başlar ve bu o bebeğin ömrü boyunca çeşitli şekillerde devam eder. Erkek çocuk için  baba bir rol model, kız çocukları için hayatının ilk aşık olduğu erkeği olacaktır.

Baba, çocuğunun kendisine “bağımlı” olmasını değil “bağlı” olmasını sağlamalıdır. Onun için engelleyici değil, doğruları veya yanlışları göstererek yol gösterici olmalıdır baba. Aslında gerçekten baba olmak gerçekten çok kolay değil ama tarifi imkânsız büyük bir mutluluk ve hazdır. Bu mutluluk ve hazzı her baba, bebeğine doğduğu andan itibaren hissettirmeli ve yaşatmalıdır.

Herkesin babasının mutlaka bir kez bile olsa söylediği bir laf vardır: “Sende baba olunca anlarsın”. Bunu duyan her erkek fazla umursamamış, kulağının birinden girip diğerinden çıkmıştır mutlaka ama o erkek baba olduğunda bu lafın ne kadar doğru olduğunu mutlaka anlamıştır.


18 Mayıs 2012 Cuma

Hamileliğimizin ilk doktoru


Oturduk karşısına, durumu anlattık. Tüp bebek olduğu için o da riskli gebelik grubunda olduğumuzu söyledi ve ona göre hareket edeceğimizi anlattı. İlk olarak her gün yaptığımız kan sulandırıcı iğneye devam edip etmeyeceğimizi sorduk. Hani bir umut belki bitsin artık keselim falan diye bekledik ama devam etmemiz gerektiğini söyledi. Ne yapalım her gün iğne yapmaya devam edecektik. Böylesi hem bebeğin hem Nursen’in sağlığı için çok daha iyi olacakmış.

Bize kartını vererek ne zaman istersek kendisini arayabileceğimizi de söyledi. Bu çok önemliydi bizim için, herhangi bir zamanda herhangi bir sorun olduğunda arayabilecek olmamız bizi rahatlattı. Ama aslında hiç öyle olmadı ve ulaşamadığımız zamanlar oldu. Bu durum güvenimizi sarstı tabii ki. O zamanları ileride daha detaylı anlatacağım.

Laf arasında doktorumuz doğuma kadar toplam 3 yada 4 kere görüşeceğimizi söyledi. Daha doğuma 7 ay var ve bu süre içinde bu kadar az görüşecek olmamız, yani kontrole gidecek olmamız bize garip geldi. Çünkü daha önce doğum yapanlardan duyduğumuza göre özellikle son 2 ay kontroller bayağı sıklaşıyormuş. Belki bu hamileliğin gelişimine göre değişiyordur. O kadar fazla olmayabilir ama gene de o kadar az kontrole gidecek olmamız bize pek ormal gelmedi.

Bunun üstüne haziran ayından itibaren yaklaşık 1,5 ay Ankara’da olamayacağını, bu sürede bizi beraber çalıştığı ve güvendiği, iyi bir doktor olduğunu söylediği başka bir doktor arkadaşına yönlendireceğini söyledi. Ama gene de telefonla kendisine ulaşabileceğimizi belirtti. Bu bizim için çok sorun olmayacaktı çünkü aynı tarihlerde bizde tatilde olacaktık. Sonuçta telefonla ulaşabileceksek pek de sorun değildi. Tabii ki ulaşabilirsek!!

17 Mayıs 2012 Perşembe

Devamlı gideceğimiz doktor arıyoruz


Bundan sonra hamileliğimiz süresince kontrolü sağlayacak doktor düşünmeye başladık artık.  Doğuma kadar tek bir doktora gitmek ve doğumu da o doktora yaptırmak istiyorduk. İlk aklımıza gelen Cem ve Eda oldu. Daha önce bahsetmiştim Cem’den. Bebeğimiz kız olursa isim babası olacaktı. Onlarında, Ağustos ayında çok güzel ve çok tatlı bir bebekleri dünyaya geldi. Doğumu yaptıran doktoru tavsiye ettiler. Gerçi hamilelik sürecinde başka doktora gitmişlerdi fakat doktordan memnun olmadıkları için ve güvenmedikleri için doğumu başka bir doktora yaptırmışlardı. Bize o doktorun gayet iyi, tatlı, işinde iyi bir kadın olduğundan bahsettiler. O da özel bir hastanedeydi. Eskişehir yolundaki bir hastane. Orada sosyal güvencemizi de kullanabilecektik. Elimizdeki tek tavsiye edilen, denenmiş doktor olarak bu kişi vardı.

Devlet hastanesi de düşündük aslında ama bir iki devlet hastanesi için olumsuz yorumlar aldık. Hem yaşayanlardan hem de internetteki araştırmalarımızdan. Doktorun ultrasona girmediği, sadece görüntüye bakarak yorum yaptığı ve kontrolü sağladığı devlet hastanesi bile vardı. Bunlar bize hiç güven vermedi. En iyisi Cem ve Eda’nın tavsiye ettiği doktor ve hastane olarak karar verdik. Hem hastane hakkında da orada doğum yapan birkaç kişiden ve araştırmalarımızdan çok olumlu şeyler duyduk.

Sonuçta randevu alıp o doktora gitmeye karar verdik. Hafta içi bir gündü. Sabah saatlerinde gittik kontrole. Bizden genç, iyi niyetli, ilgili olduğunu gördüğümüz bir kadın doktordu. Gerçi daha sonra anlatacağım, 2 ay sonra ilgili olduğu konusundan ne kadar yanıldığımızı gördük. O yüzden adını burada karalamamak için saklı tutuyorum. Merak eden olursa benimle iletişime geçebilir ve adını söyleyebilirim.


Devam edecek...

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Bebeğimizin ilk belirgin ultrason görüntüleri


Bir hafta sonra, hamileliğimizin 8. haftasında  tekrar bize mutlu olmamızı sağlayan, bebeğimizin yaşadığını söyleyen, kalp atışlarını dinleten doktor Sarp Bey’e kontrole gittik. Hemen ultrasona aldı ve bütün kontrolleri yaptıktan sonra her şeyin yolunda olduğunu bize ekranda göstererek anlattı. Hatta elleri tomurcuklanmaya başlamıştı bile. Yani doktor öyle söylüyordu, biz de baktık ama hiçbir şey anlamadık. Ama her şey yolunda ve bebeğimiz sağlıklıydı ya o bize yeter.

 Ultrason görüntülerinin çıktısını istedim özellikle. Sarp Bey bunu söylediğimde kendi tecrübelerine dayanarak, gülümseyerek “Siz bir hevesle biriktirirsiniz ama ileride çocuğunuzun umurunda bile olmaz” dedi. Olsun biz yine de biriktireceğiz. Hatta bu görüntüler zamanla bozulmasın diye tarayarak dijital ortama attım ve bilgisayarımızda duruyor. Çünkü görüntüler aynı faks makinesi gibi termal olarak basıldığı için zamanla silinip kayboluyor ve elde beyaz bir kâğıt kalıyor.

Bu ve bundan sonraki her kontrolde tüm ultrason görüntülerini alarak biriktirdim. Hemde en başında Aysun Hanım’ın embriyo transferi olduğu gün bana verdiği ilk embriyo görüntüsünden itibaren. Şöyle bir bakınca o gelişime gerçekten mucize gibi bir şey. Bir insan nereden nereye geliyor. İnanması gerçekten çok güç.


Devam edecek...

15 Mayıs 2012 Salı

Yoksa ikiz mi oluyor?


Her şey çok çok güzeldi ama Sarp Bey’in anlam veremediği bir durum vardı. Keseciğin yanında küçük bir kesecik daha vardı ama Sarp Bey anlayamamıştı bu durumu. Bir başka doktor arkadaşını çağırıp ona da gösterdi fakat o da anlamadı. Sadece bize kötü bir şey olmadığını rahat olmamamızı söyledi. Bir daha ki kontrolde ne olduğu belli olur, o zaman söylerim dedi. İşin aslı bizde çok merak ettik ne olduğunu. Aklımıza direkt ikiz olabileceği geldi. Anladığımızdan, bildiğimizden değil tabii ki bizimki sadece varsayım. Bizi bir hafta sonra tekrar kontrol için çağırdı ve Sarp Bey’in yanından ayrıldık.

İkimizde sevinçten uçuyorduk. Bebeğimizin kalp atışlarını duyduk ve yaşıyor işte! Çok çok güzel bir duygu. Hem de ilk kez canlı olarak gördük. Gerçi daha sonraki ultrason görüntülerinde de olacağı gibi hiçbir şey anlaşılmıyor ama olsun orada bir şey gördük işte ve o bizim bebeğimiz. Hemen ailelerimizi arayıp müjdeyi verdik. Tabii ki onlarda en az bizim kadar rahatladılar ve sevindiler. Sonra Aysun Hanım’ı arayıp durumu söyledik ve o da sevincimize ortak oldu.

Çok karışık ve değişik duygular içindeydik. Önce kötü bir durumla karşılaştık, sonra o kötü durum tamamen olumlu bir hâle dönüştü. Moralimiz, enerjimiz birden dibe vurup sonra tavan yaptı. Ne yapacağımızı, ne konuşacağımızı bile bilemiyorduk. Sadece rahatlamanın verdiği bir huzur vardı üzerimizde ve ne kadar çok acıktığımızı fark ederek gidip kendimize bir ziyafet çekmeye karar verdik.

Bu sırada artık kontrollerimizi başka doktor yapacağından acaba buraya, Sarp Bey’e mi gelsek diye düşündük. Bize böyle sevinçli bir haber verdiği için gerçekten çok ısınmıştık kendisine. Ama maalesef bunu gerçekleştiremedik. Çünkü çalıştığı hastanede sosyal güvencemizi kullanamıyorduk ve çok pahalı bir hastaneydi. Sigortamızı kullanmadan kontrollere gelmek bize çok ağır gelecekti. Sarp Bey’e bu kadar ısınmamıza rağmen üzülerek başka bir doktor aramaya devam edecektik. 


Devam edecek...

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Ve bebeğimiz yaşıyormuş meğerse…


Bizim ufacık da olsa umudumuz devam ediyor hâlâ.  Sarp Bey, tekrar kontrol edeceği için seviniyorduk.  Hiç değilse birisinden daha aynı şeyi duyarsak bizde daha kesin şekilde emin olacaktık. Sonuçta ilk kontrol yetersiz kalan bir ultrason cihazı ile yapılmıştı ve burada daha gelişmiş bir cihazla tekrar kontrol edilecekti. Zaten buraya gelmemizin esas amacı da daha gelişmiş bir cihaz ile tekrar kontrol edilmesi değil miydi?

Bizi aşağıya poliklinik katına götürdü Sarp Bey. Nursen muayene odasına girdi ben gene koridorda kaldım tek başıma ve moralsiz biçimde. Boş boş sağa sola bakınırken muayene odasının kapısı açıldı karşımda Sarp Bey’i gördüm. Yüzünden bir şeyler anlamaya çalıştım fakat pek de olumlu bir ifadesi yoktu. Beni de içeri çağırdı. Girdim, kapıyı kapattı ve bana dönüp “Bebeğiniz yaşıyor. Kalp atışları gayet sağlıklı duyuluyor” dedi.

Araya ben dışarıdayken Nursen’in içeride yaşadıklarını sıkıştırmak istiyorum. Aynen Nursen’in ağzından çıktığı gibi anlatıyorum: Sarp Bey, beni muayeneye alıp gayet sakin, tepkisiz ve çok ciddi bir şekilde kontrole başladı. Hani sanki bebeğin kalp atışlarının duyulamayacağından eminmiş gibi. Birden çok şaşkın bir ifadeyle, gözünü monitörden ayırmadan, parmağıyla görüntüyü işaret ederek “E bu bebek yaşıyor!!” dedi. Tekrar iyice monitöre baktı, ultrason cihazının sesini açıp “İşte bakın!! Kalp atışlarını duyabiliyoruz” dedi. Bunu söyler söylemez ben inanamayarak  şaşkın bir şekilde “Gerçekten mi?!” dedim. Tam anlamıyla “salak oldum”. Sonra kapıya doğru yönelip seni çağırdı. Sen geldiğinde ben sersem gibiydim.

O anda ne olduğumu bilmiyorum. Nursen’e baktım yüzünde müthiş bir rahatlama duygusunu yansıtan gülümseme vardı. Gittim hemen Nursen’in elini tuttum sıkı sıkı. Bu sırada Sarp Bey de cihazın başına geçti ve ekrandan bana da gösterdi bebeğimizi. Sonra da cihazın sesini açarak kalp atışlarını dinletti. Gerçekten kalbi pıtır pıtır atıyordu. Hatta yetişkin bir insanın kalp atışları gibi bayağı ritmli ve güçlüydü.  Sanırım hayatımda duyduğum en güzel ses oldu bu. Nursen’le birbirimize bakıp mutluluğumuzu konuşmadan gözlerimizle anlattık. Bu arada Sarp Bey’in boynuna atlamamak içinde kendimi zor tutuyordum. Sanki bize dünyaları vermişti.  Böyle bir sevinç yok! 1 saat içinde moralimiz önce yerlere indi sonra havalara çıktı. İki zıt duyguyu, uçlarda yaşamak gerçekten ruhen çok yormuştu sanırım. Kendimi pelte gibi hissediyordum.


Devam edecek...

11 Mayıs 2012 Cuma

Baba olmayı o anda anladım!!


Biz morallerimiz alt üst olmuş şekilde oradan ayrıldık ve hastaneye doğru yola koyulduk. Ankara’yı bilenler bilir, Cinnah Caddesi’nin hemen hemen  ortalarından Şimşek sokağa kadar yürüdük. Yaklaşık 15 dakikalık bir mesafe. Ama o 15 dakika bize 1.5 saat gibi geldi. Yolda ikimizinde ağzını bıçak açmıyor. Ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Gerçekten çok üzgünüz. Bir ara Nursen “İsim bile hazırdı. Olmadı ama” dedi. O an iyice çöktüm ben. Bir yandan Nursen’e belli etmemeye çalışıyorum ama gerçekten çok kötüydüm. İşte baba olmayı o anda anladım. Hani babalarımız der ya “Sende baba olunca anlarsın” diye. Gerçekten doğruymuş. Daha en başında, bebeğimiz 20 günlük cenin halindeyken bunu anladım. Babalık duygusu gerçekten bambaşka. Belki de hata bende. Kendimi o kadar şartlandırmışım ki, o kadar benimsemişim ki bebeğimizi bu duygu çok ağır geldi bana.

Yolda bizden heyecanla haber bekleyen ailelerimizi aradık ve durumu haber verdik. Onlar da üzüldüler tabii ki. Ama ne yapalım durum böyle oldu. Gene de bir umut var ama çok küçük bir umut.

Hastaneye geldik, doktor Sarp Bey’i bulduk ve sıramızı beklemeye başladık. İçimizde ufak da olsa bir umut hâlâ var. Burada bebeğimizin kalp atışlarını duyacağız gibi geliyor hep. Fakat bu moralimizi düzeltmek için yetmiyor ki. Zaman da geçmek bilmiyor. Heyecanla ve sabırsızlıkla sıramızı bekliyoruz.

O sırada Nursen “Ne güzel de tutunmuştun. Ne oldu şimdi?” dedi. Daha öncede anlatmıştım, embriyonun rahme tutunabilmesi için çok uğraşmıştı Nursen. Günlerce yatmıştı. Bizim tabirimizle “kuluçkaya yatmıştı”. Bunu söylediğinde gene ağlamamak için kendimi zor tuttum. Sanırım Nursen’de öyle. Hatta şu anda bunları yazarken bile duygulanıyorum.

Sıra bize geldi, Sarp Bey’in karşısına oturduk. Çok samimi, bizi rahatlatan bir doktordu. Durumu anlattık, Aysun Hanım’ın dediklerini söyledik. Kendisi  Aysun Hanım’a çok güvendiği için direkt söylediklerine göre hareket etti ve bizle o şekilde konuştu. Fakat gene de kendiside duymak istedi olan biteni ve Aysun Hanım’ı arayarak bilgi aldı. Gerçekten yakın ilgi ve alâka gösterdi bize. O da kürtaj üzerinde durdu, ertesi gün aç karnına gelmemiz gerektiğini ve Nursen’i hemen operasyona alacağını söyledi.

O gün bebeğimizin kalp atışlarını duyacağız diye heyecanlanırken şimdi konuştuğumuz konuya bakın. Doktorun karşısında oturmuş kürtajdan bahsediyoruz. Bütün her şey, düşüncelerimiz, heyecanımız, hayallerimiz, moralimiz alt üst olmuştu.

Son cümle olarak da “Her şeye rağmen kendim görmeden de kesin karar vermem ben” dedi. 


Devam edecek....

10 Mayıs 2012 Perşembe

Bebeğimizin kalp atışları yok!!


İçeriden Nursen ve Aysun Hanım’ın sesleri geliyordu ama o kadar da rahat anlayamıyordum ne dediklerini. Ancak gayet neşeli ve heyecanlı konuşmalardı. Konuşmalar ve gülüşmeler arasında “Hadi bakalım görelim bebeğin kalp atışlarını” dediğini duydum Aysun Hanım’ın ve konuşmalar kesildi. Bende heyecan had safhada. Yerimde duramıyorum. Bir an önce içeri girip bende görmek istiyorum ve sabırsızlıkla Aysun Hanım’ın çağırmasını bekliyorum.

Sessizlik biraz sürdü. Bana saatler geçmiş gibi geldi ama ne kadar geçtiğini bilmiyorum. Fakat garip bir sessizlik vardı içeride. Bir şeyler ters gidiyordu anladığım kadarıyla. Boğuk bir şekilde bazı sesler geliyordu ama hiç de öyle sevinçli, neşeli sesler değildi. Evet, bir şeyler ters gidiyordu. Tam ben sıkıntılı bir şekilde beklerken Aysun Hanım kapıyı açtı ve hiç de hoş olmayan bir yüz ifadesi ile beni içeri çağırdı. Nursen muayene koltuğundaydı ve ultrason cihazının ekranında bir görüntü vardı. Aysun Hanım, maalesef bebeğin kalp atışlarını göremediklerini söyledi.

O anda tüm enerjim boşaldı sanki. Kendimi patates çuvalı gibi hissettim. Ekrandaki görüntüde bebeğin oluştuğu keseyi gösterdi bana. Görüntüye çok yabancı olduğumdan zar zor seçebildim. Evet ufacık hatta milimle ölçülebilecek bir kesecik görünüyordu. Aysun Hanım: “İşte bu bebeğin kesesi. Kalp atışı olsaydı şu kısım sanki yanıp sönüyor gibi görünecekti. Ama maalesef görünmüyor ve öyle bir hareket yok” dedi.

Ama sadece görüntüden anlaşılacakmış meğerse kalp atışları, bu ultrason cihazının dışarıya ses verme gibi bir özelliği bulunmuyormuş. Daha gelişmiş ultrason cihazlarında bu özelik var. Direkt ses dışarı verilebiliyor ve kalp  atışları rahatlıkla duyulabiliyor. Ben boş boş bakıyorum ekrana ve Aysun Hanım’ın dediklerini dinlemeye çalışıyorum ama bir yandan da ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyorum. Bir ara Nursen’e baktım o da aynı şekilde yüzünden düşen bin parça. İkimizinde morali çok bozuldu. Ama o anda yapacak hiçbir şey yok işte.

Ben dışarı çıktım, biraz sonra Nursen ve Aysun Hanım da geldiler. Aysun Hanım, bu durumun gâyet normal olduğunu, böyle durumların çok yaşandığını, moralimizi bozmamamızı, bir daha deneyebileceğimizi söyledi. Ama sonrasında bir şey daha ekledi. Ultrason cihazı sadece tüp bebek tedavisinde yeterli olacak kadar bir cihazmış. Daha öncede böyle durumlar olmuş birkaç defa ama daha gelişmiş bir ultrason cihazı ile tekrar kontrol ettirirsek belki kalp atışlarını duyabileceğimizi söyledi. Gene de fazla umutlanmamız gerektiğini de belirtti. Olsun bizde gene de bir umut olmuştu. Başka bir yerde, daha gelişmiş bir cihazla tekrar kontrol ettirecektik hemde hemen. Aysun Hanım eğer orada da olumsuz bir durumla karşılaşırsak direkt kürtaj önerdi. Bize gidebileceğimiz iki üç yer önerdi. Hepside yakın tanıdığı ve güvendiği kişilerdi. Biz bir tanesine karar verdik. Şimşek sokakta bulunan bir hastanedeki doktor arkadaşı Sarp Bey.


Devam edecek...

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Bebeğimizin ilk kalp atışları


Henüz doktorumuz halen Aysun Hanım. Ama ilk kalp atışlarını duyduktan sonra artık normal bir gebelik sürecine gireceğimiz için kendimize başka bir doktor bulmamız gerekecek. Aysun Hanım tüp bebek tedavisi üzerine yoğunlaştığından hamilelik sürecinde bize yardımcı olamayacağını baştan söylemişti zaten. Şimdi güvenebileceğimiz, bizimle ilgilenecek iyi bir doktor bulmamız gerekecek. Niyetimiz tüm hamilelik sürecinde tek bir doktorun kontrolü altında olmamız ve doğumu da o doktorun yaptırması.  Bunun içinde gerek Aysun Hanım’dan gerekse daha önce doğum yapmış arkadaşlarımızdan tavsiyeler alarak karar vermeye çalışacağız.

İlk kalp atışlarını duymamız, hamileliği öğrendiğimiz tarihten itibaren 10 gün sonra. Bebeğin ilk olarak kalbi oluşuyormuş. Sonra diğer gelişmeleri devam ediyormuş. Aysun Hanım’a gideceğiz ve o dinletecek bebeğimizin kalp atışlarını. O kadar tedavi sürecini geçirdik, hamilelik haberini bekledik bu 10 günü de geçiririz.

O gün geldi. Bebeğimizin ilk kalp atışlarını duyacağız. Hem de bu sayede ilk kez ultrasonda cenin olsa bile kendisini görebileceğiz. Bizde gene ayrı bir heyecan. Sabah kalkıp Aysun Hanım’a gittik. Hamileliğimizi öğrendikten sonra ilk defa görüştük. O da bizim kadar sevinçli ve heyecanlı. Daha öncede anlatmıştım, aramızda gerçekten hasta – doktor ilişkisinden daha samimi bir ilişki oldu. Odasına girdik, biraz sohbetten sonra Nursen’i muayene odasına aldı bende odada kaldım tek başıma. Biraz sonra beni de çağıracaklardı içeri, bende görecektim ve dinleyecektim kalp atışlarını. Muayene odası oturduğum koltuğun hemen yanındaki kapının arkasıydı. Yani içerideki konuşmaları biraz dikkatle dinlersem rahatça duyabilecektim.


Devam Edecek...

8 Mayıs 2012 Salı

Hamilelik sürecinde plânlar ve doktor seçimi


Daha çok erken olmasına rağmen hemen plânlar yapmaya başladık. Bu süreçte neler yapacağız, nasıl geçireceğiz, tatilde ne yapacağız hepsini yavaş yavaş plânlıyorduk. Aslında hamilelik çok güzel bir zamana denk geliyor. En sorunlu ilk 3 ayı Ankara’da geçireceğiz. Kış sonu, bahar başına denk gelecek. Bu dönem evde ve havalar ısınınca dışarıda yürüyüşle, gezerek geçecek. En zevkli ikinci 3 ay, yaz aylarına denk geliyor. Bir ayı tatilde geçecek. Gene zor olan üçüncü 3 ay ise Ankara’da geçecek  ve yaz sonu ile sonbahar başına denk gelecek. Hesaba göre ekim ayında da doğum olacak zaten. Kabaca plânları yapıyoruz. Tabii ne derece uygulayabileceğimiz belli değil ama olsun en azından bizi rahatlatıyor.

Bu arada bebek için neler alacağız, neler yapacağız gibi düşüncelerimizde var. Bunları da yavaş yavaş düşünüyoruz, kesin olmamakla birlikte ufak kararlar veriyoruz. Tabii ki bebeğin kız veya erkek olmasına göre değişebilecek esnek kararlar.  Aslında gerçekten bunlar için henüz çok erken ama düşünmek, konuşmak, plânlar yapmak bizi daha iyi motive ediyor, daha moralli oluyoruz. Ama en önemli kararımız hem kız hem erkek için isimlerinin belli olması.

Plânlarımızın en önemlisi, hamilelik sürecinde devamlı gidebileceğimiz, süreci sürekli takip edecek doktorumuza karar vermek. Bu doktoru seçerken çok dikkatli olmamız gerekiyor. Kesinlikle güvenebileceğimiz, beni ve eşimi rahatlatacak, bizi tedirgin etmeyecek,  bize karşı ilgili, yedi gün yirmidört saat herhangi bir sıkıntı durumunda ulaşabileceğimiz, rahatlıkla kafamıza takılan her türlü konuyu konuşabileceğimiz bir doktorumuzun olması lazım. Biz bu konuda ilk kararımızda biraz şanssızlık yaşadık. Ama sonrasında, kontollerimizin devamını sağlayan doktorumuzda ise inanılmayacak kadar şanslıydık. Bunları ileride detaylı olarak anlatacağım. 


Moralimizi bozan tek şey ise tedavi sürecinde devamlı kullandığımız kan sulandırıcı iğneye devam edecek olmamız. Gerçi moral bozmasının sebebi sadece her gün iğne yapacak olmamız, her gün Nursen’in her ne kadar acıtmamaya çalışsam da canının acıyacak olması, kendimizi iğneye göre programlayacak olmamız. Aslında bebeğimizin daha iyi gelişmesi için bu iğne çok faydalı olacak. Hamileliğin sonuna kadar da devam edecek. Olsun en yapalım? Nursen’in ve bebeğin sağlığı için gerekliyse katlanacağız. Bir de tüp bebek olduğu için ve Nursen’in yaşı 38 olduğundan riskli gebelik grubuna girdiğimizden dolayı her şey çok daha dikkatli ve işi şansa bırakmayacak şekilde düzenleniyor doktorlarımız tarafından. Bir de Nursen için esas sıkıntı veren bir ilaç daha devam edecek ama çok uzun sürmeyecek. Bir müddet daha kullanıp bırakacak neyse ki.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Hamileliğimizin ilk zamanları


Artık Nursen’in hamileliğinden kesin eminiz. Baba oluyorum. Bundan daha güzel bir duygu olabilir mi? Tamam daha çok başı hamileliğin. Hâlâ risk var. En az 2 ay dolana kadarda devam edecek bu risk ama baba oluyorum işte. Bu dönemdeki risk çok önemli ama en başından beri ne riskler atlattık biz. Bunu mu atlatamayacağız sanki? 10 gün sonra ilk kalp atışlarını duyacağız. O güne kadar kendi kendimize takılacağız Nursen’le. Anne – baba olacağız diye heyecanla bekleyeceğiz.

Tam bu günlerde Nursen’in çalıştığı iş yeri kapandı ve Nursen işsiz kaldı. Tam da zamanında oldu. Aslında bir bakıma belkide iyi oldu. Nursen çalışmayacak ve evde bol bol dinlenme fırsatı olacak. Yalnız güzel bir durum var; Nursen maaş alamayacak ama sigortası doğuma kadar yatmaya devam edecek. Bu da bizim için çok güzel bir avantaj. Nursen’in çalışmamaması bebeğimizin gelişimi için daha iyi olacak diye düşünüyoruz. Hani her işte bir hâyır vardır ya bu durumda onlardan biri sanırım. Aslında bu durum ve sonrası Nursen açısından biraz zor olacak. Artık gidecek bir işi olmadığından devamlı evde geçirecek bu zamanı ama ne yapalım işte böyle denk geldi.

Artık Nursen rahat ve huzurlu olsun diye elimden ne gelirse yapacağım. Hani Amerikalılarda bir laf vardır; “Biz hamileyiz” derlermiş. Bizim içinde aynen öyle. Gerçekten biz hamileyiz ve bu durum doğuma kadar devam etti. Nursen o bebeği tek başına yapmadı ki. Benim de çok önemli katkılarım oldu. Tamam 9 ay boyunca Nursen karnında taşıyacak ama bende bu süreci daha mutlu ve rahat geçirmesi için elimden geleni yapacağım. Bir tanecik karım var, zaten çok geç bulmuşum, üstüne bir de hamile kalmış ve bana bir çocuk verecek. Onlar için her şeyi yaparım. Elimden geleni yapacağım dedim ama elimden gelenin fazlasını yapacağım.

Bu sıralarda hep çevreden ilk 3 ayın zor geçeceği, sıkıntılı olacağı söylendi. Hem bana hem Nursen’e “Çok zor geçecek. Şöyle sıkıntılar yaşayacaksınız. Böyle problemler olacak” diye uyarılar yapıldı. Bunlara kesinlikle kulak asılmaması lazım. Tabii ki zorlukları, sıkıntıları olacak. Sonuçta hamilelik süreci yaşanacak. Bunlar sürpriz şekilde ortaya çıkan, hiç umulmadık durumlar değilki. Önemli olan bu sıkıntıları, problemleri olumlu taraflarından bakarak, normal bir süreç olarak görerek yaşamak. Hatta şakaya, dalgaya vurarak eğlenceli hâle getirmek çok daha güzel ve rahatlatıcı oluyor. Hem de bu sürecin daha kolay geçmesini sağlıyor. Her şeyi sıkıntı yaparak yaşamak, problemler karşısında birden yıkılıp çaresizce kalmak hem annenin sağlığı hem bebeğin gelişimi için hiç iyi olmaz.